PAZARTESİ KONUŞMALARI 22.03.2010
Neşe Düzel
Mehmet Kaya: 'Türkler, bir gece düşünsünler'
Yazıyı Paylaş:
“Diyarbakır’da alışveriş poşetiyle gezmeye utanıyorsunuz. Devlet, okuyan kız çocuğa ayda 35, erkeğe 20 lira veriyor. Aileler çocuklarının 60-70 liralık okul parasıyla geçiniyor.”
“Kürtlerin yaşadıkları Türklerin başına gelseydi ne hissederlerdi? Türkler sadece bir gece düşünseler, Kürt sorununun çözümünde büyük adım atılmış olur.”
“Diyarbakır 1923’te ülkede üçüncü büyük ticaret ve sanayi kentiyken, Misak-ı Milli’nin komşularla ticareti yasaklamasıyla çöktü. Devlet bölgenin zenginleşmesini istemiyor.”
* * *
NEDEN: MEHMET KAYA
Biz medyada hep ‘Kürtler’ diyoruz. Acaba Kürtler diye yekpare bir kitle var mı? Türkler arasında olduğu gibi Kürtler arasında da çeşitlilik yok mu? Newroz’u meydanlarda toplanarak olaysız kutlayan yüz binlerce Kürtle, Diyarbakırspor maçında şiddet görüntüleri yaratan Kürtler arasında duygu ve görüş farklılıkları var mı? Eğer varsa, o zaman Kürtlere de “hangi Kürtler?” diye bakmak gerekmiyor mu? Çok çeşitli Kürt kesimlerin yaşamları nasıl? Bunların, Kürt sorununa bakışları, çözüm önerileri ve hükümetten talepleri neler? Kürtlerin arasındaki en belirgin farklılıklar hangi noktalarda? Bu yıl Newroz’un olaysız kutlanmasının nedeni ne? Yüzbinler ne söylemek istiyorlar? Diyarbakırspor’un son iki maçındaki şiddet olaylarını nasıl açıklamak lazım? Kürt gençleri çok mu öfkeliler? Yaşlı ve genç Kürtler arasındaki farklar neler? Kürt gençleri ne istiyor? Öcalan Kürt sorununu çözebilir mi? Kürt sorunu nasıl çözülür? Şiddet nasıl biter, barış nasıl gelir? Bütün bu konuları, Kürt toplumunu zenginiyle yoksuluyla, genciyle yaşlısıyla, sporcusuyla siyasetçisiyle çok yakından tanıyan işadamı Mehmet Kaya’yla konuştuk. Eczacılık da yapan ve uzun yıllar Diyarbakır Eczacılar Odası başkanlığını üstlenen Mehmet Kaya, geçen dönem Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı’ydı. Kaya, bir dönem de Diyarbakırspor’un futbol sorumlusuydu.
* * *
NEŞE DÜZEL: Bu sene Newroz kutlamalarıyla ilgili bir yasak yok. Büyük kitlelerin toplanmasına ve büyük gösteriler yapılmasına rağmen bir olay çıkmadı. Meydanlara toplanan on binlerin vermek istediği mesaj ne? Kime, ne söylemek istiyorlar?
MEHMET KAYA: Batı, Newroz’u örgüt üyelerinin kutladığı bir bayram olarak algılıyor. Oysa Newroz, Kürt halkının bayramıdır ve bunu bütün Kürtler kutlar. Meydandaki yirmi kişiye sorsanız, on sekizi “PKK’li değilim” der. Meydanlarda toplanan bu insanlar tek bir mesaj veriyorlar. “Dilimle, geleneğimle, kültürümle, bayramımla ben Kürdüm. Beni böyle kabul edeceksiniz. Türkiye’de bir Türkün sahip olduğu haklar neyse, ben de aynı haklara sahibim. Bunu böyle bilmelisiniz” diyorlar. Bu insanlar, ‘ben PKK nedeniyle meydanlardayım. Tek temsilcim o’ mesajını vermiyorlar. Onlar, Cumhuriyet tarihi boyunca reddedilen bir toplumun varlığını Newroz’la barışçı yoldan ispat ediyorlar.
Meydanlardaki barışçı ve sakin gösterilerin aksine Diyarbakırspor’un son iki maçında müthiş şiddet olayları gözüktü. İki davranış arasındaki bu farkı nasıl açıklamak lazım?
Kendimi bildim bileli Diyarbakırspor’un maçlarına giderim, bir ara takımın yöneticisi de oldum. Her şey Bursa’da başladı. Bursa’daki maç futbolla ilgili değildi. Tamamen Kürt açılımını sabote etmeye yönelik bir Ergenekon girişimiydi. Hiçbir taraftar kitlesi bir lig maçına bin beş yüz Türk bayrağı getirip sallamaz ve iki yüz metre uzunluğunda “Ne mutlu Türküm diyene” pankartı açmaz. Bu, Ergenekonvari biri yapı tarafından organize edilmiş bir olaydı. Bu işte siyasi partiler de olabilir. Bursa maçı öncesinde MHP Başkanı milliyetçiliği kışkırtan açıklamalar yaptı. Hemen maçtan sonra Baykal, “Açılım yaparsan işte karşılığında bu olur” dedi. Dönüp baktığınızda tabloyu daha net okuyorsunuz.
Tam olarak ne görüyorsunuz?
Bakın... Üç hafta önce Denizlispor Diyarbakır’a geldi. Diyarbakırspor’u yendi ve alkışlarla sahadan ayrıldı. Kürt sorununa en radikal bakan kesim Karadeniz sahilidir. Bölgenin takımı Trabzonspor Diyarbakır’a geldi, o de yendi ve alkışlarla uğurlandı. Bursaspor’a gelince... Bursaspor maçı Kürtler tarafından tamamen etnik bir saldırı olarak algılandı. Çünkü bizde insanlar, “PKK dışarı” sloganını, PKK dışarı diye anlamazlar. “Kürtler dışarı” diye anlarlar. Bunu bir aşağılama ve ırkçı saldırı olarak görürler. İşte bu algı insanlarda bir refleks yarattı.
Diyarbakır’daki maçta olayları kim çıkardı?
Kürt gençleri çıkardı. Bunların büyük kısmı 20 yaşın altındaydı. Zaten Diyarbakır nüfusunun yarısını yirmi yaşın altındaki gençler oluşturuyor.
Kürt gençleri çok mu öfkeli?
Gerçekten çok öfkeli ve çok kızgınlar. Koşullara bir bakın. Diyarbakır’ın eğitim yaşında olan nüfusunun yüzde 45’i şu anda okula devam etmiyor. Yani ilköğretim ve lise öğrencisi yaşındaki iki gençten biri eğitim almıyor. Okulu bırakmışlar ve kendilerini Kürt olarak ifade ediyorlar. 1990 sonrası kuşak bunlar ve bugün 20 yaş ve altındalar. Doğdukları günden beri de çatışmanın, kayıpların, yoksulluğun ve açlığın içindeler. Bunlar...
Evet...
Bunlar, Diyarbakır’a göçle gelmiş ailelerin çocukları. Bölgede bir milyon insan zorunlu göçe tâbi tutuldu. Bu insanlara devlet bir gece, “yarın köyünüzü boşaltacaksınız” dedi. Bu insanlar, 1990 sonrasında boşalttıkları köylerine hâlâ geri dönemediler. Kentlerde kırık dökük bir, iki odalı yerlere sığındılar ve hâlâ işsiz durumdalar. Diyarbakır’da tamamen böyle göçle oluşmuş büyük yerleşim yerleri var.
Genellikle medyada hepimiz “Kürt” diyoruz ve bu sözcüğün büyük bir toplumu temsil ettiğine inanıyoruz. Kürtler, yekpare bir yapı mı yoksa kendi içinde farklılıklar var mı?
Çok büyük farklılıklar var. Kürt dendiğinde hemen PKK veya DTP çizgisi algılanıyor ama aslında üç kesim Kürt var. Bir, orta sınıf ve üst orta sınıf Kürtler. Yani burjuva Kürtler... Demokrasinin gelişmesi bunlar için çok önemli. İki, orta sınıf ve orta sınıfın biraz altı Kürtler. Bunlar için de demokrasi önemli. Üç, DTP çizgisindeki Kürtler.
