Gülsüm isimli o sempatik ineği hatırlıyor musunuz? Hani Atatürk’ün büstünü kırmıştı da sahibi korkudan onu “sürgüne” göndermişti. Meşhur oldu hani... Eskiden sütü altı liraya satılırken şimdi on beş liraya satılıyormuş. Gülsüm şöhrete erişince fiyatı da artmış. Allahtan inekler para işinden anlamaz yoksa bütün inekler heykelleri kırmaya başlardı. Bence, Gülsüm olayı bize önemli bir şey gösterdi. “Heykel kıranın fiyatı artar” değil gösterdiği. Bu ülkenin insanlarının nasıl korkuyla yaşadıklarını gördük onun sayesinde. Düşünsenize, Gülsüm’ün sahibi, “inek büstü kırdı” diye korkuya kapılıyor. İneğini oradan kaçırıyor. Herhalde kurşuna dizeceklerini falan sandı. Böyle bir dehşet ancak vahşi diktatörlüklerle yönetilen ülkelerde yaşanır. Bu devlet nasıl bir korku salmış vatandaşının yüreğine... Ve, nasıl bir Atatürk tabusu yaratmış. Zaten bu kelimelerin ikisi de “kutsal” kelimeler burada. Devlet ve Atatürk. Anayasamızın girişinde bile Atatürk’ün adı var. Onun “ilke ve inkılapları” bu ülkeye yön veriyor. Nasıl bir yön bu? İnsanların “eyvah ineğim Atatürk büstünü kırdı” deyip zavallı hayvanını uzaklara kaçırdığı bir yön. Bana sorarsanız, pek övünülecek bir yön değil. Ama bu, yaşadıklarımızın en hoş ve masum olanı. O “kutsal” kelimelerin arkasında asıl büyük bir terör saklı. Birkaç gündür “Yeşil” isimli bir adamın adı manşetlerde dolaşıyor. Kim bu adam? Bir katil. Kimin için çalışıyor? Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda kurulmuş bu “devlet” için çalışıyor. Hem MİT’in hem de JİTEM’in adamı. İstihbarat örgütünün ve ordunun görevlisi. Bu iki kuruluş da “Atatürkçü” kuruluşlar. Peki, bu Atatürkçü kuruluşların “görevlisi” neler yapıyor? Dün Hürriyet gazetesi, Susurluk Raporu’na geçmiş olan bir konuşmanın bir bölümünü yayımladı. Biz de bugün o konuşmanın tamamını yayımlıyoruz. Atatürkçü devletimizin “görevlisi” bir kaçakçıyla konuşuyor. Kaçakçı fevkalade saygılı ve sinmiş bir halde. Ben, o kaçakçının tonundan onu o bölgedeki sıradan bir hayvan kaçakçısı gibi bir şey sandım. Bir baktık... O ürkek kaçakçı, dünya çapında bir uyuşturucu kaçakçısı, Belçikalılar Alaattin Çakıcı’yı yakaladıklarında ilk o kaçakçının adını sormuşlar. Üstelik kaçakçı, silah oyunlarına da bulaşmış bir adam iddialara göre. TEM yolunda önü kesilip içindekilerin kurşuna dizildiği bir olayın azmettiricisi olduğu söyleniyor. Öyle kolay korkacak biri değil anlayacağınız ama Yeşil’in karşısında ezildikçe eziliyor. Özellikle bir cümlesi çok dikkatimi çekti. “Benim devlete karşı bir şeyim yoktur.” Kaçakçı, “devlet düşmanı” olmadığını sadece “uyuşturucu kaçırdığını” söylüyor. Devlet düşmanı değilsen her şey serbest. Zaten “devleti temsilen” konuşan Yeşil de aynen böyle söylüyor. “Ben sana yapma demiyorum” diyor, “köküne kadar yap ama bizi de gör, tek başına yeme paraları.” Al sana Atatürkçü devletin, Atatürkçü ordusunun güzide elemanı. Yeşil, “paraları tek başına yiyen ve görevlilere yedirmeyen” kaçakçıyı “kazığa oturtacakmış” ama Zafer isimli biri girmiş araya. Zafer de önemli biri anlaşılan. Kaçakçıyı sadece Yeşil’in hışmından korumamış, bir ara hapse girdiğinde “tahliyesini” de sağlamış. Atatürkçü devletin Atatürkçü yargısına Zafer gidiyor ve “kaçakçıyı bırakın” diyor, onlar da bırakıyorlar. Bu anlattığım konuşmalar resmî tutanaklardan. Yeşil’i dinleyip bu konuşmaları kaydetmişler. Ne yapmışlar peki? Hiçbir şey. Niye bir şey yapsınlar ki? Yeşil devlet düşmanı mı? Yoo, o sadece adam öldürüyor, haraç alıyor, uyuşturucu trafiğine yön veriyor, diğer görevlilerin rüşvet almasını sağlıyor. Ve Atatürkçü devletimize hizmet ediyor. Siz, bu devletin anayasasına Atatürk’ün adını yazıyorsunuz. Her lafın başında “Atatürk ilke ve inkılapları” diyorsunuz. Sonra da bu Atatürkçü devletin “görevlisi”, kaçakçılara “daha çok uyuşturucu kaçır ama bize de para ver” diyor. Burada devlet diye bir şey yok. Burada Atatürkçülük diye bir şey de yok. Burada, ineği büstü kıran köylülerin ödünü patlatan ve katilleri “görevli” olarak çalıştıran bir ucube örgüt var. Bunca ölüm, bunca acı, bunca felaket de bu ucubenin saçmalıkları yüzünden yaşanıyor zaten.
15/05/2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder