7 Şubat 2011 Pazartesi

Ahmet Altan - Dikta

KUM SAATİ 17.12.2010

Darbelerle başa geçmiş diktatörleri iktidarda tutan güç, onları oraya getiren ordu değil, onları destekleyen halktır.
Her diktatör mutlaka halkının, en azından önemli bir kısmının, desteğine sahiptir.
Ordu diktatörleri iktidara getirebilir ama onları iktidarda tutacak o “hayati” desteği sağlayamaz, o desteği ancak medya sağlar.
Türkiye, İttihatçılardan bu yana çok darbe, çok darbe girişimi, çok darbe planı gördü.
Hiçbiri yargılanmadı.
Çünkü halk darbeye karşı değildi.
Medya, orduyu, darbeyi kutsallaştırmış, sivilleri, muhalifleri aşağılamıştı.
Bir bakın, medyada, özellikle de karikatürlerde siyasilerin ve muhaliflerin nasıl tarif edildiğine.
Siyasetçiler yalancı, güvenilmez, çıkarcıdır.
Aydınlar, Tarçın Bey türünden züppelerdir.
Dindarlar, koca sakallı yobazlardır.
Diktatörlerle, orduyla ve subaylarla ilgili neredeyse bir tek karikatür, bir tek eleştiri yoktur.
Bugün ilk kez Balyoz Darbe Planı’nın sanıkları yargı önüne çıktıysa, bu, ordunun darbecileri desteklemekten vazgeçmesinden değil, halkın artık darbecileri ve orduyu desteklememesindendir.
Bunun da birçok nedeni var.
En büyük nedenlerden biri, medyanın bir bölümünün eski alışkanlıklarından vazgeçmesinden ve olayların içyüzünü açığa çıkarmasındandır.
Halkın önemli bir kısmı, belki de ilk kez ordudan ve darbecilerden kuşku duyuyor.
Eğer gerçekçi olursak, darbelere ve orduya karşı oluşan tepki aslında büyük bir “demokrasi” aşkından kaynaklanmıyor.
Henüz öylesine kökleşmiş bir demokrasi aşkı yok bizim ülkemizde, olsa polislerin gençleri dövmesine, lokantaları basıp çocukları korkutmasına da aynı oranda tepki gösterilirdi.
Ordunun desteğini kaybetmesine, PKK’yla giriştiği savaşta “şike” yaptığının ortaya çıkması neden oldu.
PKK, askerî karakolları bastığında, medya PKK’yı “kan içici zalimler”, siyasileri de “ülkeyi satan ahlaksızlar” olarak niteliyor, “bu karakollar nasıl basıldı” diye hiç sormadan orduyu övüyordu.
Ordunun bir bölümü de, hem savaşı ilânihaye sürdürebilmek, hem de siyasileri zor duruma sokmak için “baskınların önünü” açıyordu.
Son üç yılda gerçekleşen beş büyük karakol baskınının hepsi de daha önceden biliniyordu, istihbarat raporları vardı, Heronların çektiği görüntüler vardı, beşinde de baskın yolu açık tutuldu ve basılan karakollara yardım gönderilmedi.
Bundan acı çeken bazı askerlerin bu belgeleri sızdırmasıyla gerçek ortaya çıktı.

“Hükümeti zor duruma düşüreyim” derken gerçeklerin ortaya çıkmasıyla ordu zor duruma düştü ve halkın orduya olan güveni çöktü.

Askerî darbelerin desteklenmesi imkânsızlaştı.
Tabii, ortaya çıkan bu gerçeklerin halk tarafından böylesine güçlü bir şekilde algılanmasın altında da, zenginleşen muhafazakâr kesimin ordudan iktidarı almak istemesi yatıyor.
Artık bu kesimin kulakları ordu konusunda çok keskin.
Bizim ülkede toplumun belkemiğini oluşturan muhafazakârlar, kendilerine hakları olan iktidarı vermeyen ordunun zaaflarının duyulmasında ve yayılmasında büyük rol oynadılar.
Tabii, gelişmiş dünyanın artık Türkiye gibi ülkelerde darbeye izin vermemesi de darbecileri “öksüz”bırakan bir başka büyük neden oldu.
Bugün Balyoz davasının görülebilmesini sağlayan üç büyük neden bu bence.
Dünyanın, medyanın ve muhafazakârların değişmesi.
Son referandum da, halkla darbecilerin hesaplaşmasında büyük bir kavşak noktası oldu, darbe hayalcilerinin belkemiği kırıldı.
Ancak bu, bütün sorunları hallettiğimiz anlamına gelmiyor.
Referandumun yarattığı “galip geldik” duygusu, yaralı darbecileri yeniden güçlendirebilecek bir rehavete yol açıyor, sivil iktidarın Sayıştay Yasası’nı değiştirerek orduyu mali açıdan dokunulmaz kılması, Kürt meselesini çözüp barış getirecek adımları atmakta isteksiz davranıp “kendi iktidar hesaplarına” göre takvim oluşturması, belayı canlı tutuyor.
Türkiye büyük bir sıçrama yaşadı ama ellerinin kayıp geçmişin çukuruna yeniden düşmemesi için“geleceğe” çengel atıp, kuvvetli bağlar oluşturması gerek.
Hiç unutmayın, Özal döneminde de “bir daha darbe olması” imkânsız görünüyordu.
Sonra neler yaşadık.
Yüz yıllık bir gelenekle, yerleşmiş alışkanlıklarla, tahmin edilemeyecek kadar büyük çıkarlarla mücadele ediyoruz.
Rehavete kapılan bu sivil iktidarı başıboş bırakır, eleştirmez, barışa zorlamazsanız, “oyunu bol”Osmanlı’dan öyle bir künde yersiniz ki yere çarpan sırtınızın acısı kulağınızdan fışkırır.

ahmetaltan111@gmail.com


-converted-space> “şehirlilerin” çok istediği güvenceyi veremiyorlar, o “damar” o güvencenin verilmesine engel oluyor.

Tarihi boyunca kültür çatışması yaşayan Cumhuriyet’te “şehirliler” taşrayı haksızca ezdi, şimdi güçlenen “taşra” şehirlilerden intikamını alacağı bir zemin arıyor.
Şehirlilerin haksız hoyratlığına duyulan öfke, “şehirliliğe” duyulan öfkeye dönüşüyor.
Taşrayı ezmeden, şehirliliği de yok etmeden bir düzen kurulacak sonunda.
AKP ya da herhangi bir siyasi parti, taşrayı ve şehri ortak bir özgürlük anlayışıyla savunabildiği gün CHP biter, tarihe karışır.
O gün gelene kadar da Türkiye, CHP’nin gittikçe daha çok saçmalaşan kurultaylarını izlemeyi sürdürür gider.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: