Beraber pislendik biz bu çamurda
ŞU sahneyi yaşayan insanın kim olduğunu birazdan açıklayacağım.
“Karanlık akşam, hava buz, yağmur feci, asgari ücretli ya da işsiz türbanlı hanım otobüs durağında, yanımda tir tir titriyor. Önünden bilmem kaç bin liralık 4X4 geçiyor. Zifos sıçrata sıçrata geçiyor. İkimizi de pisleterek ve sırıtarak geçiyor.”
“Zifos” sıçratarak ve sırıtarak geçen 4X4'ün içinde kim mi var?
“Türbanlı bir hanım...”
Hulki Aktunç, 1970'li yıllardan beri yakından izlediğim bir yazar.
İlk yazıları, dönemin en önemli edebiyat dergilerinden “Yeni Ufuklar”da yayınlandı.
Türk Dil Kurumu ve Abdi İpekçi, Yunus Nadi ödüllerini kazandı.
“Istıraplar Ansiklopedisi” ile Cemal Süreya ödülünü aldı. Yani ıstırapları bilir.
“Büyük Argo Sözlüğü” de onun eseridir. Yani sokak dilini, sokak raconunu da iyi bilir.
* * *
Hulki Aktunç dünden itibaren “Cumhuriyet” Gazetesi'nde yazmaya başladı.
Yukarıda yazdığım olayı onun ilk yazısında okudum.
Bir sahneye bu kadar sosyoloji, bu kadar siyaset sığar mı?
“Beraber pislendik biz bu çamurda.”
Çamuru atanlar arasında bir fark yok. Üstü başı çamur içinde kalanlar arasında da.
“Merdiven altında” sigortasız çalışan türbanlı kızla, hayatı yazı yazarak geçmiş bir insan, aynı durakta, soğuktan titreyerek, otobüs bekliyor.
“Durakta bekleyen türbanlı ile cipteki türbanlı” arasındaki mesafe ne kadar uzaksa; türbansızlar arasındaki mesafe de o kadar uzak.
Öyleyse, türbanın, “farklılaştırıcı” bir unsur olarak “adını koymanın” ne manası kaldı?
Onun “sigortasızlığının” adını koymak daha önemli değil mi?
Tabii hemen arkasındaki soru da geliyor.
Madem, “Beraber pisleniyoruz biz bu çamurda”, türbanı üniversite kapısından çevirmenin de bir manası var mı?
Zaten yoktu, şimdi hiç yok.
Cipli türbansız, cipsizin halinden anlamazsa, cipli türbanlı da cipsizin halinden anlamaz.
Bari üniversite kapısındaki türbansız, türbanlının halinden anlasın.
Türbanlı kızın üniversiteye girebilmesini sağlama görevi de, “merdiven altı şirketteki” türbanlı kızın hakkını savunan Kılıçdaroğlu'na düşer.
* * *
Vatan Gazetesi başyazarı Güngör Mengi'nin pazar günkü yazısında bir bölüm dikkatimi çekti.
Kılıçdaroğlu'nun konuşmasını dinlerken etkilendiğini fark etmiş ve bunun sebebini aramış.
“Bizim mesleğin vazgeçilmezi özgürlüktür. AKP döneminde havadaki hürriyet her gün biraz daha azalıyor.
Devletin gücü özgürlüğü korumak için değil, korkutup susturmak için kullanılıyor.
CHP'nin yeni lideri konuşmasında medyanın yazamadığı birçok şeyi söyledi.
Cesur ve sözünü esirgemeyen bir muhalefet liderinin çıkışı basına da cesaret kazandıran bir başlangıç olabilir.”
Güngör Mengi 1964 yılından beri, muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine, başyazarlığa kadar her kademede çalışmış bir gazeteci.
Nice askeri darbe yılları yaşamış.
Demirel, Ecevit, Özal, Erbakan, Çiller, Yılmaz gibi başbakanlar görmüş.
Böyle bir insan, 21'inci yüzyılın ilk 10 yılının ortasında, bu yazıyı yazıyorsa, o mu utanacak, yoksa Türkiye mi?
Bir rejim, 70 yaşında bir yazarın, sadece onun değil hepimizin, yüreğine bu korkuyu salmışsa, ortada demokrasi adına gurur verici bir durum yoktur.
Bunların sorumlusu kim diye sorarsanız, çözüm bulamazsınız.
Biri ötekinin, öteki berikinin üzerine atar.
Ama bunları nasıl aşarız diye sorarsanız iş kolaylaşır.
Madem ki beraber pislendik bu çamurda.
Beraber temizlenelim.
Ertuğrul ÖZKÖK 25/05/2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder