3 Şubat 2010 Çarşamba

Adil Gür: 'orduya güven en düşük noktada'

Adil Gür: 'orduya güven en düşük noktada'


"Ergenekon soruşturmasından önce, orduya güven yüzde 90 civarındaydı. Halkın orduya güveni, 63,4 'e düştü yüzde oğlu darbe ve suikast iddialarıyla. "

"Bugüne dek Türkiye'de orduya güven yüzde 80'lerin altına hiç düşmemişti. Üstelik biz araştırmayı yaptığımızda henüz Balyoz harekatı haberleri yoktu. "

"Ak Parti'nin oyu yüzde 32-33'e indi. Bir BUÇUK aydır buralarda duruyor. Yerel seçimde yüzde 38,4 oy alan Ak Parti, o günkü oyunun dört-beş puan altında. "

* * *

NEDEN: ADİL GÜR
Türkiye, biraz Paldır küldür de olsa ciddi değişimlerden geçiyor. Bugüne dek rastlanmamış biçimde gerçeklerle yüzleşiyor. Sorunlarını çözmeye uğraşıyor. Ordunun birçok planı ortaya çıkıyor. Peki, bütün bunlar Siyasete nasıl yansıyor? Insanlarımız hangi konularda nasıl tepki veriyorlar? Şu anda seçim yapılsa, Siyasi Partilerin alacağı oy oranları ne? Kimler hangi partiye oy veriyor? Kürt açılımı siyaseti nasıl etkiliyor? Hangi parti hangi partiden oy alıyor? Hangi partinin seçmenleri kendilerini nasıl tarif ediyor? Ekonominin Siyasete etkisi nasıl gözüküyor? Bütün bu konuları, geçen seçimlerin sonuçlarını en doğru şekilde önceden saptayan, Türkiye'nin önde gelen güvenilir Kamuoyu araştırmacılarından A ve G Araştırma Şirketi'nin sahibi Adil Gür'e sorduk. Hukuk Fakültesi'ni bitiren Adil Gür her ay Türkiye genelinde araştırmalar, Kamuoyu yoklamaları ve saha çalışmaları yapıyor. Açılımla ilgili de son dönemde pes peşe beş araştırma yapan Adil Gür, son seçmenin kimliği ve tercihiyle ilgili Kamuoyu araştırmalarını da 26-27 aralıkta ve ocakın ilk haftasında gerçekleştirdi.

* * *

Son zamanlarda, askerlerin hazırladıkları çeşitli darbe planlarıyla ilgili belgeler yayımlanıyor. Ergenekon Kapsamında Gömülü silahlar ortaya çıkıyor. Subaylar tutuklanıyor. Bütün bunlar askerin halk nezdindeki imajını nasıl etkiliyor?

Biz bu ayın ilk haftasında bir araştırma yaptık. "Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddiaları ve darbelerle ilgili gündeme gelen haberler sizin orduya olan güveninizi azalttı mı" diye sorduk. Böyle bir soru bir Kamuoyu araştırmasında ilk kez soruldu. Bu soruya yüzde 36,6, "Evet, benim orduya olan güvenim azaldı" dedi. Yani her yüz kisiden 37'si, "Son zamanlardaki darbe veya suikast iddiaları orduya benim güvenimi azalttı" diyor.

Daha önce orduya güven neydi?

Ergenekon soruşturmasından önce orduya güven yüzde 90 civarındaydı. Ergenekon tartışmalarıyla birlikte güven yüzde 80-82'ye düştü. Yüzde Darbe ve suikast iddialarıyla da 63,4 'e geriledi. Yani son dönemde halkin yüzde 15-20'sinin daha orduya olan güveni azaldı. Büyük bir oran bu. Araştırmada ayrıca, erkekler ve kadınların orduya güveni de farklı çıktı.

Kim daha çok orduya güveniyor?

Her yüz erkekten Kirki orduya güvenim azaldı derken, kadınlar daha ordudan yana durdular. Orta ve üst yaş grubundakilerde de Gençlere oranla orduya güven daha fazla düştü. Bunun nedeni, orta yaş grubundakilerin geçmiş darbe dönemlerinin vahametini bilmeleri olsa gerek.

Insanlar orduyla ilgili ne düşünüyorlar?

Bugüne dek Türkiye'de orduya güven yüzde 80'lerin altına hiç düşmemişti. Üstelik biz bu araştırmayı yaptığımızda Balyoz harekâtıyla ilgili cami bombalama gibi senaryolar ortada yoktu. Bugün Balyoz harekâtıyla ilgili haberlerin yarattığı tartışma, Şimdiye kadarki darbe planlarının ve iddialarının yarattığı tartışmadan çok daha fazla. Önümüzdeki aylarda yapacağımız Araştırmalarda bunun sonuçlarını göreceğiz. Orduya olan güven daha da olumsuz etkilenebilir.

Peki, partilere göre orduya olan güvende bir farklılık var mı?

Evet var. Insanların orduyla ilgili düşünceleri sadece cinsiyete, yaş grubuna göre değil, partilere ve Eğitime göre de değişiyor. Eğitim yükseldikçe "orduya olan güvenim azalmadı" diyenlerin oranı yükseliyor. Bunun nedeni, bu ülkede eğitimliler CHP seçmenidir. Sadece üniversite mezunları oy kullansa, CHP bu ülkede tek başına iktidar olur. Üniversite Mezunları açýsýndan CHP hep birinci partidir. Türkiye'de sadece ilkokul mezunları ve düşük gelir grupları oy kullansa, Ak Parti yüzde 50'den fazla oy alır. Gelelim orduya olan güvene ... Bir kere insanlar, bu tip sorulara mensup oldukları partinin söylemleri doğrultusunda cevap veriyorlar.

Peki, AKP'liler bu soruya ne cevap verdiler?

Her yüz Ak Parti seçmeninin 41,3 'ü, onun yüz CHP seçmeninin 24'ü, onun yüz MHP seçmeninin de 31'i "orduya güvenim azaldı" diyor. CHP'lilerin yüzde 72'si, MHP'lilerin "orduya güvenim azalmadı" diyor ise yüzde 67'si. DTP'lilere yani Barış ve Demokrasi Partililere gelince, yüzde 71,8 'i "azaldı" diyor güvenim orduya. Yaptığımız bu ankette Abonelerimiz için, orduya güven konusu ilk kez bu şekilde soruldu ve işte bu sonuçlar çıktı.

Ordu her zaman en güvenilir olan kurum olarak çıkardı Araştırmalarda. Niye Ordu en güvenilir kurum olarak görünüyordu?

Mehmetçik dediğimiz şey, Muhammed'in ordusu anlamına geliyor. Herkes çocuğunu Peygamber ocağına gönderiyor. Sorarım size, insanlar güvenmediği bir yere çocuğunu hiç teslim eder mi, gönderir mi? İnsanlar gönül huzuruyla çocuklarını oraya emanet ediyorlardı. Orduya olan güvenin yıllar boyunca çok yüksek olmasında, 'Peygamber ocağı' algısının büyük etkisi var. Ayrıca şu da söz konusu. Osmanlı döneminde saltanata duyulan sevgi ve güven, Cumhuriyet'le birlikte orduya yöneldi.

Padişahın yerini ordu mu aldı?

Evet. Toplum olarak biz orduyu saltanatla özdeşleştirdik. Eskiden devletin sahibi padişahtı, Cumhuriyet döneminde devletin sahibi ordu oldu. Orduya, 'Peygamber Ocağı' dediğimiz için, ona, Çocuklarımızı emanet Ettiğimiz için ve onu saltanatın yerine koyduğumuz için hep 'Kol kırılır, yen içinde kalır' Yaklaşımıyla davrandık ve orduyu hiç şikayet etmedik. Aslında Türkiye'de son dönemlerde sadece orduya değil bütün kurumlara olan güven yıprandı.

Gerçekler ortaya çıktıkça her şey açıkça tartışıldıkça, her şey gibi güven meselesi de normalleşiyor ve insanlar, kurumlara hak etmedikleri güveni artık göstermiyor ve olamaz mı? Acaba insanlar, kurumlara nihayet hak ettikleri güveni mi göstermeye başlıyorlar? Mesela Sivil Siyasete güven artıyor mu?

Hayır artmıyor. Kavgacı, çatışmacı sert söylemler yüzünden Sivil siyasetçilerin imajı da gelişmiyor. Karşısındakine vurdukça, aslında kendisine de vuruyor siyasetçi. Bugün hükümete güven yüzde 35 iken, muhalefete güven yüzde 20 bile değil. Insanların yüzde sekseni muhalefete ve medyaya güvenmiyor. Yargıya da güvenmiyorlar. Biz araştırmalarımızda insanların algılarını ölçüyoruz ve uzun yıllardır bu sonuçlar çıkıyor.

Bugün seçim olsa Halkın oylarının nasıl dağılacağını biliyor musunuz?

"Bugün seçim olsa ne olur?" Diye hem 26-27 Aralık 2009'da hem de bu ayın ilk haftasında birer araştırma yaptık. Ocak ayında 2.412 kişiyle görüştük. Bu Araştırmanın sonucuna göre, Ak Parti'nin oyu yüzde 32-33 bandına kadar indi. 2009 yerel seçimlerinde yüzde 38,4 oy alan Ak Parti, o günkü oylarının dört, beş puan altında seyrediyor.

Sizin araştırmanıza göre diğer Partilerin oylarında nasıl bir gelişme yaşanıyor? CHP'nin oy oranı ne şu anda?

CHP'nin oy oranı yüzde 21-22 bandında. 29 Mart yerel seçimlerinin bir puan altında. CHP'nin, 2009 mayıs, haziran aylarında oyu yüzde 26-27'ye kadar çıkmıştı. Önce Kürt açılımındaki tavrı nedeniyle batıda büyük şehirlerde yaşayan, AKP'ye oy vermeyip CHP'ye oy veren Kürtleri kaybetti. Sonra Onur Öymen'in açıklamaları nedeniyle Dersim Kürt Alevilerin oylarını bir miktar yitirdi. Böylece CHP'nin oyu 2009'un yaz başından bu yana beş puan geriledi.

MHP'nin oy oranı ne oldu?

Oyu üç, dört puan arttı. Yüzde 20'ye yaklaştı. MHP'nin son seçimde oyu yüzde 16'ydı. CHP Toplumun kendisinden beklediği değişimi yapmazsa, MHP de bu arada Dindar ve muhafazakâr seçmenleri kazanacak Politikalar uygularsa, MHP, CHP'yi geçebilir ve ülkede ikinci parti olabilir. Çünkü CHP Düşerken MHP yükseliyor, MHP Düşerken CHP yükseliyor. CHP yüzde 26-27'ye çıktığında, MHP 15 ve yüzde altına düşmüştü. Bu yüzden bu iki partinin iktidar alternatifi olabilmesi için toplam oyun artması lazım. Aslında şu da var. CHP'nin sorunu Deniz Baykal değil. Partinin sorunu, CHP'nin söylemi, duruşu ve Yönetimi.

CHP'nin politikasını Baykal belirlemiyor mu sizce?

Belirlemiyor. CHP'nin delegelerini hangi ekip belirliyorsa, partinin politikasını, söylemini de o ekip belirliyor. Sivas'taki, Balıkesir'deki delegeleri Baykal belirlemiyor bence. CHP'nin sekiz, on kisiden Oluşan öyle katı duruşlu ve ketum bir yönetimi var ki ...

DTP'nin yerine kurulan Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP'nin) oy oranı ne oldu peki?

DTP-BDP'ninki 7'lere çıktı den yüzde 5,7 'yüzde. Hatta bir ara yüzde 7,5 oldu. Son dönemde artan oyu iki parti var. Biri MHP, diğeri DTP-BDP. Ikisi de milliyetçi Partiler. Dediğim gibi son Araştırmada MHP'nin oyu yüzde 19-20 çıktı. Saadet'inki yüzde 5, DSP'nin ve Abdüllatif Şener'in oy oranları da yüzde 3 civarında oldu. Seçimlere kadar Seçmen tercihleri değişebilir tabii. Türkiye'nin önünde önemli meseleler var. Anayasa değişikliği, darbe tartışmaları ve açılımlar var. Ama Türkiye de artık 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren seçim sürecine girdi.

Sizce erken seçim olabilir mi?

Dediğim gibi Türkiye bu ay başından itibaren bir seçim sürecine girdi. Artık bundan sonra yapılacak bir seçimin erkeni ya da zamanında yapılanı yoktur. Başbakan'ın, ekim, kasımda seçim isteyenleri vatana ihanetle neden suçladığını anlamış değilim. Başbakan, seçimi mart, Nisanda yapabiliriz diyor. Nisanla kasım arasında şunun şurasında kaç ay var ki ... Burada seçime karar verecek olanlar Meclis'te 337 gibi bir çoğunluğa sahip olan Ak Parti milletvekilleridir. AK Parti, kazançlı çıkacağını hissettiği onu bir seçime gidebilir. Normalde 18 Temmuz 2011'de yapılacak olan seçim, üç ay sonra da olabilir, 2010'un sonunda da olabilir. Ya da 2011'in baharına kalabilir.

AKP'nin Oyları Kürt açılımından etkilendi mi?

AK Parti'nin oyunun 5 düşmesinin iki ana nedeni var puan. Bir ekonomi, iki Açılım. Her ne kadar ekonomik kriz 2008 ekiminde çıktıysa da, halkin krizi yaşaması ve derinden hissetmesi günden güne artıyor. Mesela 2009 martında, halkin yüzde 45'i Hükümeti ekonomik krizden sorumlu tutarken, 2009 aralıkında yüzde 58 Hükümeti sorumlu tuttu. Anlayacağınız, 2008'de Krizin etkileri halka başlayan altı, yedi ay sonra katlanarak yansımaya başladı. AK Parti'nin oyunun düşmesinde ikinci neden de Açılım sürecini iyi yönetememesi oldu.

Habur olayı, oyunu nasıl etkiledi?

27 Nisan muhtırası, Anayasa Mahkemesi'nin 367 Kararı Ak Parti'nin oylarını nasıl arttırdıysa, Habur da oylarını öyle azalttı. Habur seçmenin hafızasında derin iz bıraktı. DTP'nin Diyarbakır ve Habur gösterileriyle Ak Parti bir miktar daha oy kaybetti ve 32-33'e kadar indi.

AKP'nin oylarında düşüş sürüyor mu?

AK Parti bir BUÇUK aydır daha fazla oy kaybetmiyor, buralarda duruyor. Eğer 18 ekimde Habur'daki görüntülerden sonra bir seçim yapılsaydı yüzde 30'dan daha az oy alacaktı. O görüntüler kamuoyunda infiale neden oldu. Aynı şekilde 'Bir dakika' haftasında seçim yapılsaydı yüzde 50 oy alacaktı.

AKP'nin kaybettiği Oyları kim aldı?

Türkiye'de son dönemlerde çok şey değişti. Birkaç yıldır 'Uzaklar yakın, yakınlar uzak' oldu.

Anlamadım ...

Bu, şu demek. Beş Yıl Önce AKP'den vazgeçen birinin MHP'ye veya Saadet Partisi'ne gitmesini beklerdiniz mantık gereği. Halbuki şimdi MHP; CHP'den oy alıyor. CHP'nin de MHP'den ... Abdüllatif Şener ve Saadet'in yanı sıra Mustafa Sarıgül de Ak Parti'den oy alıyor. Sarıgül'ün yanındaki insanların Baykal muhalifi eski CHP'lilerden oluşması nedeniyle kamuoyunda, 'Sarıgül, CHP'den oy alacak' diye yanlış bir algı var. Sarıgül, CHP'den daha çok Ak Parti seçmeninden oy alıyor. Halbuki bakıyorsunuz .. MHP CHP'den alıyor, CHP'nin MHP'den oy alıyor. Biri, dünün sol partisi, diğeri dünün merkezin de sağında olan bir partisi ...

Mustafa Sarıgül kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan biri. Niye CHP'den daha az oy alıyor?

CHP'de şöyle bir Yerleşik Seçmen Davranışı var. "Ben partinin yönetiminden ve politikalarından memnun değilim ama, oyumu bölersem AKP'nin önünü açmış olurum" diyor CHP seçmeni. Bu yüzden, Sarıgül'ün sadece eski CHP'lilerden Oluşan siyasi bir oluşumla işi çok zor.

Niye zor?

Çünkü Mustafa Sarıgül, Tayip Erdoğan tipinde bir siyasetçi. "Sarıgül'e oy verebilirim" diyen kitleler, daha çok varoşlarda yaşayan düşük gelirli ve düşük eğitimli insanlar. Sarıgül, partisinin vitrinine Dindar, muhafazakâr, milliyetçi isimler koyduğu takdirde, Ak Parti'ye alternatif olur.

Siz bu Sektörün eskilerindensiniz. Siyasi havayı ölçen anketler yapıyorsunuz yıllardır. Anket sonuçları Seçmen tercihlerini değiştirir mi?

Anket sonuçları asla ve kata seçim sonuçlarını değiştirmez. Seçmen tercihleriyle ilgili Kamuoyu araştırmalarının sonuçları, insanlara sadece bir fikir verir.

Seçmen Kamuoyu araştırmalarından etkilenmez mi?
Türkiye'de maalesef bazı kişi veya kurumlar veya SİYASİ PARTİLER anket sonuçlarıyla seçmenin etkilenebileceğini zannederler. Oysa Seçmen anket sonuçlarından etkilenmez. Seçmenlerin çok küçük bir kısmı anket sonuçlarından etkilenebilir. Kimi güçlü olana oy verebilir. Kimi de tam tersi, "güçlü olan kazanıyor zaten. Bari ben gönlümdekine oy vereyim, o da varlık göstersin "diyebilir. Bu nedenle anketlerin Seçmen tercihlerine olan etkisi, bizim araştırmalarımıza göre nötrdür. Açık konuşalım ...

Evet ...

Aslında bu anketlerin sonuçları, siyaseti finanse edecek olanları, o parti için Çalışmayı ve aday olmayı düşünenleri etkiliyor. İnsanlar güçlü anketlerden çıkan partilere yöneliyor, seçimlerde onları finanse edip, onlardan aday olmaya çalışıyor. Bu yüzden Siyasi Partilerin bu anketlerde güçlü görünmeleri, hem teşkilatlarını diri tutmak açısından hem de siyasetin finansmanını sağlamak bakımından çok çok önemlidir.

YARIN:
Türk toplumunu hangi değer birleştiriyor?
AKP seçmeni açılımı destekliyor mu?
Güneydoğu'da otonomiyi kimler istiyor?
Kapatılan DTP'nin Oyları Kürt açılımıyla arttı mı?
CHP hangi Kürtleri kaybetti?

Adil Gür: 'Türkle Kurdu' din 'birleştiriyor'

Adil Gür: 'Türkle Kurdu' din 'birleştiriyor'

"CHP'nin Kürt açılımındaki olumsuz tavrı nedeniyle Adana, Mersin, Antalya, İzmir gibi yerlerde CHP'ye oy veren Kürtler şimdi DTP diyor ve DTP'nin oyu artıyor."

"Kürtlerin de çoğunluğu Öcalan'a AFFA karşı. Genel KAMUOYUNUN yüzde 87'si, yüzde 64'ü ise Kürtlerin Öcalan'a AFFA "Hayır" diyor. DTP'liler ise "Evet" diyor. "

"Halka" Sizi birarada ne tutuyor? Dil mi, bayrak mı, aynı Toprakta yaşamak mı, din mi "diye sorduk. Halkın, "Bizi birarada tutan en önemli şey din" dedi u 72,5 'yüzde. "

* * *

İKİNCİ BÖLÜM ...

Dün birinci bölümünü Okuduğunuz söyleşiyi, kaldığımız yerden yayımlamaya devam ediyoruz.

* * *

NEŞE Düzel: AKP'nin Oyları Kürt açılımından etkilendi mi diye sormuştum ...

ADİL GÜR: Etkilendi. Oyunun beş puan düşmesinin ana nedeninden biri ekonomik kriz, diğeri de açılımdaki basiretsizliği oldu. Eğer AK Parti, açılımı toplumdaki din kardeşliğini ön plana çıkararak yapsaydı, Açılım sürecini daha iyi yönetebilirdi. Ama Anayasa Mahkemesi tarafından Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak kabul edilen bir parti din üzerinden bir Söylem geliştiremez. Anında başı derde girer. Oysa biz, Açılım Sürecinde beş tane araştırma yaptık ve şunu gördük. Türkiye'de Türkler ve Kürtler asla çatışmazlar.

Niye? Nasıl bu kadar eminsiniz?

Provokatif olaylarda 50 kişi çatışır o kadar. Zaten çıkan sokak olaylarında da katılanların sayısını görüyorsunuz. Biz Araştırmalarda, "Sizi birarada ne tutuyor? Dil mi, bayrak mı, aynı toprak üzerinde yaşamak mı, din mi "diye sorduk. Halkın, "Bizi birarada tutan en önemli şey din" dedi u 72,5 'yüzde. Aslında halk açılıma karşı değil. Biz beş tane araştırma yaptık, halk açılıma karşı değil. Açılım sürecinin yönetiliş biçimine karşı.

Halka bunu sordunuz mu?

Evet sorduk. Eğer Açılım, baştan etnik kimlik üzerine oturtulmasaydı, Kürt, Alevi, Roma vb. gibi parçalanmasaydı halkin tepkisi farklı olurdu. Eğer Açılım ayrı başlıklar altında değil de, türban sorunundan Diyanet'ten, bir bütün olarak "Demokratikleşme ve insan hakları Açılımı" adı altında, tüm insan hakları ihlallerini kapsayacak bir biçimde bu ülkedeki herkesin hakkı ve hukuku için geniş bir anayasa paketiyle alamayan Alevi yurttaşların meselesine ödeme yapılsaydı bugünkü noktaya gelinmezdi. Çünkü ayrı ayrı Açılım başlıkları altında aidiyetler öne çıkarılınca, Herkes Kendi kimliğine sahip çıkmaya başlıyor. Kürt denince, diğeri de ben Türküm, Çerkesim diyor. Alevi deyince, hemen öbürü de ben Sünniyim diyor ve açılımdan geri çekiliyor.

Bu söylediklerinizi araştırmaya dayanarak mı söylüyorsunuz?

Söylediklerimin hepsini, araştırmaların sonuçlarına dayanarak söylüyorum. Bakın ... Haziran 2009'da "Devlet Kürt sorununun çözümünde silahlı mücadele dışında farklı adımlar atmalı" diyenlerin oranı yüzde 69 çıkarken, Açılım konuşulmaya başlandıktan sonra, bu oran ağustosta yüzde 46'ya, ekimde yüzde 32'ye, kasımda yüzde 31'e düştü. Halka, Açılım sürecinin ADI VE yönetiliş biçimi yanlış geldi. DSP için 26-27 aralıkta Yaptığımız oğlu Kamuoyu araştırmasında biz halkin açılıma desteğini gen sorduk.

Sonuç ne çıktı?

Açılıma "Evet" diyenler yüzde 27, "Hayır" diyenler yüzde 64 çıktı. Bu gerilemede, CHP ve MHP'nin de etkisi oldu tabii ... Haziranda MHP seçmeninin yüzde 70'i, CHP seçmenin yüzde 80'i de açılıma "Evet" derken, partilerinin sert Muhalefeti sonucunda CHP ve MHP seçmenlerinin yüzde 80'i açılıma "Hayır" diyen tarafa geçtiler.

Peki AKP seçmeninin tamamı açılımı destekliyor mu?

AK Parti seçmeni Açılım konusunda ikiye bölündü. Açılıma, yüzde 47,5 'i "Evet", yüzde 46'sı da "Hayır" diyor. AK Parti seçmeni, Habur görüntülerinden dolayı bu hale geldi. Yoksa biz Araştırmalarda her şeyi madde madde sorduk. Dediğim gibi insanlar başta açılıma karşı değildi. Bakın ... Çocuklara Kürtçe isim konmasına, köylerin, kasabaların eski isimlerini kullanma hakkına Türklerin yarıdan fazlası da "Evet" diyor.

Kürtçe Eğitime ne diyorlar?

Kürtçe eğitim hakkı, "resmi dil Kürtçe olacak" gibi algılandığı için cevap "Hayır" çıkıyor ama, soru, "Okullarda seçmeli Kürtçe dersi" olarak sorulsa, Türklerin buna cevabı da "Evet" çıkabilirdi. Mesela biz lider kadrosu dışında PKK'lılara af getirilmesi konusunu da halka sorduk.

Türkler buna ne dediler?

Lider kadrosu dışında PKK'ya af çıkarılmasına Türkiye Toplumunun yüzde 72'si "Hayır", yüzde 27,7 'si "Evet" diyor. Kürtlerin si ise "Evet" diyor 66,7 'yüzde. PKK'nın lider kadrosu da dahil af edilmesine gelince ... Buna Toplumun yüzde 85,5 'i "Hayır" diyor.

Bazı Kürtler de mi "Hayır" diyor?

Kürtlerin yüzde 50'si "Hayır" diyor lider kadrosunun affı söz konusu olduğunda. Çünkü bugün onun dört Kürtten ikisi değil, sadece bir buçuğu DTP'li. Buna sadece DTP'liler "Evet" diyor. Biz, Öcalan'ın AFFIN da sorduk. Genel KAMUOYUNUN yüzde 87'si, Kürtlerin ise yüzde 64'ü Öcalan'ın affedilmesine "Hayır" diyor.

Nasıl? ..

Şöyle söyleyeyim ... Kürtlerin de büyük çoğunluğu buna "Hayır" diyor. Her yüz kurdun 64'ü Öcalan'a AFFA "Hayır" derken, DTP'ye oy verenlerde durum değişiyor. DTP seçmeninin yüzde 76,5 'u Öcalan'a AFFA "Evet" diyor. Bir çarpıcı sonuç da şu ... Güneydoğu'da kendi Meclisi, polisi, memuru olan otonom bir Kürt bölgesine izin verilmesine de sadece halkin yüzde 10'u "Evet" diyor. Yüzde 90 "Hayır" diyor. Hatta Kürtlerin yüzde 79'u, DTP'lilerin de yüzde 64'ü otonomiye "Hayır" diyor.

"Evet" diyenler kim peki?

"Evet" diyenlerin çoğunluğu Kürt değil. "Evet" diyenler Batı'da yaşayan beyaz Türkler. Biz iki kere bu konuda araştırma yaptık. Biri Ağustos 2009, diğeri Ekim 2009 ... Halk bölünme endişesi taşımıyor. Yüzde 58, "Bu Açılım sonucunda Türkiye bölünmez" diyor. Halkın yüzde 42'si endişe taşıyor. "Hükümet bu sorunu çözebilir mi" diye sorduk. Halkın çoğunluğu "Hükümet bu sorunu çözemez" diyor. "Çözemez" diyenlerin oranı ağustosta yüzde 47'yken ekimde yüzde 54 oldu. "Evet, çözer" diyenler yüzde 21'de, "Belki" diyenler de yüzde 24'te kaldı.

Kapatılan DTP'nin Oyları Kürt açılımından ve Habur olayından etkilendi mi?

Halk, henüz Barış ve Demokrasi Partisi demeye alışmadığı için biz de anketlerimizde Hala "DTP-BDP" diyoruz. Açılım sürecinde, her durumda karli çıkan bir parti DDTP-BDP. Zaten ideolojik partilerde daima böyledir. Açılım olduğu takdirde, "Biz, parti olarak direndiğimiz için Açılım oldu" diyecek. Açılım olmadığında da, "gördünüz mü, bunlar size haklarınızı vermediler" diye oy kazanacak. DTP yakın zamana kadar sadece Doğu ve Güneydoğu'nun sınırlı bir bölgesinden oy alan Bölgesel bir partiydi.

Artık bölge partisi değil mi?

Olumsuz tavrı nedeniyle Adana, Mersin, Antalya, İzmir gibi yerlerde de CHP'ye oy veren Kürtlerin bir kısmı şimdi "DTP" diyor CHP'nin Kürt açılımındaki. DTP-BDP'nin Oyundaki artış da zaten buradan kaynaklanıyor. Yoksa Bölgedeki oyu artmadı. DTP-oyu BDP'nin bölgenin dışında arttı. DTP-BDP sadece Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki Kürtlerin değil, Türkiye'deki Kürtlerin de partisi olma yolunda. Yani Kürtlerin Türkiye partisi olma yolunda DTP-BDP.

Kürt Oyları CHP'nin oylarını etkiliyor mu peki?

Tabii etkiliyor. CHP'nin oyunun yüzde 26-27'den yüzde 22'ye düşmesinde önemli ödemek Kürt oylarındaki gerilemedir. CHP, hem Kürtlerin bir kısmını kaybetti hem de bazı eğitimli zengin beyaz Türkleri kaybetti.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YARIN:
Türkiye'nin ruh hali değişti mi?
Türkiye Toplumunda Seçmen kendini nasıl tanımlıyor?
Siyasi partilere kimler oy veriyor?
AKP'nin, MHP'nin, CHP'nin, kendini nasıl tarif ediyor?
Ekonomik durumun oylara etkisi ne?

Adil Gür: 'Türkiye'nin ruh hali değişti'

Adil Gür: 'Türkiye'nin ruh hali değişti'

"Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz diye sorduk insanlara. Toplumun ortak paydası Atatürkçülük çıktı. Her iki kisiden biri "Ben Atatürkçüyüm" diyor. "

"Milliyetçilik ikinci, üçüncü Laiklik, dindarlık dördüncü sırada geliyor. Her yüz kisiden 35'i laikim derken, 29'u dindarım diyor. Türkiye, denenin aksine dindarlaşmıyor. "

"Ekonomi oyların yüzde 70'ini etkiliyor. 2008 başından beri halkta yoksulluk algısı başladı. "AKP döneminde Türkiye fakirleşti, ben yoksullaştım" diyor halk. "

* * *

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ...
Araştırmacı Adil Gür'le Yaptığımız söyleşinin üçüncü ve son bölümüne dün kaldığımız yerden devam ediyoruz.

* * *

NEŞE Düzel: Partilere oy verenlere gelirsek ... AKP'ye kimler oy veriyor?

ADİL GÜR: AK Parti Ağırlıklı olarak kentlerde ve kırda oy alıyor. Büyük şehirlerde ise oyu, Türkiye ortalamasının altında kalıyor. AKP'ye oy veren kesim, daha çok, çalışan ve para kazanan 28-43 yaş grubundan oluşuyor. Eğitim seviyesi yükseldikçe AK Parti'nin Oyları düşüyor. CHP'nin Oyları ise eğitim seviyesi yükseldikçe artıyor ve büyük şehirlerde CHP daha çok oy alıyor. AKP ile CHP'nin benzeştiği bir konu var.

Nedir o?

Her ikisinin de seçmeni kadın Ağırlıklı. Her ikisi de yarıdan fazla oyu kadınlardan alıyor. 29 Mart yerel seçimlerinde de zaten kadınlar erkeklerden 6,7 puan daha fazla AK Parti'ye oy verdiler. Yüzde 38,5 'luk oy oranında tutunmasının en önemli nedeni kadınlar oldu.

MHP'ye kimler oy veriyor?

MHP Ağırlıklı olarak kentlerde Ortaokul ve lise eğitimlilerden oy alıyor. MHP seçmeni çok erkek Ağırlıklı bir Seçmen. Neredeyse her dört seçmeninin üçü erkek. Eğer MHP'nin onu erkek seçmeni, annesine, kız kardeşine, eşine, sevgilisine MHP'ye oy verdirmeyi başarabilseydi, MHP birinci parti olurdu. Bir de şu var. Türkiye'de her iki gençten biri hayatının bir döneminde muhakkak MHP'ye oy veriyor Yetişen. Ama bu gençler daha sonra anne baba konumuna geldiklerinde ve iş, güç sahibi olduklarında MHP'den uzaklaşıyorlar.

DTP'ye kimler oy veriyor?

En Düşük eğitimli ve en düşük gelirli Seçmen DTP seçmeni. Tabii ki aralarında zengin seçmenler var ama genelden söz ediyorum ben. Araştırmalarımız çok çarpıcı sonuçlar veriyor. Diyarbakır'da hâlâ her iki Kadından biri okuma yazma bilmiyor. 44 yaş üstündekilerde onu dört Kadından üçünün ise okuma yazması yok. DTP seçmeninin neredeyse tamamı Kürt açılımına "Evet" diyor. Parti kapatıldığında bile Seçmen açılımdan yanaydı. DTP'nin başkanlarından Emine Ayna "Açılım bitmiştir" dediğinde, DTP seçmeninin destekliyordu açılımı yüzde 80'i

Peki, Siyasi Partilerin aldığı oylar neye göre değişiyor?

Temel neden ekonomi. Türkiye'de her yüz seçmenden 25-30'u ideolojik, etnik vesaire nedenlerle oy veriyor. Geri kalan yüzde 65-70'lik kitle ise partisini değiştirebiliyor. Yani yüzde 65-70'lik kitle 'yüzer gezer oylar' oluyor. Bunlar bugün burada, yarın başka yerde bulunuyor. İki Hafta önce Yaptığımız Araştırmada, Türkiye'de her yüz seçmenden yarısı kendisini sağcı ya da Solcu olarak tanımladı.

Kaçı sağcı, Solcu Kaçı?

Yüzde 30 "Sağcıyım" diyor. Yüzde 18 "Solcuyum" diyor. "Merkezdeyim" diyenler yüzde 21 çıkıyor. Eğer CHP iktidar olmak istiyorsa, yüzde 18'in dışındaki kitleden oy alabilir hale gelmek zorunda.

Ben sağcıyım diyenler kimler?

Eğitim düştükçe "Sağcıyım" diyenler artıyor. Solcular ise daha yüksek gelirli ve eğitimlilerden oluşuyor. Araştırmaya göre, MHP'lilerin yüzde 72'si, AKP'lilerin yüzde 44'ü "Sağcıyım" diyor. CHP'lilerin ise yüzde 54'ü "Solcuyum" diyor. Geri Kalani da "Hiç biriyim" ya da "Merkezdeyim" diye cevap veriyor. Araştırmada "Atatürkçü, laik, milliyetçi, Dindar, sosyal demokrat ve demokrat" sıfatlarını saydık ve "Kendinizi bunlardan hangisiyle tarif edersiniz" diye sorduk.

Sonuç ne çıktı?

Sıradaki ilk Ortak Payda ya da ortak paydaymış gibi davranılan nokta 'Atatürkçülük' çıktı. Her iki kisiden biri "Ben Atatürkçüyüm" diyor. Atatürkçülükten sonra, ikinci Ortak Payda olarak 'milliyetçilik' geliyor. Her yüz kisiden 44,6 'sı "Milliyetçiyim" diyor. Üçüncü Payda da 'Laiklik' oluyor. Her yüz kisiden yüzde 34,8 'ü "Ben laikim" diyor.

"Dindarım" diyenlerin oranı ne?

Her yüz kisiden 29,3 'ü de "Ben dindarım" diyor. Buradan da görülüyor ki, Türkiye söylenenlerin aksine dindarlaşmıyor, muhafazakârlaşmıyor.

Peki, halk niye o zaman "Ben dindarım ve muhafazakârım" diyen bir partiyi seçiyor, iktidara getiriyor?

Türk halkı bundan sonra da muhafazakâr ve Dindar Partiler tarafından yönetilecek. Çünkü bu dindarlık illa eşinin Basının kapalı olması ya da adamın beş vakit namaz kılması değil. Türkiye'de dindarlıktan ve muhafazakârlıktan anlaşılan şey, rahmetli Özal'ın muhafazakârlığı kadar bir muhafazakârlık. Lider yeri geldiğinde Cuma'ya da gider, başka bir zaman da içkisini İçer. Insanlar seçkinler tarafından küçümsenmemek, ötekileştirilmemek istiyorlar. Araştırma sonucuna göre, AKP seçmeni kendisini şöyle tanımlıyor: "Ben dindarım, muhafazakârım, milliyetçiyim" diyor.

CHP seçmeni kendisini nasıl tanımlıyor?

O da kendisini "Atatürkçüyüm, laikim, milliyetçiyim" diye tanımlıyor. MHP seçmeni ise "Milliyetçiyim, Atatürkçüyüm, laikim" sıralamasıyla kendini tarif ediyor. Bundan da anlaşılıyor ki, AK Parti'nin alternatifinin 'Dindar, muhafazakâr ve milliyetçi' bir parti olması lazım. AK Parti'ye oy veren seçmenlerin önemli bölümü, "Ekonomi iyi Gitmiyor. Hükümet başarısız. Yoksullaştım. Türkiye'nin bir yıl sonrası daha kötü "dediği halde," Kime oy vereceksiniz "diye sorulunca hâlâ AK Parti diyor. "Niye" diye her zamanki cevabı veriyorlar: alternatifi yok ise sorduğunuzda. "

Ekonomideki durumun oy dağılımına etkisi ne?

Yüzde 70'ler mertebesinde ... Türk halkı cebine bakar. 2008 yılının ocak ayı sonundan itibaren halkta bir 'yoksulluk' algısı başladı. "AKP döneminde Türkiye fakirleşti, ben fakirleştim" diyor halk. Bin dolara çıktı üzerinde Hükümet istediği kadar "Fert başına gelir, Enflasyon sıfır oldu, kriz bizi teğet geçti" desin ... Seçmende, 'yoksullaştım' algısı var. Hükümet bu algıyı değiştirirse, oyu artar. Zaten AK Parti'yi de iki ayrı dönemde deðerlendirmek lazım. 2008 yılı ocak ayına kadarki AK Parti 2008 Ocak sonundan sonraki AK Parti Yılı ve. Halkın memnuniyeti bakımından iki dönem arasında müthiş bir fark var.

Rakamlarla bunu nasıl ölçtünüz?

Şöyle ... Yaptığımız oğlu Araştırmada, "Hükümet başarılı" diyenlerin oranı yüzde 55'ten yüzde 25'E düştü. Seçmenin yüzde 50'sinden fazlası "Bir yıl sonra Türkiye daha kötü olacak" cevabını veriyor. Halkın gelecekle ilgili algılarında inanılmaz olumsuz bir rüzgâr esiyor. CHP ve MHP'nin önünde son otuz yılın en büyük 'iktidar olma' fırsatı var. Eğer AK Parti'ye gerçek bir alternatif çıkarsa, insanlar oylarını değiştirebilirler. Araştırmalar tamamen bunu gösteriyor.

Araştırmalar AKP'nin iktidarla vedalaştığını mı gösteriyor?

Araştırmalar şunu gösteriyor. AK Parti seçmenin önemli bir bölümü 'hem ağlarım hem giderim' diyen Gelinler gibi. "Ekonomi iyi Gitmiyor. Ben ve ailem fakirleşti. Biz yoksullaştık. Hükümet başarısız. Türkiye'nin bir yıl sonrası çok daha kötü olacak "diyor. "Peki, kime oy vereceksiniz" diye sorulduğunda da "AK Parti" diyor. "Neden" diye sorduğunuzda, "alternatifi yok" diyor. Oysa 2008 yılı öncesinde insanlar, ekonomik olarak hayatlarından memnundular. Bugün ise çocuklarının geleceğinden kaygılılar, ekonomik açıdan karamsarlar. Mesela "Yedi yıllık AK Parti döneminde Türkiye zenginleşti mi fakirleşti mi" diye soruyorsunuz. Haklın yüzde 52'si yedi yıllık AK Parti döneminde Türkiye'nin fakirleştiğini söylüyor.
Türkiye'nin temel meselesi yoksullaşma, fakirleşme mi çıkıyor?

Insanların 79,6 'sı da yüzde Türkiye'nin temel meselesi olarak işsizliği görüyor. Türkiye'de İşsizlik 2007'den bu yana inanılmaz arttı. 42 senesinde üç bin 200 işsizle Yaptığımız oğlu Araştırmada şu çıktı: Sokaktaki her iki işsizden yüzde 35-40'ı son bir yılda issiz kalmış. Bu kadar vahim bir durum var. Son üç haftadır bu araştırmayla uğraşıyoruz. Üstelik bu işsizlerin bir bölümü asgari ücrete değil, sigortasız çalışmaya bile razılar. Aslında bizim oğlu Araştırmada gördüğümüz şu ki, Türkiye'nin ruh hali değişti.

Ruh hali değişti ne demek?

Biz, Türkiye'nin sorunlarinda altı yılda ne değişti diye baktık. 2003 yılında enflasyon yüzde 30'la Türkiye'nin üçüncü büyük sorunuyken bugün Türkiye'nin sorunları SIRALAMASINDA enflasyon diye bir sorun yok. Ama 2003'te Kürt sorunu yüzde 2,2 'yle ve terör de Binde 6'yla en sonlarda yer Alırken, 38,2' yle halkin geçim yüzde 2009'un sorun SIRALAMASINDA terör sıkıntısı ve işsizlikten sonra üçüncü büyük sorunu olmuş. Bu arada Kürt sorunu yüzde 16,7 'yle dördüncü sıraya yükselmiş. Altı yıl içinde İşsizlik sorunu da 42,4 'ten yüzde 79,6' ya fırlamış ve halkin birinci sorunu haline gelmiş yüzde. Her yüz kisiden 80'i neredeyse en büyük sorunun İşsizlik olduğunu söylemiş. Bir de şu var ... Bugün Halkın yüzde 58'i ekonomik krizden Hükümeti sorumlu tutuyor.

Geri kalan yüzde 40 ne diyor?

Onlar da "Bu kriz dış kaynaklı krizdir" diyor. "2001 krizinden mi yoksa bugünkü krizden mi daha çok etkilendiniz?" Diyorsunuz. Yüzde 64'ü bugünkü krizden daha çok etkilendiğini söylüyor. Bunun nedeni de şu. 2001 krizinden eğitimli kesim etkilenmişti. Bugünkü küresel krizden ise daha çok Esnaf, emekli, çiftçi, işçi etkileniyor. Esnafın yüzde 60'ı, 2001'deki krizden değil, bugünkü ekonomik krizden daha çok etkilendiğini söylüyor.

Niye sizce?

2001 krizi Türkiye'nin kriziydi. Bugünkü kriz ise bir dünya krizi. Bu her kesimde daha fazla yüzden krizden çıkış daha uzun sürüyor ve yakıyor olabilir. Ben burada tarafsız konuşuyorum ve size sadece elde Ettiğimiz araştırma sonuçlarını söylüyorum. Emin olunuz ki Çiftçi, Esnaf aslında kan ağlıyor.

Önümüzdeki seçimlere kadar oy oranlarında büyük değişimler olur mu?

Olabilir. Üç temel etken var. Bir, ekonomi ne olacak? Ekonomik kriz daha da derinleşecek mi? Yoksa AK Parti 2007'li günlere geri dönecek mi? Iki, Açılım ne olacak? Üç, anayasa paketi bir hafta sonra Meclis'e gelecek ve Türkiye belki nisan, Mayısta referanduma gidecek. Referandumun sonucu safra seçim Sonuçlarında etkili olacak. Eğer referandumda yüksek oranda 'evet' çıkarsa, AK Parti o Rüzgarla seçime gidebilir. Tersi olursa daha geç seçime gidilir. Bir de yeni siyasi oluşumlar var. Bu yeni siyasi hareketler de seçim Sonuçlarında etkili olacak. Düşünsenize, bugün henüz partileşmemiş Mustafa Sarıgül'ün oyu bile yüzde 6-7 çıkıyor.

Bu Partilerin, kemikleşmiş Oyları ne kadar?

MHP'nin yüzde 8-9, DTP çizgisinin devamı BDP'nin yüzde 5-6'lık kemikleşmiş Oyları var. Solda yüzde 18-20'lik bir kemikleşmiş oy var. Bu oyun tamamı CHP'ye ait değil. CHP'nin oyunun kemikleşmesi diğer sol partilere de bağlı. Sola yeni bir parti gelirse CHP'nin oyu geri gidebilir.

Unutmayın 2002'de DSP yok oldu CHP var oldu. DSP seçmeni CHP seçmenine çok benziyor. O da, "Ben Atatürkçüyüm, laikim, milliyetçiyim" diyor. Ve gen CHP seçmeni gibi DSP seçmeni de "Ben CHP geleneğinden geliyorum" diyor. Milli Görüş'ün kemikleşmiş oyuna gelince o da 12-13. Bu oy AK Parti ve Saadet Partisi arasında paylaşılıyor.

AKP'nin kendine ait bir kemikleşmiş oyu yok mu?

AK Parti'nin ayrıca kendine ait yüzde 5-6 civarında kemikleşmiş bir oyu var. AK Parti, iktidardan yararlanan, menfaat saglayan bir kitle yarattı. Düne kadar ayakkabı alacak parası yoktan bugün cipe binen bir adam yarattı Bunlar asla AK Parti'yi terk etmezler. Dolayısıyla bu kitleyi ve Milli Görüş'ten aldığı payı eklediğimizde, AK Parti'nin oylarının yarısının kemikleşmiş oy olduğunu söyleyebiliriz.

Önümüzdeki dönemde tek başına iktidara gelebilmek için ne kadar oy almak gerekiyor?

Türkiye'de 10 Barajı yüzde devam ediyor. 2002 seçimlerinde AK Parti 34,8 'le yüzde tek başına iktidar oldu. Ama o dönemde ancak seçmenin yüzde 54'ünün iradesi Meclis'e yansıdı. Seçmenin yüzde 46'sının oyu Meclis'te temsil edilemedi. 2007 seçimlerinde ise seçmenin yüzde 88'inin oyu Meclis'e yansıdı. Sadece yüzde 12'nin iradesi dışarıda kaldı. Şimdi önümüzdeki dönemde seçimlerden koalisyon mu, tek başına iktidar mı sonucu çıkacağını, ne kadar seçmenin Meclis dışında kalacağı belirleyecek.

Daha net söyler misiniz?

Eğer Türkiye'de yüzde 30-35'in iradesi Meclis dışında kalırsa, yüzde 31-33'lik oyla tek başına iktidar bile çıkabilir. Oy oranı yüzde 20 olursa Ama Meclis'te temsil edilemeyen, yüzde 35'in altında bir oyla tek başına iktidar olma ihtimali yoktur.

Mustafa Erdoğan: 'Amaç, Kürtleri AKP'lileştirmek'

"Aslında AKP, Kürt açılımıyla, Kürtleri AKP'lileştirmeyi kastediyor. Kürtlere bazı rahatlamalar sağlayıp onları AKP kanalıyla sisteme entegre etmeye çalışıyor. "

"AKP'li bürokratların önemli kısmı Cemil Çiçek gibi devletçi-milliyetçi görüşe sahipler. AKP'nin kendi bürokrasisi de açılımlara direniyor. "

"Sistem, büyük DAVALAR gütmekten vazgeçen partiye müthiş kadrolaşma ve rant imkânı sağlıyor. Iktidara gelen siyasi parti kendi zenginini yaratıyor. AKP zenginleri de oluştu. "

* * *

NEDEN: MUSTAFA ERDOĞAN
AKP, genellikle kendisinden daha 'sağda' olan Partilerin ve gazetecilerin eleştirileriyle karşılaşıyor. AKP'nin demokrasi ve sivilleşme yolunda adımlar atmaya Çalıştığı büyük tepki topluyor ama AKP'nin demokratikleşmede 'ayak sürümesi' ciddi bir biçimde sorgulanmıyor. AKP, yedi yıldır tek başına iktidarda ve bu partiyi eleştirileriyle 'geriye' doğru çeken çok ama, onu 'ileriye' doğru ITEN Çok az. Mustafa Erdoğan, AKP'ye yönelik o 'çok az' sayıda olan eleştirileri dile getiren biri. Türkiye'nin önde gelen entelektüellerinden olan anayasa hukukçusu Mustafa Erdoğan, AKP'nin Kürt açılımındaki hatalarını, partinin tabanındaki ve kısmen yönetimindeki tutuculuğu, kadrolarındaki milliyetçi dindarlığı, askeri vesayet Karşısındaki belirsiz tavrını, ülkeyi sivilleştirmedeki ayak sürümelerini, AKP'nin açılımlardan, demokratikleşmeden ne anladığını ciddi bir biçimde eleştirerek, AKP'nin ve Türkiye'nin gerçek Sorunlarını çok çarpıcı bir biçimde analiz etti. Liberal Düşünce Derneği'nin kurucularından olan Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof Mustafa Erdoğan, anayasa teorisinin yanı sıra siyaset teorisi ve insan hakları üzerine dersler veriyor. Erdoğan'ın, 'Türkiye'de Anayasalar ve Siyaset' adlı kitabının yeni baskısı geçenlerde yapıldı.

* * *

NEŞE Düzel: Başbakan'ın "Bize gaz vermeyin" demesinden sonra, siz bir yazı yazarak AKP yönetiminde bir kafa karışıklığı olduğunu söylediniz. Ne tür bir kafa karışıklığı var AKP yönetiminde?

MUSTAFA ERDOĞAN: AKP'de hep öyle bir kafa karışıklığı var. AKP önce, bir sorunun üzerine kararlı bir biçimde gidecekmiş gibi yapıyor. Sonra bir bakıyorsunuz, ya geri adım atıyor ya da "Canım beni fazla dolduruşa getirmeyin" diyerek o sorunla ilgili bir bocalama dönemine giriyor. Oysa AKP'nin yapmak istediği bazı temel işler vardı.

Neydi o temel işler?

Mesela ... Türkiye'de daha demokratik bir yönetime geçilmesi, Kürt ve Alevi meselelerinin çözümü, Avrupa Birliği'yle uyumun sağlanması, bunun için mevcut askeri vesayet rejiminin tasfiye edilmesi, Silahlı Kuvvetler'in Sivil idare tarafından denetlenmesi yönünde bir niyet beyanı vardı AKP yönetiminde. Ama şimdi öyle anlaşılıyor ki AKP yönetimi bu konuda net değil. AKP, meselelerin büyüklüğü karşısında bocalıyor ve Silahlı Kuvvetler'le ilgili konularda sürekli geri adım atıyor. Ve kendisini eleştirenleri de, "Siz bizim kurumlarla aramızı mı açmaya çalışıyorsunuz" tarzında bir tarizde bulunuyor.

En çok hangi konularda AKP bocalıyor?

En çok, Silahlı Kuvvetler'in Sivil otoritenin denetimi altına alınması, askeri vesayetin tasfiye edilmesi konusunda bocalıyor. Türkiye'deki sistemin en kritik konusu da bu zaten. Bu Ülkenin, Kürt ve Alevi meseleleri, İşsizlik, yoksulluk gibi başka pek çok sorunu var ama ... Aciliyeti bakımından en temel sorun, Silahlı Kuvvetler'in, herhangi bir Batı demokrasisinde olduğu gibi, bizde de Sivil, demokratik otoritenin kesin ve tam kontrolü altına alınmasıdır. Çünkü Türkiye'nin diğer bütün Sorunlarının Çözümü, sistemdeki askeri vesayet sorununun çözümüne bağlıdır.

Neden AKP'nin demokratikleşmeyi sağlayamıyor?

Bunları söylerken, bu tesbitleri yaparken AKP'ye de haksızlık yapmamaya çalışıyorum. Çünkü AKP, bu ülkede Demokratikleşme için en çok çaba harcayan siyasi parti ama ... Demokrasi, AKP'nin hedeflerinden biri olsa da, diğer Partiler gibi o da, demokrasiyi kendi başına bir değer olarak ele almıyor. Zaten Türkiye'de hiçbir siyasi parti demokrasiyi kendi başına bir değer olarak görmüyor. Demokrasiye böyle araçsal yaklaşılınca, Demokratikleşme konusunda bir kararlılık gösterilmiyor ve ortaya bir irade zaafı çıkıyor tabii. Ayrıca Türkiye'deki sistem de Siyasi Partilerin 'değişim iradesini' kırıyor.

Sistem bunu nasıl beceriyor?

Sistem, büyük DAVALAR gütmekten vazgeçen partinin önüne müthiş bir kadrolaşma ve rant dağıtma Mekanizması koyuyor. zaten bu ülkede siyaset, neredeyse zenginleşmenin birinci aracı oluyor. Iktidara gelen her parti kendi zenginini yaratıyor. Böylece SİYASİ PARTİLER, ülkeyi demokratikleştirmek, askeri vesayeti kaldırmak, Kürt meselesini çözmek için riskler almak yerine, taraftarlarına, tabanına, kadrolarına devletin imkânlarını dağıtıyor ve hiç risk almadan, başını derde sokmadan durumu idare ediyor. AKP de işte zaman zaman böyle düşünüyormuş ve bu yöne evrilirmiş gibi bir izlenim veriyor. Nitekim AKP de kamu kesiminde Epeyce kadrolaştı ve Epeyce AKP zenginleri oluştu.

AKP'nin demokratikleşmeyi henüz kendi bünyesine sindiremedi mi?

AKP'nin kendi yapısından ve tabanından kaynaklanan bir sorunu var. Hem tabanda, hem Yönetimde 'statükocu güçler' gibi düşünenler var. AKP, yüzde 47 oyu sadece demokratlardan almadı. AKP'nin genel tabanı muhafazakâr tabandır. Dindar ve bu taban aynı zamanda milliyetçi bir tabandır.

Dindarlıkla milliyetçilik bağdaşabilir mi?

Ben de dindarlara hep bu ikisini nasıl bağdaştırıyorsunuz diye soruyorum. Dindarlıkla milliyetçilik teorik olarak bağdaşmaz ama, dindarlıkla milliyetçilik bizde iç içe geçmiş durumda. Bu da kültür içinde oluşmuş bir şey. Diyanet modeli Cumhuriyet'le ortaya çıkan bir şey değil. Devletin dini kontrol etmesi, bizim geleneğimizde olan bir model. Bizde Toplum, devletle dini iç içe algılamaya alışmış. Dolayısıyla bizde dindarlık gelmiş de, ahlaklı ve dini olmaktan çıkıp siyasi bir tutum haline. Yani dindarlık, otoriteye ve Devlete nasıl baktığınızla ilgili hale gelmiş. Bu yüzden dindarlık milliyetçilikle çok zıtlaşmıyor bizde.

Peki, hangi noktada ayrılıyorlar?

Milliyetçilikte Toplumu kontrol eden, yöneten otoriteye, Toplumun olduğu Varsayılan Devlete saygı veya tapınma esastır. Dindar tapınmaya bu işi götüremez ama otorite sahiplerine itaat eder. Bu gelenekte eleştirmek ve Muhalefet etmek yerine itaat var. Ayrıca bizim İslami kültür geleneğimizde bir de anarşi korkusu vardır.

Anarşi korkusu nedir?

Bizim hem Anadolu'daki Tarihimiz hem de İslam tarihi açısından en temel korkularımızdan biridir anarşi korkusu. Merkezi otoritenin kaybolmasının, Toplumu anarşiye sürükleyeceğinden korkulur. Kaosa, fitne ve fesada ve tarihimizdeki fetret dönemine sürüklenmemek için, 'kötü ve zalim de olsa Devlete, otoriteye itaat etmek lazım' diye düşünülür. Bu zihniyet, halkımızın kültürel kodu haline gelmiştir. AKP'nin işte böyle bir tabana dayandığı unutulmamalı.

Dindarlık mı milliyetçilik mi kuvvetli AKP'nin tabanında?

Ikisi iç içe geçmişler ama milliyetçilik dindarlığı kontrol ediyor diyebilirim.

AKP'nin tabanı tam olarak nasıl bir taban?

AKP'nin Teşkilat yapısının da, tabanının da demokrat olduğu söylenemez. AKP'nin çekirdek tabanının temel problemi, 28 Şubat'ta gördükleri baskıdan kurtulmaktır. Bu taban, demokratikleşmeyi, kendisini baskıdan kurtardığı ölçüde ister. Bu tabanın önemli bir kısmı, kendisi baskı altında değilse, iktidarın baskıcı olmasına pek karşı çıkmaz. Otoriter yönetime "hayır" diyen bir taban değil bu. AKP'nin çekirdek tabanında böyle bir demokratik sorun var. Ama AKP yönetimi, tabanın bu yanını kontrol altında tutuyor. Çünkü AKP'nin demokrasiye mahkum!

Anlamadım ...

AKP yönetimi, partinin, Türkiye'yi demokratikleştirmeyi hedefleyen imajının canlı kalmasını istiyor.

Bu imaj canlı kalmazsa ne olur?

AKP, 28 Sürecinde baskılardan bunalmış olan kendi tabanına nefes aldıramaz Şubat, onların özlemlerinin hiçbirini gerçekleştiremez. AKP, sadece kendi tabanına yönelik bir Demokratikleşme ve özgürleştirme yapamaz. Kendi tabanını ferahlatabilmesi, onların 'türban, Katsayı' gibi haklı sıkıntılarını çözebilmesi için daha genel bir desteğe ihtiyacı var AKP'nin. Bu genel destek ise, daha büyük kitlelere hitap eden işler yapmayı, ülkede daha genel Demokratikleşme Adımları atmayı gerektiriyor. Yani AKP'nin kendi tabanını özgürleştirebilmek için başkalarını da özgürleştirmesi gerekiyor. Geniş kitlelerin Demokratikleşme talepleriyle kendi tabanının taleplerini bağdaştıran bir genel politika izlemesi gerekiyor AKP'nin.

AKP Genel Bir Demokratikleşme adımı olarak Kürt açılımı başlatmıştı ama bu iş durdu. Kürt açılımındaki tıkanma hakkında ne düşünüyorsunuz?

AKP askeri vesayet sorununda olduğu gibi Kürt meselesinde de bocalıyor. Oysa Başlangıçta herkeste 'kimlik meselesi nihayet ciddiye alınıyor. Kürt Sorununu sadece güvenlik boyutunda görmeyen bir yaklaşım artık hâkim olacak ve anayasa değişikliği de yapılacak 'beklentisi yaratmıştı. Fakat işin arkası gelmedi, sürecin adı Başta Kürt açılımıyken değiştirildi, diğer açılımlar da sürece katılarak, Kürt meselesi temel mesele olmaktan çıkarıldı ve bir kenara itildi. AKP'nin Kürt meselesinde bir handikabı daha var.

Handikabı nedir?

AKP, Kürt meselesini, işin rantını, basta Kürt siyasi hareketi olmak üzere başka siyasi partilerle paylaşmadan hale yola koymak istiyor.

Kürt siyasi hareketini yani Barış ve Demokrasi Partisi çizgisini sürece katmadan Kürt sorunu çözülebilir mi?

Çözülemez ama AKP hep bunu denedi. AKP'lileştirerek bu meseleyi çözmek istiyor. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeler, belediyeleriyle ve genel seçimlerdeki oy görüntüleriyle AKP'li hale gelirse ... Yani Kürtler, AKP'li olurlarsa, kimlik sorunları o kadar önemli olmaz diye düşünüyor AKP'nin. Dile getirmiyor ama arka planda 'din kardeşliği'nin etkili olacağını hesaplıyor. 'Kimlik sorunu yokmuş gibi ekonomik tedbirler alırız, Kürtlere biraz da Refah dağıtırız ve hepimiz bir oluruz' diye bir strateji izliyor. 'Bu yolla Kürt Sorununu çözmesek de, sorunu rahatlatırız ve bu rahatlamanın rantını da sadece biz yeriz' beklentisini taşıyor. AKP bu yüzden Kürt siyasi hareketinin temsilcisi konumundaki partiyi sürekli dışladı ve onu PKK'nın uzantısı olmakla itham etti. AKP, Kürtleri AKP'lileştirme politikasını hâlâ terk etmedi.

AKP'nin Stratejisi bu idiyse, Kürt açılımını niye başlattı sizce?

Onun kastettiği açılımla demokratların kastettiği Açılım aynı şey değil. AKP, Kürt açılımıyla Kürtleri AKP'lileştirmeyi kastediyor. Kürtlere bazı rahatlamalar sağlayarak onları AKP kanalıyla sisteme entegre etmeye çalışıyor. AKP'nin Kürt meselesine yaklaşımında ikinci çıkmazı da Türkiye'deki statüko!

Biraz daha net söyler misiniz?

Kürtlerin talebi, özünde kimlik talebidir. Bu kimlik talebi de, dildir, kültürel haklardır ve kısmen özerkliktir. Bunlar da anayasa değişikliği gerektirir. AKP'nin muhafazakâr ve kısmen de milliyetçi olan tabanının önemli bir kısmı Kürt kimliğini tanıyan bir çözüme hazır değil. AKP'nin tabanından daha da önemlisi, başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere statüko buna hiç hazır değil. AKP'nin kendi bürokrasisi dahil, ülkedeki idari zihniyet Kürt açılımına var gücüyle direniyor.

AKP'nin kendi atadığı bürokratlar mı direniyor?

AKP'nin kendi bürokrasisi de direniyor. AKP yedi senedir iktidarda ... Valileri o atadı. Buna rağmen Kürt meselesinde anlayışsız ve duyarsız tutumlar sürdü. Bakın ... Anayasa'da Kürtçe ifade özgürlüğünün üzerindeki yasakları kaldıran değişiklik yapıldı ama Kürtçe ifade Özgürlüğü hâlâ engelleniyor. Nasıl engelleniyor diye sorarsanız ... Bu Anayasal hak, yönetmeliklerle engelleniyor. AKP bürokrasisinin duyarlılıklarıyla devletin duyarlılıkları aynı. Dolayısıyla, anayasanın verdiği hakkı bürokrasi önce kanunla sonra yönetmelikle kısıtlıyor. Böylece haklar kullanılamaz hale getiriliyor.

AKP yönetimi kararlı davranabilseydi, Kürt açılımı sağlıklı bir şekilde yürüyebilir miydi?

Burada sorun kararlı davranıp davranmamakta değil. Burada sorun, bakış açısında. AKP'nin Kürt sanırlar bakış açısı yanlış. Başlangıçta din kardeşliğiyle bu işin çözüleceğini düşündüler. Sonra Kürtleri AKP'lileştirerek durumu rahatlatmayı tasarladılar. Kürtleri AKP kanalıyla sisteme entegre etme politikasından hâlâ Sigorta değiller.

Kürt açılımının PKK'lıları Demokratikleşme yoluyla dağdan indirip Sivil hayata entegre etmek yerine, bu açılımın PKK'yı tasfiyeye dönüştüğü yönünde eleştirilerin giderek artması bu yüzden mi?

Bunda doğruluk payı büyük. Hükümetin devletle uyumlu olarak yapmak istediği büyük ölçüde budur. Yani, esas itibarıyla, PKK'yı tasfiye etmektir. PKK'nın uzantısı gibi görünen siyasi hareketi de Kürtlerin temsilcisi konumundan uzaklaştırmak ve AKP kanalıyla Kürtleri Devlete entegre etmektir.

Kürt açılımı büyük bir aldatmaca olmuyor mu o zaman?

Bunu, Demokratikleşme adı altında yapmak bir aldatmacadır tabii. PKK'nın tasfiye edilmesinin ötesinde, dağdakileri sisteme entegre edecek, Kürt siyasi hareketinin kendisini serbestçe ifade etmesine imkan verecek Anayasal ve yasal düzenlemeler konusunda bir hazırlıkları ve istekleri yok gibi görünüyor.

AKP, Kürtleri AKP'lileştirme politikasını hangi söyleme dayandırıyor?

Kardeşlik vurgusunu öne çıkarıyor. El altında din birliğini, din kardeşliğini de öne çıkararak, bu kardeşlikçi söylemi geliştirmek istiyor.

Demokrasilerde 'kardeşlik' diye bir ölçü var mıdır?

Büyük ölçekli toplumlarda kimlik Sorununu kardeşlikle çözemezsiniz. Aile işi değil bu. Akraba, Kabile işi hiç değil. Kürt meselesi büyük bir mesele. AKP ise hâlâ meseleye Türk olarak bakıyor. Oysa PKK'nın Kürtlerle ilişkisini, Türklerin görme biçimiyle Kürtlerin kendilerinin görme biçimi arasında hiçbir paralellik yok. Türkler PKK'ya terörist baktıklarında bir Örgüt görüyorlar. Kürtler ise PKK'yı böyle görmüyor. AKP, meseleye Türkler gibi bakıyor ve bu bakışıyla kendi tabanında bile etkili olamıyor.

Yerel seçimlerde bölgede oyu düştü. Peki, Kürtler, PKK'yı nasıl görüyorlar?

'Şöyle veya böyle, bu hareket olmasaydı, bizim davamızı devletin takacağı yoktu. Bugün bize verilmiş olan haklar bile verilmezdi. Devlet bizi muhatap almazdı 'diye düşünüyorlar. Ayrıca Kürtler, devletin PKK'ya sadece terörist olduğu için değil, Kürt olduğu için de hınçlı olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla PKK'ya yönelik aşağılayıcı söylemi, kendi Kürt kimliklerine bir aşağılama olarak da algılıyorlar. Erdoğan bunu da fark edemedi ve o da aşağılama söylemini yer yer kullandı ve bölgede Oyları düştü. Kürt meselinde, Erdoğan'ın etrafında kendisine doğru dürüst bilgi veren bir çevre yok.

Güneydoğu'da binlerce çocuk 'taş fırlattı, slogan attı' diye Yıla üzerine, Onbeş Yıla Mahkum oluyor. AKP neden yasaları değiştirip bu çocukları kurtarmıyor? Hapse giren çocuklar AKP yönetiminin aklında ve vicdanında bir sorun yaratmıyor mu?

Çözümü bu kadar basit ve kolay olan bir meselenin bile çözülememiş olması anlaşılır değil. Başbakan duygusal biri. Bu konularda duyarsız davranacağını sanmıyorum. Benim tahminim şu ki statükoda sorun değil, sorun AKP'nin kendi bürokrasisinde. Adalet ve İçişleri Bakanlıklarındaki kendi tutucu bürokrasisi AKP'yi engelliyor ve yer yer yanlış bilgilendiriyor ve onu yanıltıyor. AKP'li bürokratların önemli bir kısmı Cemil Çiçek'in açıklamalarında ortaya çıkan devletçi ve milliyetçi bir dünya görüşüne sahipler.

AKP, Kürt meselesini çözmek için ne yapmalı?

Türkiye bu sorunu bir Asayiş sorunu, sadece ekonomik bir sorun, bir Refah sorunu gibi görerek işe başlayamaz. Kürtlerin geleneksel olarak Türkiye'de hissettikleri aşağılanma, dışlanma ve baskı gözardı edilerek, onlara sadece ekmek vererek veya bölgeyi terörden kurtararak sorunu çözmek mümkün değildir. Bu meseleyi bir kimlik meselesi olarak görmek gerekiyor.

O zaman ne yapmak gerekiyor?

Kimlik meselesi, Kürtlere, dil ve kültürel haklarının tanınmasını gerektiriyor. Türkiye'de devlet kendisini Türklerin devleti olarak görüyor ve ülkedeki herkesi Türk olarak tanımlıyor. Anayasa'nın Başlangıç kısmından Vatandaşlık tanımına kadar, sistemin bu milliyetçi tarafgirlikleri kaldırılmalı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bütün halkin devleti olduğunu kabul etmeli. Bunun için anayasa değişikliği lazım. Bir de dil meselesi var.

Dil sorunu nasıl çözülmeli?

Bazı bölgelerde Kürtçenin ikinci bir dil olarak kabul edilmesi ve bazı bölgelerde iki dilli bir yapı Kurulması gerekebilir. Oysa bugün Sivil hayatta safra Kürtçenin kullanımıyla ilgili sorunlar var. Anayasa Türkçe dışındaki bir dille ifade yasağını kaldırdığı halde bu özgürleşme hâlâ hayata geçirilmedi. Çünkü bürokrasi engelliyor.

Siz Başbakan Erdoğan'ın medyayla ilişkilerini ve açıklamalarını da 'tuhaf' buluyorsunuz. Erdoğan medyadan ne istiyor?

'Biz zaten doğru olanı biliyoruz ve bunu da zaten yaparız. Siz doğru yaptıklarımıza aferin deyin ama bizi eleştirmeyin. Çünkü biz iyi niyetliyiz 'diye düşünüyor ve medyadan tek taraflı olarak destek bekliyor. Erdoğan'ın psikolojisiyle ilgili bir şey bu sanırım. Kendisinin meseleleri iyi niyetle Çözme çabasının medya tarafından yeterince takdir edilmediğini düşünüyor ve eleştirileri kötü niyetin sonucuymuş gibi görüyor.

Medyanın darbelerle ve askerlerle ilgili haberleri başbakanı rahatsız mı ediyor?

Demokratikleşmeyi destekleyen ama bu arada da hataları söyleme dürüstlüğünü ve cesaretini gösterenleri pek istemiyor Başbakan.

Siz Erdoğan'ın kafasında 'gerçekçi' bir strateji olduğunu söylüyorsunuz ve bu stratejinin bir işe yaramayacağını belirtiyorsunuz. Nedir bu 'gerçekçi' strateji?

Gerçekçi strateji dediğim, denge gözetmektir. Refah geleneğinin Öteden beri uyguladığı strateji budur. Askeri vesayeti tasfiye etmek için işin gereğini açıkça yapmak yerine, dik durmak yerine, geri adım atarak başka bazı 'yumuşak yöntemlerle' bu işin üstesinden yavaş yavaş, sühunetle gelmeyi düşünüyorlar. Yani sorunun çözümünü, 'şimdi gücümüz yetmez' diyerek hep erteliyorlar ve zamana yayıyorlar. Kararlı davranmadıkları için hiç sorun çözülmüyor. 28 Şubat 1997'de de böyle oldu. Ocak ayında asker, Başbakanlık Kriz Yönetmeliği çıkardı. Ben bunu OKUYUNCA, "İş bitti" dedim. Çünkü bu ikinci bir anayasaydı. Başbakan Erbakan bunu imzaladı, onayladı.

AKP, Refah'a benziyor mu askerle ilişkileri açısından?

AKP, daha profesyonel davranıyor. Ama gene de bu tutum tamamen terk edilmiş değil. 'Genelkurmay'ın başına mümkün olduğunca daha uygun kiþilerin gelmesini sağlarsak, dengeleri fazla sarsmadan sorunun üstesinden geliriz' düşüncesi hâlâ var. Bu, kendini kandırmaktır. Biz çok daha Köklü bir meseleyle karşı karşıyayız. Dengeleri sarsmadan mevcut sistemi değiştirmek mümkün değil.

AKP'nin sistemi değiştirmek diye bir ana meselesi yok mu aslında?

Olmayabilir. Gerçekten de, Genelkurmay'ın başına hep hükümetle uyumlu çalışacak birini getirebileceklerinden emin olsalar, onlar açısından sorun bitmiş olur. Askeri vesayeti bitirmeyi, devleti demokratikleştirmeyi zamana yayıyorlar. Ve o zaman, hiç gelmiyor. Çünkü 'ehveni şerleri ürkütmeyelim' diyerek çözümü ertelemek ve zamana yaymak, askeri vesayetin kanıksanmasına ve kendini sistemde daha pekiştirmesine yarıyor.

Türkiye AKP iktidarında sivilleşemeyecek mi?

Bu mantıkla sivilleşemez. Silahlı Kuvvetler, Türkiye'de Özerk bir kurum. Parlamento karşısında bile kendisini bağımsız bir güç olarak görüyor. Adeta ikinci bir devlet gibi duruyor. Hiçbir demokraside Silahlı Kuvvetler Parlamento karşısında kendisini bağımsız bir organ ve güç olarak göremez. Türkiye'de insanlar, bunun ne kadar vahim bir durum olduğunu hâlâ kavrayamadı.

Niye vahim bulmuyorlar sizce?

Çünkü o devletçi, askerci zihniyet bu ülkede herkeste az çok var. Aslında hükümet, anayasa değişikliği yapmadan askerle ilişkilerde bazı basit düzenlemeler yapabilir ve askeri vesayetin azaltılması yolunda çok önemli bir mesafe alabilir.

Mesela ne yapabilir?

Mesela EMASYA protokolünü kaldırabilir. Üstelik bu protokolün süresi bu hükümet döneminde uzatıldı. Bu, akıl almaz bir gaflettir. Hükümet, TSK İç Hizmet Kanunu ve Yöneltmeliği'ni, TSK Personel Kanunu'nu, Askeri Şura Kanunu'nu, Jandarma Teşkilat Kanunu'nu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Hakkındaki Kanun'u değiştirebilir. Zaten askeri vesayetin bütün dayanakları bunlardır. Üstelik bunlar, anayasa değişikliği gerektirmiyor. Hükümet bu KANUNLARI yeniden yapabilir. Ayrıca okullarının müfredatı Sivil demokratik yönetim anlayışına uygun değil arp. Yetişen oradan herkes, kendisini Türkiye'deki sistemin vasisi olarak görüyor. Niye?

Evet, niye?

Çünkü ideolojik eğitim veriliyor. Harp okullarının müfredatını askerler kendileri hazırlıyor. Hükümet bu müfredatın "demokrasiye, insan haklarına, Sivil hayata aykırı eğitim yapılamaz" diyerek nasıl Milli Eğitim'de yaptığı gibi temel kurallarını koyabilir. Daha da basit bir şey var. Başbakan, kanuna göre, Yüksek Askeri Şûra'nın başıdır. Milli Savunma Bakanı ile veda etti Şûra'nın da üyesidir. Peki, bunlar ne yaptılar Şimdiye kadar?

Kararlara sadece Şerh koydular, değil mi?

Evet. Bu gülünç bir şey. Eşitler arasındaki bir kuruldan bahsetmiyoruz ki. Askeri Şûra'nın Başkanı Başbakan demek, Başbakanın istemediği bir karar o Şûra'dan çıkamaz demektir. Sura, disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle askeri personeli yargı denetimine tabi olmadan askerlikten çıkarıyor. Şimdiye dek, neden cuntacılık yapanların hiçbiri disiplinsizlik nedeniyle ordudan tasfiye edilmedi? Cuntacılığa karışmış olanların tamamını Şûra'da askerlikten atsınlar.

Sizce niye atmıyorlar?

Bunu yapmaya cesaret edemiyorlar. Atmayı bırakın, tam tersi yapıldı. Adı son dönemde bu tür karanlık işlerde geçenlerin çoğu ya Terfi ettirildi ya da bekleme süreleri uzatıldı. Hükümet, 'Silahlı Kuvvetleri zayıflatmaya, itibarsızlaştırmaya çalışıyorsun' ithamlarından çok çekiniyor. Biliyorsunuz Baykal, stratejisini bu itham üzerine kurdu.

AKP, Silahlı Kuvvetler'in vesayetini kaldırmak istiyor mu peki?

İsteseydi, MGK'yı anayasadan çıkarırdı. Çünkü MGK'yı Anayasal kurum haline getirdiğinizde Silahlı Kuvvetler kendisini siyasi karar alma sürecinin olağan bir aktörü, Hükümetin Ortağı olarak görüyor ve Temel Esasları belirliyor. Mesela Milli Güvenlik Belgesi ... Yenisi bu hükümet döneminde geçti.

Nasıl?

Askerler hazırladı, Başbakanlık onayladı ve yürürlüğe girdi. Bu Belge, rejimin temel belirleyicilerinden birisidir. Hükümet bu belgeyi onaylayarak, ipi boynuna kendisi geçirdi. 28 Şubat'ta Başbakan Erbakan'ın Başbakanlık Kriz Yönetmeliği'ni onaylaması gibi bir durum bu da. Hükümet EMASYA Protokolü gibi Milli Siyaset Belgesi'ni de kaldırabilir. Bu belge askerlerin hazırladığı ikinci bir anayasadır. Söylemiyorlar ama Meclis safra bu belgeye aykırı davranamıyor. Belgeye aykırı olan herhangi bir yasal değişiklik Meclis komisyonlarında hemen düzeltiliyor. AKP'nin Gündeminde bunu kaldırmak yok.

Anayasa değişikliği olarak AKP'nin Gündeminde ne var peki?

Mevcut sistemi özgür ve demokratik hale getirecek Kapsamlı bir değişiklikten ziyade, Anayasa Mahkemesi'nin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun üye oluşumunu değiştirmek, parti kapatmayı zorlaştırmak gibi, karşılaştığı Bürokratik Kilitleri açacak bazı değişiklikleri içeren bir anayasa değişikliği istiyor olabilir ve Anayasa'da kendi ihtiyaçlarını karşılayan kısmi Değişiklikler yapılabilir. Ama bu anayasa değişikliklerinin istikbali hakkında da emin olamayız.

Niye?

Anayasa Mahkemesi, başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliğini iptal ettikten sonra, her konuda karar verebilir ve yapılan bütün anayasa değişikliklerini veto yetkisi olmadığı halde edebilir artık. Çünkü böyle bir yetkisi olduğuna çok dolambaçlı bir yoldan bir karar verdi.

AKP, anayasa konusunda sizce ne yapmalı bu durumda?

Başta AKP olmak üzere Sivil Toplum Kuruluşları ve medyanın demokratik kesimi önümüzdeki genel seçimleri bir anayasa kampanyasına dönüştürmeli. AKP, Muhalefet partilerini kendi tutumlarını açıklamaya zorlamalı. Böylece herkes anayasayla ilgili kendi esaslarını ortaya koymalı. Böylece yeni meclisin yeni anayasayı yapacak bir tür kurucu meclis gibi oluşması sağlanır.

Anayasayı değiştirmek için mutlaka bir kurucu meclis oluşturmak gerekir mi?

Kolaylık olsun diye adına kurucu meclis diyorum. Seçmenlerin verdikleri partilere olağan vekâlet ile anayasa yapmaları için verdikleri vekâlet farklıdır. Bu, şu demek ... Herhangi bir kampanyada tartışılan sorunlarla sınırlı bir seçimden sonra kampanyada konu edilmemiş, halkin o konudaki düşünceleri gözetilmeksizin oluşturulmuş bir meclisin tümüyle yeni bir anayasa yapması temsil açýsýndan Sorunlu olabilir. Onun için önümüzdeki genel seçimin kampanyası, bu meselelerin de tartışıldığı ve herkesin görüşünü ortaya koyduğu ve seçmenin de Partilerin projesini BiLerek oy verdiği bir seçim olmalı ki, Oluşan yeni Meclis bu ülke için tümüyle yeni bir anayasa yapabilsin.