12 Şubat 2010 Cuma

Fuat Keyman: ‘Türkiye’de üç orta sınıf kavga ediyor’


Fuat Keyman: ‘Türkiye’de üç orta sınıf kavga ediyor’
Neşe Düzel - 08.02.2010



“AKP, dinî muhafazakârlık, CHP, laik muhafazakârlık, Kürt orta sınıfı da etnik muhafazakârlık yapıyor. Sol, bu üç üç muhafazakârlığına da karşı çıkmalı.”

“Anadolu’daki dönüşüm, Türkiye’nin geleceği oluyor. Ama sol Anadolu’ya ayak uyduramıyor. Oysa Anadolu’nun her yerinde sol için sınıfsal taban doğuyor.”

“Kayseri ekonomide muhteşem ama kent yaşamı çok az. Eskişehir’de insanlar caz-bar ve sinemalarda birarada. İzmir orta sınıfı ise milliyetçilikle içe kapanmış.”

* * *

NEDEN: FUAT KEYMAN
Türkiye’de en büyük saptırmalar kavramlar üzerinden yapılıyor. Böylece büyük bir kafa karışıklığı yaratılıyor ve hiçbir şey nete getirilemiyor. Düşünceler, olaylar, kurumlar, kişiler yerli yerine oturtulamıyor. Bu ülkede en büyük haksızlığa uğrayan kavram ise ‘sol’ kavramı. En fazla saptırma sol kavramı üzerinden yapılıyor. Bugün ulusalcı görüş ve hatta faşist ideoloji, sol ambalajı içinde insanlara sunulmaya çalışılıyor. Ergenekon’u savunan CHP’ye hâlâ ‘sol parti’ deniyor. Peki, biz neden böyle bir kavram bulanması yaşıyoruz? Gerçek sol, Türkiye’nin bugünkü şartlarında neyi savunur? Türkiye’nin içinden geçtiği bu süreçte tam olarak neler yaşanıyor? Sadece siyasi partilerdeki değil, Anadolu’daki gelişmeler, muhafazakârlığı ve solu nasıl etkiliyor? Muhafazakârlık nedir ve Türkiye’de kaç türlü muhafazakârlık var? Bütün bunları, 1998’den beri Anadolu’yu araştıran sol dünyanın önde gelen isimlerinden ve partileşme sürecindeki Demokrasi ve Vicdan Hareketi’nin kurucularından siyaset bilimci Fuat Keyman’a sorduk. Koç Üniversitesi Küreselleşme ve Demokratikleşme Araştırma Merkezi’nin direktörü olan Prof. Dr. Fuat Keyman’ın Anadolu’nun dönüşümüyle ilgili kitabı bu ay Doğan Yayınları’ndan piyasaya çıkacak.

* * *

NEŞE DÜZEL: Bugün AKP’yi eleştirmekle solcu olmak aynı anlama geliyormuş gibi bir hava yaratılmak isteniyor sanki. Darbeyi, askerî vesayeti savunanlar bile, sadece AKP’yi eleştirerek ‘solcu ve demokrat’ olduklarını düşünüyor gibiler. Solculuk ve demokratlık nasıl bu kadar ucuzladı?

FUAT KEYMAN: Bunun iki nedeni var. Birincisi, 1980’lerden bugüne dek yaşanan süreçtir. Çünkü bu süreç, Türkiye’nin sadece küreselleşmesi, Avrupalılaşması ve dünyaya açılması değildir. Bu süreç, aynı zamanda Türkiye’nin kendi içinde de farklı kimliklere açılmasıdır. Yani Türkiye’nin modernleşmesi, kadın sorunu, Kürt meselesi, azınlıklar sorunu, İslami kimliğin yükselişi gibi birçok alanda çok kültürlü ve çoğulcu hale gelmesidir. Bizde sol, bu iki dönüşümü de okuyamadı. Solculuk ve demokratlığın bu kadar ucuzlamasının birinci nedeni işte bu.

İkinci nedeni nedir?

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 ve 2007 genel seçimlerini, 2004 ve 2009 yerel seçimlerini peş peşe kazanması, özellikle sol çevrelerde ve CHP’de, bu partinin seçimle yenilemeyeceği intibaını yarattı. Anlayacağınız sol, hem değişen dünyayı ve Türkiye’yi anlamakta güçlük çekti, hem de AKP’yi seçimlerde yenemeyeceği düşüncesi içine girdi. Yani sol kapana sıkıştı ve çok tepkici bir sol oldu.

Peki, solculuğun, AKP muhalifliğine indirgenmesinin nasıl bir amacı var sizce?

Sekiz yıldır bu ülke, AKP’nin seçim hegemonyası altında. 2002’den beri yaşanan bu olgu tepkiciliğe yol açıyor. Çünkü seçim başarıları, AKP’yi kendine güvenen ve Türkiye’yi yönetme iddiasında olan bir siyasi parti yapıyor. AKP, seçimleri gene kazanacağı güveniyle, dış politika, ekonomi ve demokratikleşme alanında bir takım açılımlar yapıyor. Muhalefete gelince... Ne siyasi partiler seçimi kazanma ve Türkiye’yi yönetme iddiasındalar, ne de onlara oy veren seçmenler partilerinin seçimi kazanabileceği ve Türkiye’yi yönetebileceği inancındalar. Özellikle laik orta sınıflar...

Laik orta sınıflar ne düşünüyor?

Onlar, kendilerini temsil eden siyasi partinin AKP’yi seçim yoluyla yenmesinin ve ülkeyi yönetmesinin mümkün olmadığını gördükleri için, askeriye ve yargı gibi bir takım kurumlarla birliktelikler kuruyorlar. AKP’ye karşı olsun da ne olursa olsun mantığıyla, AKP’ye karşı her türlü ittifak arayışına gidiyorlar. Zaten bunun sonucundadır ki, solun ve demokratlığın içi giderek boşaldı ve solun yerini ‘tepkici milliyetçilik’ aldı.

CHP’ye oy verenlerin milliyetçiliği tam olarak nasıl bir milliyetçilik?

Bu, tepkici milliyetçiliktir. CHP’ye oy veren kesimin milliyetçiliği tepkici milliyetçiliktir. Bugüne dek Türkiye’nin modernleşmesinin taşıyıcısı olan bu kesimler, şimdi Türkiye’nin dönüşümüne tepki duyuyorlar. Bunlar, daha çok batıya yakın kıyı şeridinde yaşıyorlar ve AKP karşıtı olan laik orta sınıfı oluşturuyorlar. Bu yüzden, sol değerlerin içinin boşalması sorunu, sadece CHP’yi ve Deniz Baykal’ı konuşarak anlaşılmaz.

Başka neyi konuşmalıyız peki?

Solun milliyetçiliğe nasıl dönüştüğünü anlamak için, egemen konumunu giderek kaybeden ve tepkici hale gelen laik orta sınıfı da konuşmak gerekir. CHP kadar, bu eski laik orta sınıflar da bugün bir sorun bu ülkede. Halbuki Batı ülkelerinde orta sınıf böyle değildir. Biliyorsunuz, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki demokratik hareketler o ülkelerde ağırlıklı olarak orta sınıflar tarafından yürütüldü.

Bizde demokratikleşmenin taşıyıcısı hangi sınıf olacak peki?

Belki de yeni orta sınıflar olacak. Bu yeni orta sınıflar belli bir muhafazakâr kültürün içinden ağırlıklı olarak Anadolu’dan çıkıyorlar. Ve bunun sonucunda da bugün Türkiye’de bir ‘orta sınıflar kavgası’ yaşanıyor. Başlıca üç orta sınıf var. Bir, dönüşüme tepki gösteren, gücü her geçen gün azalan eski laik orta sınıflar. İki, her geçen gün kuvvetlenen, muhafazakârlık söylemi güçlü yeni orta sınıflar. Üç, orta sınıflaşmaya başlamış ama hâlâ etnik kimlik vurgusuyla yaşayan Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlar. Sınıfsal açıdan bakıldığında, Türkiye kimlikler bağlamında işte böyle bir toplumsal ayrışmaya gidiyor. Bu toplumsal ayrışma çok tehlikeli olabilir.

Hangi açıdan tehlikeli olabilir?

Biz, bu süreçten demokrasi ve çağdaşlaşma çıkacak diye düşünürken, birbirinden kopmuş, başkasının özgürlüğüne tahammül edemeyen, sadece kendi kesiminin özgürlüğünü hedefleyen otoriterliğe savrulmuş bir yapıyla da karşılaşabiliriz. Böyle bir yapı, toplumun daha da cemaatleşmesi demektir. Laik cemaatin, muhafazakâr cemaatin ve etnik cemaatin çok güçlenmesi demektir. Bugün bir yandan bu süreç de yaşanıyor. Bu sürece, ancak herkes için özgürlük, demokrasi isteyerek müdahale edilebilir. Yoksa dediğim gibi bu toplumsal ayrışma tehlikeli olabilir.

Bu durum karşısında sol ne yapabilir?

Eski ve yeni orta sınıflara ve etnik cemaatçiliğe doğru kayan Kürt vatandaşlara herkese özgürlük ve demokrasi çağrısını yapacak bir solu güçlendirmek gerekir. Çünkü, bugün Türkiye’deki dönüşümü taşımakla birlikte, AKP’nin yapısında muhafazakârlık ağır basıyor, demokratlık sallantıda bulunuyor. Ben 1998’den beri Anadolu’da araştırmalar yapıyorum. Berrin Koyuncu’yla birlikte Anadolu’nun dönüşümünde etkili olan İzmir, Aydın, Denizli, Eskişehir, Konya, Kayseri, Çorum, Kars, Gaziantep, Urfa, Adıyaman, Diyarbakır’ı araştırdık.

Eğer demokratikleşmenin ve solun taşıyıcısı Batılı demokrasilerde ‘orta sınıflar’ ise, sizin Anadolu araştırmanız sol açısından nasıl bir sonuç veriyor?

Şunu gördük. Anadolu’nun her yerinde sol için bir sınıfsal taban ortaya çıkıyor ve büyüyor. Zaten bu yüzden Anadolu’nun dönüşümü, Türkiye’nin geleceği oluyor. AKP, Anadolu’yu iyi kavradığı için birinci parti bugün. Ama bizde sol, ülkedeki bu dönüşüme ve Anadolu’ya ayak uyduramıyor.

Gerçek sol, ne yapmalı sizce?

Solun ve sosyal demokrasinin yapması gereken şey devlete ve eskiye yaslanmak değil, Anadolu’ya yaslanmaktır. Kayseri’ye muhafazakâr, İzmir’e laik, Eskişehir’e de sosyal demokrat diyelim... Bizim araştırmamızdan çıkan sonuç şu ki, hepsinin ortak özelliği şu. Üçü de küreselleşmeyle ve Avrupalılaşmayla dönüşüyorlar. Bu yüzden, “Türkiye’de solun geleceği var mı?” tartışmalarında, bugün CHP’nin ve DSP’nin yaptığının tam tersi yapılmalı ve sol Anadolu’ya bakmalı, zihinsel bir devrim yapıp Anadolu’yu kucaklamalı. “Ben, sol parti olarak Türkiye’deki bu dönüşümü, kentleşmeyi ve bireyleşmeyi herkesten daha iyi yönetirim” demeli.

Anadolu’daki kentlerin orta sınıfları arasında bir fark var mı?

Kayseri ekonomik olarak muhteşem gelişiyor ama bu kentte birlikte yaşam çok az. İş bitince herkes evine gidiyor. Eskişehir ise tam tersi, tiyatrosundan caz barlarına, sinemalarından meydanlarına, lokantalarına kültür, sanat, eğitim alt yapısıyla insanların farklılıklarını birlikte yaşayabildikleri, birbirleriyle temas içinde oldukları bir kent. İzmir’in ise potansiyeli var fakat orta sınıfı tepkici ve içe kapanmış.

Anadolu’da, henüz siyasete yansımamış olan ne gördünüz?

Küreselleşen bir Anadolu gördüm. Bütün başarılı olan illerin ortak özelliği, kendilerini dünyaya açarak yani Avrupa sürecinden ve küreselleşmeden maksimum faydayı sağlayarak başarıyı yakalamış olmaları. Küreselleşme sonucunda, bu illerde sekülerleşme, muhafazakârlaşmadan daha güçlü olacak gibi gözüküyor. Mesela Kayseri ile Eskişehir’i karşılaştırırsak... Kayseri girişimcilik alanında en üst noktaya varmış durumda ama bu girişimciliğini Eskişehir gibi henüz kültürel farklılıkların birlikte yaşamasına yansıtamıyor.

Yansıtamamanın sonucu ne yaşanıyor?

Muhafazakâr yaşam tarzı korunuyor. Ama bu böyle devam edemez. Çünkü Kayseri, en üst noktaya varmış olan kalkınmasından bir kalkınma daha çıkarabilmek, gelişmesini sürdürebilmek için muhakkak kültürel ekonomiye gitmek zorunda. Bu da Kayseri’yi seküleşleştirecek. Kayseri’nin ve Anadolu’nun ekonomik menfaati sekülerleşmede. Bu yüzden Anadolu’nun geleceği muhafazakârlaşmada değil. Anadolu’nun geleceği sekülerleşmede. Eğer Kayseri kendisini sanatsal, kültürel yaşama açmazsa, yani muhafazakârlığı aşmazsa tıkanır ve geriye doğru gider. Onun yapmadığını bir başka şehir yapar. Çünkü sinema lokanta açmak da bir ekonomidir. Kayseri’nin, farklı insanların meydanlarda birbiriyle temas edeceği canlı bir yaşama ihtiyacı var.

Ergenekon’un avukatlığına soyunan, darbe planları karşısında ağzını açmayan ve EMASYA’nın kaldırılmasına karşı çıkan CHP bu ülkede hâlâ solcu sayılabiliyor. Solculuğun anlamının böylesine çarpıtılması, gerçek bir sol hareketin eksikliğini de göstermiyor mu?

Tabii gösteriyor. Bu ülkede insanların oy verebileceği CHP’nin dışında güçlü bir sol parti olsaydı, o zaman CHP sol olarak tanımlanmazdı. Devletçi-muhafazakâr bir parti olarak tanımlanırdı. Türkiye’de sağ ve sol ekseni sürdüğü için ve AKP merkez sağ parti olduğu için, AKP’ye tepkicilik de solla özdeşleştiriliyor. Halbuki CHP’nin solla bir alakası yok. Anti AKP’ci olmak solculuk değildir. Solculuk, özgürlükçü olmaktır. Her konuda AKP karşıtı olan CHP, sadece yüzde 10’luk seçim barajı konusunda AKP’nin yanında duruyor ve barajı düşürmüyor. Çünkü böyle bir sistemde mevcut partiler daha güçlü oluyorlar, yeni ve sahici olanları engelliyorlar.

Gelişmiş toplumlarda düpedüz faşizm sayılacak birçok görüş de solculuk olarak sunuluyor. Türkiye’de bu çarpıklığı düzeltecek bir entelektüel varlığın bulunmamasını nasıl açıklıyorsunuz?

CHP, AKP’nin muhafazakârlığını eleştirirken, insanların kimliklerini küçük gören, ötekileştirici, dışlayıcı söylemlerde bulunuyor. Bir kere bu söyleme “hayır” demek ve bunun bir ‘laik muhafazakârlık’ olduğunu söylemek lazım. Aynı şekilde Kürt siyasi hareketinin Kürt-Türk kutuplaşması yaratan, etnik milliyetçiliği güçlendiren söylemlerine de “hayır” demek gerekiyor. Yani solun görevi üç muhafazakârlığa da karşı çıkmak olmalı. Sol, AKP’nin dinî kimlik muhafazakârlığına, CHP’nin rejimi koruma adı altında sunduğu laik kimlik muhafazakârlığına, Kürt sorununda etnik milliyetçiliğin etnik kimlik muhafazakârlığına eşit ölçüde karşı çıkmalı. Solun görevi budur. Sol, muhafazakârlıklara karşı olur.

Solcu biri Ergenekon’a sahip çıkıp darbeleri savunabilir mi?

Hayır. Bazı yöntemsel hatalar yapılmakla birlikte Ergenekon davası büyük bir hukuk ve demokrasi hamlesidir. Dava açıldığından bu yana suikastlar ve faili meçhul cinayetler bitti. Ergenekon öncesi ve Ergenekon sonrası diyebileceğimiz iki dönem arasında gözardı edilemeyecek bir farktır bu. Sol Ergenekon’a sahip çıkamaz.

Gerçek sol ne yapar?

Sol, siyaset dışı müdahalelerin hepsine, Ergenekon’a, darbelere karşı çıkar. Dünyaya soldan bakmak demek, dünyaya eşitlik, adalet, özgürlük ve demokratlık duygularıyla bakmayı gerektirir. Ama bunu yaparken sol, muhafazakârlığa karşı da mücadele verir. Aslında AKP ekonomik liberalizmle siyasal liberalizmi birleştirmek istiyor ve bu yüzden açılım yapıyor ama... AKP değişimciliğinin dört yumuşak karnı var. Bir kadın, iki emek, üç cinsel özgürlükler ve dört kültür. Bu alanlarda AKP’nin muhafazakârlığı çok ön planda. Ama şu var... Muhafazakârlık sadece AKP’ye indirgenebilecek bir sorun da değil. Farklı olana kapalı olmak ve kendine benzeyende sığınak aramak, laikliği de, etnisiteyi de muhafazakârlaştırıyor Türkiye’de.

Sol’un, AKP’nin dört yumuşak karnıyla ilgili politikası ne olmalı?

Bir kadın. AKP’de, kadın konusundaki muhafazakârlık ön planda. Sol, başörtüsünden laikliğe kadar, kadın hakları ve özgürlükleri, kadının kamusal hayata katılması konusunda çok aktif ve devrimci olmalı. İki, emek... AKP’nin kapasitesinin durduğu noktalardan biri emektir. Sol, muhakkak emek dünyasında adaletli olmak durumunda. Üç, cinsel özgürlükler. Bugün Türkiye’de eşcinselseniz, AKP’li olamazsınız. Çünkü farklılıkları yok sayıyor. Dört, tarih, estetik ve kültür. Kültür, sadece dinden ibaret değildir. Gerçek sol, AKP’nin bu dört alandaki muhafazakârlığına karşı çıkmalı.

Etnik muhafazakârlıktan söz ettiniz. Sizce Kürtler muhafazakârlaştı mı?

Tabii... Bu ülkede en az üç muhafazakârlık var. Sünni muhafazakârlık, etnik muhafazakârlık ve laik muhafazakârlık. Kürtlerin geleceğinde PKK yok, bu ortaya çıktı ama etnik milliyetçilik bugünkü gibi güçlendikçe, Kürtlerin geleceğinde gene de ‘muhafazakârlık’ var. Kürtlerin etnik milliyetçiliğe mi yöneleceği yoksa demokratik ve eşit vatandaşlığa mı gideceği, gerçek sol bir partinin çıkmasına çok bağlı. Çünkü BDP, kendisini farklılıklara açmazsa...

Sonuç ne olur?

BDP, birlikte yaşamı güçlendirmek yerine, farklı olana öteki diye bakarsa, o da CHP’lileşir. BDP kongresinde, elini sıkmayan CHP’ye pek referans yoktu ama Türkiye’yi AKP’den kurtarma vurgusu vardı. Bu, BDP’nin etnik milliyetçiliğe nasıl yaklaştığını gösteriyor. Eğer Türkiye’yi AKP’den kurtarıp, CHP ve MHP’yle karşı karşıya kalacaksak, öyle bir Türkiye’de BDP’ye yer olmayabilir.

Gerçek bir sol partimiz olsa, Kürt açılımı konusunda nasıl bir politika izlerdi?

CHP gerçek sol olsaydı, demokratik açılımda ve yeni anayasada AKP’yi desteklerdi. Ve Türkiye, bugün demokratik açılımda ve terörle mücadelede çok daha ileri noktada olurdu.

Kürtlerin eşitliğine ve özgürlüğüne karşı çıkan bir milliyetçilik, solculukla bağdaşabilir mi?

Bağdaşmaz.

Sol, inanç özgürlüğüne ve türbana nasıl bakar peki? Solun dindarlarla ilişkisi nedir?

Sol, özgürlüklerin başkalarının özgürlüklerini zedelemeyecek şekilde kullanılmasını ister. Başörtülü kadınla başörtüsüz kadının haklarını eşit olarak savunur ve GATA’nın başörtüsü yasağına “hayır” der. Sol, üniversitede başörtüsünün özgür bırakılması gerektiğini söyler. Solun dindarlarla da, Kürtlerle de, Alevilerle de, gayrı Müslimlerle de ilişkisi eşit vatandaşlık temelinde olur.

Türkiye’de bazıları tarafından laiklik neredeyse solculuğun tek ölçüsü olarak sunuluyor. Laik bir düzenden yana olmak solcu olmaya yeter mi?

Hayır yetmez. Laikliği iki türlü tanımlarsak, birincisi devlet ve din işlerinin ayrışmasıdır. Bu kurumsal laikliktir. İkincisi de kişinin dünya görüşü ve yaşam tarzı olarak laikleşmesidir. Bu da öznel laikliktir. Solun laikliği, devletle din işlerinin tamamıyla ayrı olduğu bir laikliktir. Fakat sol, vatandaşların dinî taleplerine, eşit vatandaşlık hakkı içinde yaklaşır. Devletin her dinsel kimliğe eşit mesafede olmasını savunur. Aleviler, başörtülüler veya gayrı Müslimler gibi bütün dinsel kimliklerin kamusal alana çıkışlarına eşit katkı verir.

Sol hareketin Avrupa Birliği konusundaki tutumu nedir?

Sol, AB’ye “evet” der. Türkiye’de demokratikleşmenin ana ekseni AB içinde tartışılan demokrasi normlarıdır ve insan haklarına saygıdır. Türkiye’nin yüzü proje olarak her zaman Avrupa’ya dönüktür ve gerçek sol AB sürecini desteklemelidir.

Şu anda Türkiye’de tam olarak ne yaşanıyor?

Türkiye, 1923’lerden bu yana gelen güçlü devlet geleneğinin ölüm sürecini yaşıyor bugün. Şimdiye dek bu büyük dönüşümün siyasi partisi AKP’ydi. Ama AKP’yle ilgili şu risk var. Bu süreç demokratikleşmeye de gidebilir, muhafazakârlaşmaya da. Kısacası Türkiye’de eski ölüyor ama yeni doğacak olanla ilgili büyük kuşku duyuluyor.

İnsanlar neden korkuyor?

Yeni orta sınıf muhafazakâr olduğu için, insanlar kendi değer yargılarının ve yaşam tarzlarının iyice marjinalleşeceğinden korkuyorlar. Bir de iktidarlarını kaybediyorlar tabii. Bu yüzden Türkiye’de tepkici milliyetçilik güçleniyor ve yine bu yüzden Türkiye’de bugün gerçek bir sol partiye ihtiyaç duyuluyor. Zaten böyle bir ihtiyaç olduğu için de bütün kesimlerin özgürlük talebini seslendirecek bir sol parti ortaya çıkacak bu ülkede.