NEDEN? MÜMTAZER TÜRKÖNE
Terör, Türkiye’nin her yanında gene yükseliyor. Ve Ankara’da hiçbir şey değişmiyor. Terör her tırmandığında yaşananlar tekrar yaşanıyor. Asker hatalarını düzelteceği yerde, terörle mücadelenin özgürlükler nedeniyle zaafa uğradığını söylüyor ve kendisine daha fazla yetki verilmesi için harekete geçiyor. AB’ye uyum için yapılan demokratik yasalardan vazgeçilmesini, eski baskıcı uygulamalara geri dönülmesini istiyor. Hatta Olağanüstü Hal dönemlerindeki yetkilerini de aşan taleplerde bulunuyor. Geçen hafta yapılan ve sonuç alınamayan Terörle Mücadele Zirvesi yarın gene toplanacak ve Genelkurmay’ın sistemi daha da askerîleştirecek olan talepleri görüşülecek. Peki, terör neden tırmanıyor? Asker, özgürlükleri nasıl kısıtlamayı düşünüyor? Jandarmanın gücü niye artırılmak isteniyor? Baskıların artması Kürt sorunun çözümünü kolaylaştıracak mı? Türkiye bu yeni terör ve baskı yasaları sıkıştırmasından kurtulabilecek mi? AKP, askerin isteklerine uyacak mı? AB’ye uyum yasalarından vazgeçilecek mi? Bütün bunları, Kürt sorununu askerî yöntemle çözmeye çalışmanın en sertleştiği bir dönemde Başbakan Tansu Çiller’in danışmanlığını yapan Mümtazer Türköne’yle konuştuk.
***
NEŞE DÜZEL: Türkiye gene ölüm haberleriyle sarsılıyor. Karakol baskını, polis otobüsüne saldırı... Ne oluyor? Neden terör gene böyle yükseliyor?
MÜMTAZER TÜRKÖNE: Terör birkaç nedenden ötürü tırmanıyor. Yerel seçimler yaklaşıyor. AK Parti’nin bölgedeki belediyeleri kazanma ihtimali yüksek. Bu, PKK’nın sonu olur. Devletin terör gerekçesiyle sertleşmesi ise PKK’ya yarar. DTP’nin oylarını kemikleştirir. AK Parti’yi geriletir.
Terörün artması sadece PKK’ya mı yarıyor?
Seçim sonuçları açısından öncelikle PKK’nın ve DTP’nin işine yarar. Bir de askerin yani güvenlik birimlerinin işine yarar. Çünkü PKK’nın varlığı ve güvenlik sorunun büyümesi, PKK’yla mücadele eden güvenlik birimlerinin devlet içindeki gücünü artırır. Bu hep böyledir. Düşmanlar birbirlerinden beslenir. Terörle mücadele için ne kadar fazla askerî tedbir alınırsa, PKK o kadar çok halktan destek bulur ve büyür. Ne kadar çok PKK terörü yaşanırsa, terörle mücadele eden birimler de o kadar çok yetki kazanır.
PKK son saldırılarla tam olarak ne elde etmek istiyor? Amacı ne?
Bu saldırılar dışla da alakalı. Gürcistan savaşı başladığında PKK anında Erzincan’a gelen doğalgaz boru hattını havaya uçurdu. Tekrar başlayan Amerikan-Rus rekabetinde PKK, Rusya’nın dikkatini çekmeye çalışıyor. Rusya’ya, ‘Ben buradayım. Senin işine yarayabilirim’ mesajını vermeye ve kendisine uluslararası bir hami bulmaya çalışıyor. Bir de artan terörün 20 Ekim’de başlayacak Ergenekon davasıyla da bağlantısı olabilir. Ergenekon davasının sulandırılması ve ‘bakın bizden bağımsız da terör var’ denilmesi için ülkede terörün tırmandırılması lazım.
17 askerin öldüğü Aktütün baskını aynı Dağlıca baskını gibi aydınlığa kavuşmadı. Bu baskından da daha önceden haberdar olunduğu ortaya çıktı. Neden bu baskınlar önlenmiyor?
Düzenli ordu birlikleriyle terörle mücadele edilemez. Çünkü bu yapı çok hantal ve geleneksel. Üç ay eğitim almış askerlerin eline silah verip onları teröristlerin karşısına çıkartıyorsunuz. Olmaz bu. Ayrıca biz, askerin devletteki ve siyasetteki ağırlığını hep bir demokrasi sorunu olarak ele alıyoruz.
Askerin siyasetteki gücü, çok temel bir demokrasi sorunu değil mi ?
Öyle ama bu sorun aynı zamanda bir bürokrasi sorunu. Bizim ciddi bir güvenlik bürokrasisi sorunumuz var. Türkiye’de çağa uygun bir askerî bürokrasi yok. Askerin siyaset üzerindeki ağırlığı, şeffaf, denetlenebilir ve hesap verebilir bir güvenlik bürokrasisinin oluşmasını engelliyor. Tersine, tam anlamıyla ‘geri, statükocu, akıldışı, denetimsiz, sadece kendi çıkarlarını gözeten ve bu çıkarları korumak için her aracı kullanan’ bir bürokratik yapı yaratıyor. Mesela dünyanın bütün orduları çağa uygun ‘operatif’ yapılanmaya geçtiler. Kara, deniz ve hava gibi ayrı ordular yok artık. Ama TSK bürokratik direnç yüzünden yirmi yıldır çağa uygun bir askerî yapılanmaya geçmedi.
Dünyanın önde gelen ordularının terk ettiği klasik yapıyı niye sürdürüyor TSK?
Siyaset üzerindeki müdahale araçlarını koruyabilmek için sürdürüyor. Bakın... Bizde askerlik mesleğinde olanlar iki şeyle ilgilenir. Siyasetle ve borsayla. Borsaya inanılmaz ilgileri var. Hepsi borsa uzmanıdır. Hâlâ güvenlik reformunu gerçekleştirememiş bir ordu bizimkisi. Çünkü ayrıcalıklarını devam ettirmek istiyor. Bu yüzden de Türkiye’nin en geri, en hantal, en akıl dışı, en geleneksel bürokratik kurumu Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.
Aksine ordunun en çağdaş, en modern yapı olduğu kanaati hâkim değil midir toplumda?
Bu inancın gözden geçirilmesi gerekiyor. Böyle bir yapıyla Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak ve güvenlik sorunlarını çözmek imkânsız. Zaten bu arkaik yapı sonucunda terörle mücadele sorunu bizde hâlâ askerî bir sorun olarak ele alınıyor ve asker bu konuda bir tekel oluşturuyor ve kimseyi bu alana sokmuyor. ‘Terör benim sorunum’ diyor. Düşünün... Başka ordularla savaşmak üzere oluşturulmuş koskoca bir orduyu terörle mücadele için kullanıyorsunuz. Bir iş makinesiyle vida sıkmaktır bu!
Silahlı Kuvvetler, Dağlıca, Aktütün gibi saldırılardan sonra, bir askerî hata olup olmadığı konusunda hiçbir açıklama yapmıyor. Ama kamuoyunun bu konuda ciddi kuşkuları olduğu da açık. Genelkurmay niye hiç özeleştiri yapmıyor?
Asker, Kürt meselesinin ve terör sorununun çözümünü siyasetçiye devretmeye hiç niyetli değil. Ordu kendi terörle mücadele biçimini tartışmıyor, aksine aynı mücadeleyi sürdürebilmek için daha fazla imkân ve yetki istiyor. Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nda yarın karara bağlanacak konu da bu zaten. Türkiye’de askerî cenah değişmedi. Toplum değişti. Toplum, Silahlı Kuvvetleri’nin terörle mücadele biçimini artık tartışmaya başladı. Ordunun özellikle terörle mücadelede mesleki körlüğü var. Terörle mücadeleye hiç kimseyi karıştırmaması, tekelinde tutması ve askerî yöntemlerde ısrar etmesi Türkiye açısından çok kritik bir hata.
Siyasi iktidarlar yapılan hatalarla ilgili olarak askerden niye hesap soramıyorlar?
1991-2002 arasında koalisyon hükümetleri vardı. Hesap sormaya kalktığınızda, asker müdahale ediyor ve koalisyon hükümetinin ortakları arasında dengeler sarsılıyordu. Tansu Çiller Kürt sorunuyla ilgili Bask modelini önerdiğinde onu bunu söylediğine pişman ettiler. Başbakan Erdoğan iki yıl önce Diyarbakır’a gidip ‘Kürt sorunu’ dedi ve o da hemen çark etti. Türkiye’de daima sivil çözümlerin yolu kapatıldı. Askerin tekeli tartışılamadı. AKP’nin de, askerin Kürt sorunu üzerindeki tekeline son vermesi mümkün değil. Sivil anayasa yapmaktan vazgeçmiş bir hükümetle karşı karşıyayız biz bugün.
Geçen hafta hükümetle askerler arasında bir terör zirvesi yapıldı ama sonuçsuz kapandı. Yeniden toplanacakları açıklandı. Terör zirvesinden nasıl kararlar çıkmasını bekliyorsunuz?
Askerin taleplerinin akıl ve mantık ölçüleriyle açıklanabilir bir tarafı yok. Bu kadar naif ve kaba bir talep olamaz. Bunların zirvede kabul edileceğini düşünmüyorum. Hangi yüzyılda, nerede yaşıyoruz? Şehirlere jandarmayı yerleştireceksiniz. Gözaltı sürelerini uzatacaksınız. Dünyada kimsenin tartışmadığı en temel hak ve özgürlükleri tartışacaksınız. AB sürecinde geriye gideceksiniz...
Genelkurmay, jandarmanın yetkilerinin artırılmasını ve özgürlüklerin sınırlanmasını istiyor. Neden askerî hataları düzeltmek yerine hemen özgürlükleri kısıtlamayı düşünüyor?
Çünkü asker hatasını hukuku ve özgürlükleri sınırlandırarak kapatmaya çalışıyor. Asker hatalarını kabul etse, Türkiye özgürlükler konusunda bu kadar kıyıcı olmaz. Asker bir sorunu çözemedi mi, ‘bana daha fazla yetki verin’ diyor. Biz 24 yıldır PKK terörü yaşıyoruz. Genelkurmay Başkanı think-tank kuruluşlarını ve üniversite hocalarını topladı geçenlerde. Onlara ‘terör örgütü neden hâlâ adam toplayabiliyor?’ diye sordu.
Bu sorunun sizce cevabı nedir?
Siz evrensel hukuka uymadığınız için hâlâ dağa adam topluyor. Siz temel hak ve özgürlüklere riayet etmediğiniz için, askerî kolluk gücünü getirip halkın başına bela ettiğiniz için hâlâ adam topluyor. Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’na getirilen bu önerilerin ve yaklaşımların yüzünden hâlâ adam topluyor.
Peki, özgürlüklerin kısıtlanması Dağlıca ve Aktütün gibi PKK baskınlarını önler mi?
Baskı kurarak terörü önlemeye çalışmak ilkel bir yaklaşım. Postal kafalılık bu. Karşına çıkan her sorunu kasaturayla çözmeye çalışmak askerlerin kendi tabiriyle ‘postal kafalılık’ oluyor. Her sorunun asker mantığıyla emir komuta zinciri içinde çözüleceğini düşünenlere, bağımsız akıl yürütme yeteneği olmayanlara askerlerin kendisi ‘postal kafalı’ diyor. Güneydoğu’ya tekrar Olağanüstü Hal’in getirilmesi cinayet olur. M.E. TÖRKİNE
Ne yaşanır?
Geçmişte yaşananlar yaşanır. Ayrıca kendi ayağınıza da kurşun sıkmış olursunuz. Çünkü AB sürecinde getirilen temel hak ve özgürlükler Kürtlerin kendilerini bu ülkenin özgür ve medeni bir mensubu olarak hissetmelerine katkıda bulundu. Dolayısıyla terörü azalttı. Oysa AB süreci öncesinde bu temel hak ve özgürlükler yoktu. Ve herkeste Türkiye’nin Güneydoğu’sunda ayrılıkçı hareketin başarıya ulaşacağı endişesi, korkusu vardı. Askerler arasında bile ‘ver-kurtulcular’ vardı.
Genelkurmay’ın taleplerine dönersek... Arama yapılmasında savcılık izninin kaldırılmasını talep ediyor. Bu talep kabul edilirse ne olacak?
Güneydoğu, hukuksuzluğun egemen olduğu, insan haklarının hiçbir şekilde tanınmadığı ortaçağdaki gibi ilkel bir yer olur. Üstelik bugün asker, geçmişte OHAL döneminde olmayan bazı yetkileri de talep ediyor. Mesela sadece savcının yetkisini değil hâkimin yetkisini de istiyor. Hâkim kararı olmadan yapılamayacak işlerle ilgili yetki istiyor.
Askerler, jandarmanın polis bölgesinde de görev yapabilmesini istiyor. Bununla neyi amaçlıyorlar?
Polisin yetkilerini üzerine almak, polisi etkisiz hale getirmek demektir. Polisin, ordu içindeki çeteleşmeye karşı çok başarılı takipleri, operasyonları oldu. Jandarmanın yetki talebi, Ergenekon davasıyla ilgili bence.
Anlamadım...
Polisin Ergenekon deşifresiyle ilgili olarak askerin rahatsızlığının bir tezahürü bu. Türkiye’de çift başlı bir iç güvenlik bürokrasisi oluştu ve bu çok ciddi bir sorun. Bir tarafta orduya bağlı jandarma, diğer tarafta polis var. Asker şimdi, jandarmanın daha da güçlendirilmesini istiyor. ‘Jandarmaya şehirlerde operasyon yapma yetkisi verilsin’ diyor. Yani jandarmaya polisin yetkilerinin verilmesini istiyor. O zaman hemen sorulmalı. Jandarma şehirlerde hangi operasyonu sürdürmek istedi de polis buna engel oldu? Asker, ‘Savcı yerine arama yapabileyim’ diyor. Sormak gerekir. Hangi savcı ne zaman yapılmasını istediğin bir aramaya engel oldu?
Jandarma, İçişleri’ne bağlı değil mi?
Hikâyedir o. Bugün Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 92’sinden jandarma sorumludur. Yüzde 8’inden de polis sorumludur. Şimdi jandarma yüzde 8’lik alanda da operasyon yapma yetkisi istiyor. Ayrıca adli kolluk yetkisi de istiyor ki...
Peki bu ne anlama geliyor?
Jandarma, doğrudan doğruya savcının yetkilerini istiyor demektir bu. Böyle devlet olur mu? Asker, polisi kendisine rakip olarak görüyor. İki başlı devlet var burada. Jandarma sonuç itibarıyla kır polisidir. Köylerde, tarlalarda görev yapması gereken bir birimdir. Ama bizde jandarmanın polisinkine paralel olarak trafik birimi de var, istihbaratı da var, laboratuarları da var. Jandarma polisin yaptığı her işi yapmak istiyor.
Niye?
Bu sadece mesleki bir rekabet değil. Jandarmaya polisin yetkilerini verdiğinizde, askerin bütün toplum üzerindeki gücü ve kontrolü artıyor. Mesela 28 Şubat sonrasında Genelkurmay’la İçişleri Bakanlığı arasında EMASYA diye bir protokol yapıldı. Bu protokolün mantığı şöyle işliyor. Asker, ‘Şehirlerde toplumsal olaylar çıkması halinde benden yardım istenecek’ diyor ve sonra da isteklerini sıralıyor. ‘Benim yardım edebilmem için bazı birimlerimi toplumsal olaylar konusunda eğitmem, uzmanlaştırmam lazım. Bazı birliklerimi sadece bu işe ayırmam lazım. Ayrıca benim tıpkı polis gibi istihbarat yapmam lazım’ diyor.
Genelkurmay, jandarmanın gücünü artırmayı mı hedefliyor?
Evet. Jandarmanın yetkilerini artırması demek, askerin toplum üzerindeki kontrolünü ve gücünü artırması demektir. Çünkü jandarma bir iç güvenlik kolluk kuvveti olarak ordunun uzantısıdır. Üstelik bu taleplerle OHAL durumu da aşılıyor. Silahlı Kuvvetler, şehirlerde polis teşkilatına alternatif bir iç güvenlik birimi oluşturuyor. EMASYA, Türkiye’deki sistemin askerîleşmesinin zirvesidir. Şu anda yapılmak istenen ise EMASYA’yı daha da geliştirmek ve güçlendirmek. Zaten kaymakamlıklarda ve valiliklerde her ay EMASYA toplantıları yapılıyor.
Bu toplantılarda ne görüşülüyor?
Mesela Kadıköy ilçesindeki toplantıya garnizon komutanı geliyor. Milli eğitim müdüründen tarım müdürüne herkesten her türlü talepte bulunuyor. Kaymakama filanca öğretmenin tayinini soruyor asker. Kaymakam ‘bunun sizinle ne alakası var’ diyemiyor.
Sorguda avukat bulundurulmasına da karşı çıkıyor Genelkurmay. Bu çok önemli bir kazanımdı hukuk açısından. Ayrıca Genelkurmay, askerin somut bir delil olmadan da operasyon yapabilmesini istiyor. Bütün bu geriye gidişlerin terörü önlemekte nasıl bir yararı olacak?
Bu ülkede hukuktan vazgeçelim o zaman. Askerin şehirde yapılacak bir operasyonda ne işi var? İl İdaresi Kanunu’na göre jandarma dışındaki askerî birliklerin operasyon yapması için valilikten izin alması gerekiyor. Bu izin alma şartını da kaldırmak istiyorlar. Bundan da rahatsızlar. Tam anlamıyla bir askerî devlet kurmak demektir bu. O zaman canı istediği zaman istediği askerî birliği hiç kimseye haber vermeden hareket ettirecek. Vali, hükümete bu hareketi bildiremeyecek. İnanılmaz bir keyfilik getiriyor bu talep. Zaten bütün bu taleplerin kabul edilmesi demek AB’yi unutmak demektir.
Gözaltı süresinin uzatılması da Genelkurmay’ın talepleri arasında. Sanki bütün hukuksal kazanımların geri alınmasını istiyorlar. Bir baskı rejimi kurulmasını mı amaçlıyorlar?
Kalıcı bir askerî yönetimin adımları bunlar. Her konuda, her alanda, her sorunda askerin bütün su başlarını tutmasını anlamına geliyor bu. Bir İngiliz siyaset bilimci, ‘Kasaturayla her şeyi yapabilirsiniz. Elma soyabilirsiniz. Adam öldürebilirsiniz. Ama üstüne oturamazsınız’ der. Bunlar kasaturanın üzerine oturmaya kalkıyor. Kasatura üzerine iktidar kurmayı istiyorlar. Bu taleplerde bulunanlara söylenecek tek söz var. Terörle mücadeleyi siz yapmayın kardeşim. Siz gidin asli işinizle uğraşın. Gidin sınırları koruyun. Bu kadar. Asker bu mantıksız taleplerle kendisini işte bu noktaya sürüklüyor
Bunu hükümetin demesi gerekiyor. Sizce hükümet bu isteklere uyacak mı?
Sanmıyorum. 27 Nisan bildirisine direnebilen bir hükümetin buna da direnebileceğini düşünüyorum. AK Parti’nin ve hükümetin toplum nezdinde bir intiharı olur bu. AK Parti’nin itibarı, sivil görüntüsü zedelenir.
Bu tür baskı yöntemleri artarsa AB’nin tepkisi ne olur?
AB, müzakereleri kesme tehdidinde bulunur. Kopenhag Kriterleri’ni önümüze koyar.
Bu ülkenin Kürt vatandaşları baskının artmasını nasıl yorumlar?
Baskıların artması Kürt sorunun çözümünü zorlaştırır. Baskı artarsa Kürt siyaseti keskinleşir, şiddet yayılır. Türkiye’nin etnik sorunları, bu ülkede insanların kendilerini onurlu ve eşit paydaşlar olarak görmeleriyle aşılabilir. Bunun aksinin yapılması faciayla sonuçlanır. Sorunu çözmek için insanların kalplerinin kazanılmasından, rızalarının alınmasından başka yol yok. Ayrıca Kürtler atılan olumlu adımlara ve entegrasyona çok açıklar. Onlara bir adım atana, karşılığında onbeş adım yaklaşıyorlar. Haklarının geri alınması, askerler üzerinden devlete karşı bir tepki ve düşmanlık yaratır.
Bir yanda DTP’yi kapatma davası, bir yanda getirilmek istenen baskı yasaları. Kürt sorunu, siyaset dışı sertliğe mi sürüklenmek isteniyor?
Evet.
Sizce bu yeni terör ve baskı yasaları sıkıştırmasından Türkiye nasıl kurtulur?
Mahalli seçimler çok sıkıntılı olacak. Yapılmasına daha altı ay var. Genel seçim öncesinde olduğu gibi terör gene tırmanacak. Terörün tırmanmasını engellemenin yolu baskı yasalarına direnmektir. Yoksa bu baskı yasaları, 28 Şubat’tan daha şiddetli bir askerî yönetimi Türkiye’ye getirmek istiyor. Bu baskı yasalarına AK Parti hükümeti içinde sıcak bakanlar vardır ama... Bu partide bu işe tepki gösterecek bir akıl da var. 75 tane Kürt milletvekili var AK Parti’de. Bence bu baskı yasalarına geçit vermezler. Çünkü sonra bunlar seçim bölgelerine giremezler. Aslında hükümetin dağdakileri indirmek için bir genel affı çıkarması lazım ama...
AKP Hükümeti bunu yapabilir mi?
Hükümetin böyle bir kararı verecek ve buna sahip çıkacak bir donanımı, arka planı yok. Aslında Kürt sorununun çözüleceğini bu ülkede herkes biliyor ama... Bir duvar var ve herkes bir iki hamle sonra kafasını o duvara tosluyor. Kürt sorununun çözümü, her Kürdün kendini Kürt hissetmesidir. Kürt olarak yaşamasının önündeki bütün engellerin kaldırılmasıdır. Ona eğitim hakkını vereceksiniz. Köyünün, çocuğunun adına kendisi karar verecek. Diyarbakır’ın adını Amed yapıp yapmamaya o karar verecek.
Diyarbakır’ı Amed yapmak istiyor mu?
İstemiyor ama buna biz karar vermeyeceğiz. Bu insanlar ayrılmak istemiyorlar. Ama baskıyı sürdürmek istersen ayrılacaklar. Çünkü adam baskı ortamında kendisini ifade edemiyor, onurlu bir şekilde yaşayamıyor, bir insan olarak kendini bütün hissedemiyor.
Ümit Fırat: ‘PKK’siz bir barış artık olamaz’
“25 Mayıs 1993... Bakanlar Kurulu ilk kez gerçek bir af için toplandı. O gün derin devlet PKK’ye sahte bilgi verip 33 erin öldürülmesini sağladı. 17 yıl geçti bir daha çözüme hiç bu kadar yaklaşılmadı.”
“Genelkurmay Başkanı Diyarbakır’a gidiyor. Oda ve dernek temsilcilerini toplayıp sohbet ediyor. Van’da sokakta yürüyor. Başbakan Erdoğan bölgeye gidiyor, kepenkler iniyor.”
“Öcalan, ‘2000’de tüm birliklerimi ülkeden çıkaracaktım ama İmralı’ya gelen bir komutan bunu yanlış buldu’ diyor. Nitekim AB işi hızlandı, 2003’te çatışma yine başladı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder