11 Mart 2009 Çarşamba

Gazze’den Darfur’a yol gider... Ahmet ALTAN

Gazze’den Darfur’a yol gider...

Ben ikiyüzlülükten sıkılırım. Kurnazlıklar bunaltır beni.
Onun için açık konuşalım.
Ve, bütün AKP’lilere ve dindar kardeşlerimize net bir şekilde soralım: Gazze’de Müslüman çocukların öldürülmesi mi sizi o kadar öfkelendirdi yoksa o çocukları öldürenlerin Yahudi olması mı?
Ya da, “Müslüman, Hıristiyan, Ermeni, Yahudi, Mecuzi, Budist hiç fark etmez ben çocukların öldürülmesine karşıyım” mı diyorsunuz?
Gerçekten siz ne diyorsunuz?
Ne dediğiniz pek anlaşılmıyor çünkü.
Gazze’de küçücük çocukların öldürülmesine bu ülkede gösterilen tepki, bu toplumun bir vicdanı olduğunun işaretiydi.
Başbakan, o çocuklar için Davos’ta bütün diplomatik kuralları altüst eden bir çıkış yaptı ve hem dünyadan hem Türkiye’den büyük bir destek buldu.
Haklı bir çıkıştı ve hak ettiği alkışı aldı.
Peki, ne oldu “Davos fatihi” kahraman başbakana?
Niye Darfur konusunda suspus şimdi?
Darfur’da üç yüz bin insan öldü.
Binlerce çocuk var ölenlerin arasında.
Üstelik o çocukları sadece öldürmediler.
Aşağılıkça bir de ırzına geçmişler çocukların.
Nerde peki sizin o gökgürültüsü gibi patlayan vicdanınız?
Darfur’da Müslüman çocukların ırzına geçip öldürenlerin de Müslüman olması mı sizi böylesine suskun kılıyor?
Müslümanları Müslümanlar öldürürse ses çıkarmayacak mıyız?
Bir an durun.
Ve, kendinize bir sorun.
Eğer Darfur’da o çocukların ırzına geçip öldürenler Müslüman değil de Yahudi olsaydı böyle sessiz mi kalacaktınız gene?
Bunun cevabını kendinize verin. Kendinize verin bunun cevabını.
Gerçek cevabın ne olduğunu hepimiz biliyoruz, değil mi?
Biliyoruz ki o Müslüman çocukları öldürenler Müslüman olmasaydı yeri göğü inletirdik.
Bu, ikiyüzlülük değil mi peki?
İkiyüzlü bir vicdan olabilir mi?
Başbakan da, Meclis başkanı da, başbakanı destekleyen partidaşları da, Gazze için ayağa kalkan dindarlar da aslında “ölen çocuklar” için üzülmemiş miydi yoksa?
Çocukları bahane mi etmişlerdi?
Meclis Başkanı Köksal Toptan, “Sudan devlet başkanı, seçilmiş biri” diyor.
Eeee, ne olacak? Seçilmiş birisi, silahlı milis örgütleri kurup onları ordu desteğinde köy baskınlarına göndererek yüz binlerce insanı öldürtebilir mi?
“Seçilmek” insanlara cinayet serbestîsi mi veriyor?
Seçildikten sonra istediğini öldürtebilir misin?
Çocukların ırzına geçmek serbest mi seçilmişlere?
Bu nasıl bir savunma?
Bir söyleyin bana ne olur, Gazze’de mazlumu tutanlar neden Darfur’da zalimi tutuyor? Sudan’da Arap Müslümanlar, Afrikalı Müslümanları öldürüyor.
Bunun için “Cancavit” denilen milis örgütleri kuruyorlar, bu milisler Afrikalıların köylerini basıyor, kadınlarla çocukların ırzına geçiyor, öldürüyor, evleri yakıyor.
Desteklediğimiz insanın yaptırdıkları bunlar.
Bütün bu yapılanları destekliyor musunuz gerçekten?
Çocukların ırzına geçsinler mi?
İnsanları öldürsünler mi? Köyleri yaksınlar mı?
Bu yapılanların aynısını Yahudiler yapsaydı destekleyecek miydiniz?
Vicdanımızın verdiği hüküm, zalimin dinine göre değişiyor mu?
Zalim Yahudileri lanetliyor ve zalim Müslümanları alkışlıyor muyuz?
Peki, ya ölen çocuklar?
Gazze’deki çocukların yardıma ihtiyacı var.
Darfur’daki çocukların da yardıma ihtiyacı var.
Sudan Devlet Başkanı El Beşir’i savunmak, onun yargılanmasını önlemeye çalışmak, Darfur’da daha fazla çocuğun ölmesi demek.
Gazze’deki çocukları kurtarmak için ayağa kalkan başbakan, neden Darfur’daki çocukları ölüme gönderen bir adamı savunuyor?
Bunun mantıklı bir cevabı var mı?
Yoksa bunun, utandıracak kadar “mantıklı” bir cevabı mı bulunuyor? Sudan’da çıkarları olan Çin de El Beşir’i çok “mantıklı” bir hesapla destekliyor.
Bu “mantık” biraz içinizi bulandırmıyor mu?
Gazze’de çocukları savunanlar, Darfur’da çocukları öldürenleri savunuyorlarsa, o zaman “vicdandan” değil “hesaptan” söz etmemiz gerekiyor.
Çocukları “hesaplarımıza” alet mi ediyoruz?
Niye yapıyoruz bunu?
Vicdanlı ve dürüst olmak, “hesaplı” olmaktan iyidir bence.
“Hesap” insanı makam sahibi yapar da, “vicdan” daha önemli bir işe yarar, insanı insan yapar.

Ahmet Altan - 07.03.2009

Çocukların ırzına geçen bir rejimi savunmak

Çocukların ırzına geçen bir rejimi savunmak

Nic Robertson’ı iyi tanırım. Soğukkanlıdır, müthiş cesurdur, çok çalışkandır.Uydu mühendisiyken tesadüfen başladığı gazetecilikteki nispeten kısa kariyeri, onu Irak, Afganistan, Bosna, Somali, Rwanda, Gazze gibi kriz ve savaş diyarlarına taşıdığında, buralarda yaşayan insanların çehrelerinden okuduğu acıyı, zulmü, korkuyu dünyanın dört yanındaki milyonlarca televizyon izleyicisine gayet sakin, duru ve dolaysız bir dille anlatmayı bilmiştir.

Nic’i dün CNN’de, Ömer Hasan El Beşir’in askerlerinden biriyle mülakat yaparken seyrettim. Sesinin titrediğini, soruları sorarken duraksadığını, bugüne kadar yaptığı ve her biri kendi içinde çok zor olabilecek sayısız söyleşisinde hiç zorlanmadığı kadar zorlandığını gördüm. Nic, iki kız çocuğu babasıdır.

Daha önce, Darfur’da ırzına geçilen kız çocuklarıyla da röportaj yapmıştı. Şimdiyse onların ırzına geçenlerden biriyle konuşuyordu. Cevabını aslında işitmek istemediği sorular soruyor, sorarken öfkesini güçlükle yutkunuyordu. * * * Nic Robertson’ın konuştuğu Sudanlı asker, 2002 yazında zorla orduya alındığını söyledi. Kaçmayı denemiş, başaramamıştı.

Kendisini yakalayan subaylar, kızgın demirle şişlemişti bacaklarını; çıplak vücudunun üzerinde araba lastiği yakıp eritmişlerdi. Yara izlerini kameraya gösteriyordu. CNN televizyonu, Sudanlı askerin yüzünü gizlediği için, konuşurken çehresini okuyamadım. İngilizce tercümanın sesi ön plandaydı; sesini de dinleyemedim.

Ama seçtiği kelimeler, kısacık cümleleri, ortasında kesiliveren ifadeleri pişmanlıktan daha fazlasını anlatıyordu. İlk başta sadece altı aylığına askere alındığına inandığını, sonra kurtulacağını sandığını söyledi. Kurtulamamış. Darfur’da pazar yerindeyken, bir cemseye bindirip götürmüşler onu. Sonra “eğitim” başlamış. Kalaşnikov’la hedef vurmayı öğretmişler; öğrenir öğrenmez de Sudan ordusundaki diğer askerlerle birlikte, Arap kökenli olmayan kabilelerin yaşadığı Darfur köylerini basmaya gönderilmiş. Köyleri yaktıklarını, insanları öldürdüklerini anlattı.

Çok geçmeden, yaptığının “vatani görev” değil, kendi iradesi dışında, kendi halkına karşı savaşmak olduğunu kavradığını söyledi. Dirense öldürüleceğini de... “Köylere gidip evleri ateşe verirdik. Subayların emirleri buydu. Kaçanları vururduk. Emirlere uymazsak, birliğin arka saflarındaki subaylar bizi vururdu.” Sonra, tecavüze getirdi sözü... Sudan ordusunun bir savaşma yöntemi olarak benimsediği, Birleşmiş Milletler’in Darfur’da “soykırım aracı” olarak kullanıldığını kayda geçirdiği tecavüzlere... “Çarem yoktu. Kaçış yoktu. Kötü şeyler yaptım. Ama hepsinin en kötüsü, küçük çocuklara yaptıklarımızdı...” Nic yutkundu, “Küçük çocuklar ne tepki veriyordu” diye sordu. “Bağırıyorlardı; ağlıyorlardı.” “Bağırınca ne oluyordu?” “İki asker kızı tutardı, bir üçüncüsü tecavüz ederdi. Sonra onu orada, o halde bırakırdık.” “Sizi de küçük bir kıza tecavüz etmeye zorladılar mı?” “Evet, devletin emriydi bu. Yaptım. Aslında tecavüz etmek mümkün bile olmuyordu her zaman.

O kadar iğreniyordum ki kendimden, penisim sertleşmiyordu. Subaylar seyrederken, tecavüz ettiğime inansınlar diye donumu indirip çocukların üstüne yatıyordum. Onları eziyordum. On, on beş dakika üstlerinde kalıyordum.”

* * *

Sudan ordusundan kaçmayı sonunda başarıp İngiltere’ye sığınan bu eski askerin CNN’de anlattıkları, Darfur soykırımından küçücük bir kesit. Askerlerini çocuklara tecavüz etmeye zorlamak, Ankara’nın muhatap aldığı, “masum” saydığı, “dost” gibi ağırladığı Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in “insanlığa karşı işlediği suçun” küçücük bir parçası. Ankara, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin El Beşir hakkında aldığı tutuklama kararının “yanlış zamanlaması”ndan dem vururken, bu suçları bilmeden mi konuşuyor?

Darfur’da beş yıl içinde 300 bin insanın öldürüldüğünü, iki buçuk milyon insanın köylerini terke zorlandığını hesaba katmadan mı konuşuyor başkentimiz? Arap kökenli olmayan kabilelerin köylerini terk etmesi için kullanılan baskı yöntemlerinin arasında, bazıları henüz on yaşında bile olmayan kız çocuklarının ırzına geçilmesinin de bulunduğunu bilmiyor mu Türkiye Cumhuriyeti hükümeti? Bu çocukların bazen üç değil, beş değil, tam yirmi askerin tecavüzüne uğradığını Ankara bilmiyor mu?

Irzına geçilen çocukların dünyaya getirdiği “tecavüz meyvesi” çocuklara, Sudan ordusunun işbirliği yaptığı milislerin adıyla “Cancavid bebekleri” dendiğini hiç mi duymadı Başbakan Erdoğan? Bu kadar cahil bir başkentimiz, bu kadar cahil bir hükümetimiz olabilir mi? Hiç sanmıyorum. Ve çok utanıyorum.

06/03/2009 Yasemin ÇOGAR