7 Şubat 2011 Pazartesi

Ahmet Altan - İki dil

KUM SAATİ 22.12.2010


Tam tarihini hatırlamıyorum ama 1990’ların başıydı.
Neşe Düzel’le birlikte yaptığımız televizyon programına Türkiye Birleşik Komünist Partisi Genel Sekreteri Nabi Yağcı’yı davet etmiştik.
Yağcı, programdan önce, “ben en aşağı bir kez Kürt demek zorundayım,” demişti.
Hiç “Kürt” sözcüğünü kullanmadan sorunları anlatması mümkün değildi çünkü.
Ama o zamanlar televizyonlarda “Kürt” sözcüğü söylenmiyordu, Kürt demek yasaktı, Kürt yokmuş gibi davranılıyordu.
Yağcı “Kürt” dedi, program da yayınlandı.
Biz, “Kürt” denemeyen günlerden bugünlere geldik.
Şimdi Kürtler kendi dillerinin “görünür” olmasını istiyorlar haklı olarak.
Yirmi milyon yakın insanın anadili olan bir dilin “yazılı” hale gelmemesi mümkün mü?
Hayatın gerçeklerine uygun mu bu?
Siz bugün “Kürt” sözcüğünü bir kere bile söylemenin neden “çok önemli” olduğunu büyük bir ihtimalle kavrayamıyorsunuz.
Ama bu ülke Kürtlere “Kürt” denemeyen günlerden geçti.
O zamanlar, “Kürt” denmesini yasaklamaya çalışanlar bugün Kürtçe yazılıp çizilmesine engel olmaya uğraşıyorlar.
Kürt sözcüğünü yasaklamak ne kadar anlamsızsa, Kürtçenin “görünür” olmasını engellemeye çalışmak da aynı derecede anlamsız.
Emin olun, on yıl sonra kimse “iki dil” meselesinin niye böyle tartışıldığını anlayamayacak.
Ne olur köy isimleri, sokak isimleri, mağaza isimleri Kürtçe olursa, mönülerde Kürtçe yazılırsa, meyvelerin, sebzelerin adları Kürtçe okunursa?
Hiçbir şey olmaz.
Milyonlarca insan zaten konuşuyor o dili.
Yazılı hale gelmesinden korkmanın âlemi mi var?
Aslında meseleyi kökünden tartışmak lazım bence.
Türk’le Kürt’ün farkı ne?
Neden Türklerin sahip olduğu haklara Kürtlerin de sahip olmasına karşı çıkılsın?
Türk anadilini konuşuyorsa, her yerde anadilinde yazılmış yazıları okuyorsa, Kürtler neden bu hakka sahip olmasın?
Buna hiçbir Türk mantıklı bir cevap veremez.
Mantık olmadığı zaman da işin içine “zorbalık” girer.

“Biz daha kalabalığız, sahip olduğumuz hakları onların da paylaşmasına, aynı haklara sahip olmasına izin vermeyiz” dersiniz.

Ben de size “buna gücünüz yetmez” derim.
Yeryüzünde, kendi kimliğinin, dilinin bilincinde olan yirmi milyon insanı sindirecek bir kudret yok.
Yirmi beş yıldır Kürtlerin haklarını vermemek için bir savaş sürdürülüyor.
Kırk bin insan öldü.
Ne oldu, savaş Kürtlere kimliklerini, dillerini unutturdu mu?
Unutturmadı, unutturmaz.
Bu ülkede ne Türkler Kürtlere, ne de Kürtler Türklere zorla bir şeyi kabul ettirebilir.
Silah, herkesin başını bugünkünden daha büyük belaya sokar.
Savaşta diretilirse Türkler de Kürtler de bugüne dek görmedikleri bir bedeli öderler.
Bunu istiyor musunuz gerçekten?
Aklı başında olan kimsenin böyle bir şeyi isteyeceğini sanmam.
Barış, kaçınılmaz bir mecburiyet, bin sene savaşsanız sonunda gene barışmak zorunda kalacaksınız, aynı yere daha geç, daha kanlı varmak mı amacınız?
Türkler, Kürtlerle eşit olmayı kabul etmek zorunda.

“Daha kalabalık olanın daha fazla hakka sahip olmasını” istemek akla da, vicdana da, adalete de aykırı.

Kürtler, kendi dillerini konuşacaklar, yazacaklar, çocuklarına öğretecekler.
Türklerin sahip olduğu her hakka sahip olacaklar.
Nasıl bir gelecek, nasıl bir ülke istediklerini söyleyecekler, bu ülkenin geleceğini belirlemekte Türkler kadar etkili olacaklar.
Bu ülkeyi Türklerle Kürtler birlikte kurdu, geleceğini de birlikte oluşturacaklar.
Birarada yaşamak istiyorsak eşit olacağız, ayrılmak istenirse birlikte karar vereceğiz.
Zorbalık çağı bitti.

“Kürt” demenin yasak olduğu günlerden “iki dilliliği” tartıştığımız bugünlere binlerce ölü vererek geldik, o ölümler olmadan da bunları tartışabilirdik.

Bundan sonrasını ölümsüz yürüyelim bari.
Öldürmek, hayatın gelişmesini, ilerlemesini engellemiyor.
Yalnızca çok kanlı ve ıstıraplı yapıyor hayatı.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: