1 Kasım 2008 Cumartesi

Vatanınızı seviyor musunuz?

Diyelim ki hiç kimse gerçekleri açıklamadı, hiç kimse eleştirmedi.Her şey aynı şekilde devam etti.Önümüzdeki yirmibeş yılda da elli bin Kürt çocuğu öldürüldü, yirmibeş otuz bin Türk çocuğu vuruldu...Yüzlerce milyar lira, bomba, mermi, roket olarak havaya savruldu.Epeyce bir para silah satışlarının komisyonu olarak onun bunun cebine girdi.Kürtlerin anadilde eğitim yapmalarına izin verilmedi.Sokak gösterileri sürdü.Polisler sokaklarda insanları vurdu.Türbanlı kızlar üniversitelere sokulmadı.Anayasa Mahkemesi keyfince anayasayı çiğnedi.Siyasi partiler kapatıldı.Devletin içinde çeteler kuruldu.Nobelli yazarlar ülkeden kaçırıldı.Ermeni yazarlar sokaklarda öldürüldü.Katillerle hatıra fotoğrafları çektirildi.Üniversite önünde yapılan bombalı katliamlar “zaman aşımına” uğratıldı.Diyelim ki bugünkü durum aynen sürdürüldü...Eee, ne olacak?Avrupa’nın en fakir ve en geri kalmış ülkesi olarak yaşayacaksınız.Çok mu mutlu edecek bu sizi?Çok sevdiğiniz “vatanınızın” gelecek yirmibeş yılı için planınız bu mu?Aferin size, nasıl da çok seviyorsunuz ülkenizi.Bir nebze olsun gelişmesini istemiyorsunuz.Zenginleşmesini, özgürleşmesini istemiyorsunuz.Vatan sevgisi diye ben buna derim işte.“Cinayetler, katliamlar, işkenceler sürsün vatanımda” diyen vatanseverler.Ya vatanınızı sevmeseydiniz?O zaman ne yapacaktınız?“İşkenceler, haksızlıklar, cinayetler, çeteler, adaletsizlikler, eşitsizlikler, zulümler dursun” mu diyecektiniz?Siz bu “vatan sevgisi” denen şeyin ne olduğunu bildiğinizden emin misiniz?Yoksa dindarlardan ve Kürtlerden nefret etmeyi, silaha ve orduya tapınmayı vatan sevgisi mi sanıyorsunuz?Cumhuriyet Bayramı’nda, “başörtülü bir kızı” cumhurdan saymayan albay sizin vatanseverliğinizi mi okşuyor?Anadolu başı örtülü, türbanlı kadınlarla dolu, biliyor musunuz?Hepsinden nefret mi edeceksiniz?Nefret ederseniz ne yapacaksınız?Vatanın Anadolu bölümüne gidemeyecek misiniz?Bağdat Caddesi, Nişantaşı, Tunalı Hilmi mi “vatanınız” olacak?Hele Güneydoğu...Ben gittim gördüm, biliyor musunuz oradaki herkes Kürt.Şimdi ne olacak?Onlardan da mı nefret edeceksiniz?Vatanın o bölümüne de gidemeyeceksiniz demek ki.Gidemeyeceğiniz yerler çoğalıyor, bilmem farkında mısınız?Siz “vatanı sevdiğinizi” söylerken tam olarak hangi bölgeyi söylüyorsunuz?İstanbul, Ankara, İzmir civarını mı?O şehirlerin de bazı bölümlerini tabii.Varoşlar pek size uygun değil, ben size söyleyeyim.Oralara gidemezsiniz.Başörtülülerle Kürtler var oralarda.Hatta duyduğuma göre Çankaya’da da bir başörtülü hanım varmış.O hanım oradayken CHP’lilerle generaller Çankaya’ya da gidemiyorlarmış.Çankaya da pek “vatan” sayılamıyor anladığım kadarıyla.Gidemediğiniz yer vatanınız değildir çünkü.Siz nerelere gidebiliyorsunuz?Bir saysanıza gidebildiğiniz yerleri.Sizin önümüzdeki yirmibeş yıllık planınız, elli bin Kürt öldürüp, karakolları bastırıp, işkenceler yapıp, davalar açıp, çeteleri alkışlayıp gittikçe daralan küçük bölgelerde, kendi halkınızdan nefret edip korkarak yaşamak mı?Ne plan ama...Ne vatansever bir plan.Çok da zekice.Zeki bir vatansever kendi ülkesinin geleceği ile ilgili böyle planlar kurmalı işte.Allah muhafaza bir albay başörtülü bir kıza ödül verirse, generaller türbanlı bir kadının elini sıkarsa, Kürtlere eşit haklar verilirse, insanlar özgür olursa, düşüncelerini söyleyenler serbest kalırsa ülke mahvolur biliyor musunuz?Öyle güzel bir cumhuriyet kurmuşsunuz ki...Cumhur özgürleştikçe kurduğunuz cumhuriyetin batacağını düşünüyorsunuz.Cumhur özgür olmasın o zaman.Cumhurun özgür olmadığı bir cumhuriyet...Her vatansever böyle bir cumhuriyet hayal eder, öyle değil mi?Aslında padişahlar da böyle bir cumhuriyet hayal ediyorlardı herhalde.Onlar tam istedikleri gibi bir baskı kuramadılar.Siz kurdunuz.Kutlarım sizi.Cumhursuz bir cumhuriyetiniz...Hiçbir yerine gidemediğiniz bir vatanınız var.Ne de çok seviyormuşsunuz vatanınızı...Ya bir de sevmeseymişsiniz?
Ahmet ALTAN
30 Ekim 2008 / Taraf Gazetesi

Kanayan cumhuriyetin “gurur” bilançosu

Derin bir nefes alın; yavaşça, anlamını düşünerek okuyun şu satırları: “Kırsal alanda yürütülmekte olan teröre karşı mücadelenin dünyada bir başka örneği daha yoktur. 25 yıldır süren mücadelede terör örgütünün yaklaşık 50 bin civarında elemanını kaybettiği bilinmektedir. Bu terörle mücadele tarihinde güvenlik kuvvetleri tarafından elde edilen büyük bir başarıdır.” Yüreğiniz burkulmadı mı? Bir “başarı” bilançosu sunmanın gururuyla bu cümleleri sarf eden komutan bir an durup düşünse, ağzından çıkanı bir an yüreği duysa, onun da içi yanmaz mı dersiniz? Bu bilançonun, vicdanı olan her insanı kahretmemesi mümkün mü gerçekten *** Türkiye Cumhuriyeti bugün 85 yaşında. Ve Türkiye Cumhuriyeti bu 85 yılın son 25 yılını kendi kendisiyle savaşarak geçirdi. Öyle bir cumhuriyet ki bu bizim cumhuriyetimiz, vatandaşları çeyrek yüzyıldır birbirini öldürüyor. Daha iyi bir hayatı silahla kurabileceklerini sanan Kürt çocukları ile onların karşısına sürülen eli silahlı Türk, Kürt, Laz, Çerkes... her kökenden çocuklarımız savaşıyor. Dağa çıkıp kendisine “gerilla” diyen de, birkaç haftalık eğitimle “asker” olup karşısına dikilen de bu cumhuriyetin çocukları. Her iki taraftakiler de, galibi olmayacak bir savaşı çeyrek yüzyıldır durdurmayan bu cumhuriyetin kurbanları. Ve 85’inci yılında, bu cumhuriyetin kara kuvvetleri komutanı çıkıp savaşın bilançosunun sütunlarından birini “başarı tablosu” olarak sunuyor... 50 bin ölü Kürt çocuğu var o “başarı” sütununda. Komutanın sözünü etmediği karşı sütundaysa, binlerce ölü Türk, Kürt, Laz, Çerkes... her kökenden çocuğun adı, bu cumhuriyetin şehitleri olarak yazılı... İki sütundakiler bazen adaş, bazen kardeş, bazen kuzen, bazen mahalle arkadaşı, bazen hemşehri ve –istisnalar bir yana- hepsi aynı cumhuriyetin vatandaşı. Ve cumhuriyetin kara kuvvetleri komutanı diyor ki, “25 yıldır süren böyle bir savaşın dünyada bir başka örneği yok.” Bu “eşsiz benzersiz” savaşla övünmemizi istiyor adeta. *** Bir utançla övünmeyi yüksek sesle reddetmedikçe biz; Orgeneral Işık Koşaner’in “büyük başarı” diye ilan ettiği ceset bilançosunu hep birlikte sorgulamadıkça; sivil-asker, Türk-Kürt hepimiz bu savaşın bir galibi olamayacağını kabullenmedikçe; silahları artık susturmak gerektiğini haykırıp bu haykırışın gereğini yapmadıkça daha nice çocuk ölecek bu topraklarda... Daha nice kuruluş yıldönümünü, için için kanayarak idrak edecek bu cumhuriyet... Kanı durdurmak imkânsız değil oysa. Dünyaya bakmamız bir başlangıç olabilir... Başka ülkelerin iç savaşa, etnik çatışmaya son vermek için neler yaptığını inceleyip “eşi benzeri olmayan” halimizden kurtulmayı deneyebiliriz. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in İspanya’da ETA, Britanya’da IRA örneklerini incelediğini açıklaması; onun ve diğer hükümet üyelerinin “sivil” önlemlerden, “silahlı mücadele ve ceza hukuku dışındaki” olası adımlardan söz etmesi bir umut kaynağı... Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de “silahsız” yöntemlere artık daha ılımlı baktığı fısıltısı bu umudu besliyor. Akil adamların yardımıyla çözüm aranmasından; düz ovada siyaseti teşvik etmekten bahsedenler artıyor. Gelin görün ki, biraz sorup sorgulayınca bu sözlerin bir beyaz gürültüden ibaret olduğunu anlıyorsunuz. Hükümetin PKK’ya silah bıraktıracak, dağdakileri indirecek kapsamlı bir siyasi girişime hâlâ uzak olduğunu görüyorsunuz. Yakın vadede ateşin kesilmesini sağlayacak kararlılığa ve cesarete sahip adımların planlandığına dair somut bir işaret gelmiyor Ankara’dan. AKP’nin Kürt kökenli milletvekilleri her ne kadar bu adımların yakın olduğunu anlatsalar da bize; Başbakan’ın çevresinden Avrupa Birliği’nin öngördüğü demokratikleşme adımlarının hızlandırılacağını dinlesek de, gerçekten kapsamlı bir çözüm planının hazırlandığını göremiyoruz. Kürtlerin kültürel ve sosyoekonomik mağduriyetlerinin bir ölçüde giderilmesini sağlayabilecek sınırlı birkaç politika önerisinden öte bir formül telaffuz etmiyor yetkililer. Devletin içinde, Kürt meselesinin siyasi çözüme kavuşturulması gerektiğini bilen, barışın sağlanmasını samimiyetle isteyenler varsa bile, bunun gereğini yapacak cesarete sahip görünmüyorlar henüz. Bize de, Türkiye Cumhuriyeti 85’inci yaşını kutlarken, bugün birinci sayfamızda yaptığımız gibi “GAP cephesinde yeni bir şey yok” başlığını atmak düşüyor... Çocuk cesetlerinin sayısıyla gururlanmamızın beklenmeyeceği cumhuriyet bayramlarını görmeyi diliyoruz sessizce...
29 Ekim 2008

Yasemin ÇONGAR /Taraf Gazetesi