DTP’li olmayan Kürtlerden başlayalım. Bunların önceliği neler?
DTP çizgisinde olmayan orta sınıf Kürtler de kimlik hassasiyetine sahipler. Kürt kimliğinin korunmasını, insanların dilini özgürce kullanmasını, kültürünü yaşayabilmesini istiyorlar. AB’ye üye olmuş, demokrasisi gelişmiş zengin müreffeh bir Türkiye’de Kürt kimliğiyle yaşamak istiyorlar. Zaten Türkiye’de AB üyeliğine en çok destek bu bölgede veriliyor.
AKP, Güneydoğu’dan epeyce oy alıyor. AKP’ye oy verenler hangi Kürtler?
Orta sınıf üstü ve orta sınıf Kürtler AK Parti’ye oy veriyor. Gelir seviyesi Türkiye ortalamasına yakın tüccar, sanayici, büyük esnaf, yönetici, serbest meslek sahibi insanlar bunlar. Bir de biliyorsunuz bölgenin AKP’ye uygun muhafazakâr bir yapısı da var.
Onların beklentileri neler?
AK Partili Kürtler bölgenin ekonomik gelişmesini çok önemsiyorlar. Bölgede yoksulluk ve işsizlik biterse, Kürt sorununun çözümünde önemli aşama sağlanacağına inanıyorlar. Bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler istiyorlar. Bir de AK Parti’nin dille ve kültürle ilgili yasakları kaldırmasını bekliyorlar. Bunlar, Kürtlerin yaşadığı ülkelerle iyi ilişkileri bir zenginleşme yolu olarak görüyorlar. Niye derseniz...
Niye?
Diyarbakır 1923’te Türkiye’nin üçüncü büyük ticaret ve sanayi kentiyken, Misak-ı Milli’nin komşularla ticareti yasaklaması sonucunda çöktü. İsmet İnönü’nün raporunda yazılıdır. Mardin’de yılda 130 bin top kumaş işlenirken, bir anda sınır kapatıldığı ve Suriye’yle alışveriş kesildiği için Mardin tekstili üç bin tona düştü. Zaten bölgenin zenginleşmesi hiçbir zaman devletin amacı olmadı. Bölge Cumhuriyet döneminde batıyla, ülkenin batısıyla bile entegrasyonu sağlayamadı. Ayrıca terörle, köy boşaltmalarıyla ve mera yasaklarıyla bölgede hayvancılık da bitti ve bölge çok geri kaldı. Artık ekonomiyi öne çıkarıp bölge acilen yoksulluktan kurtarılmalı. Çünkü yoksulluğun olduğu yerde, insanlar maç dahil bütün taleplerini şiddetle ifade ederler. Türkiye şiddet sorununu ancak yoksulluk sorununu çözerek halleder. Aslında Diyarbakır çok şanslı bir il.
Hangi açıdan şanslı Diyarbakır?
Zengin bir bölgede bulunuyor. Irak’ın yılda 36 milyar dolarlık ithalatı var. Bunun 20 milyar dolarını biz sağlayabiliriz. 20 milyar dolarlık ihracat bölgenin kurtuluşu demektir. Başbakan “Ben bölgeye sekiz katrilyon para verdim” diyor sürekli. Erdoğan’ın yedi yılda verdiği bu parayı biz Irak’tan bir yılda alabiliriz.
Irak’la ilişkiler epey gelişti. Ticaret niye gelişmiyor?
Irak’la aramızda hâlâ sadece Habur kapısı var. Bizim ihracatçılar 20 gün sınırda beklemek zorunda kalıyorlar. Oysa İran’ın beş, Suriye’nin üç kapısı var Irak’la. Türkiye, bölgenin Irak’la entegrasyonundan endişe ediyor.
Peki... DTP çizgisine oy veren Kürtlerin beklentileri neler?
Bunlar için hayatlarında en önemli sorun Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasıdır. Türkiye’de Kürt sorunu, maalesef sadece DTP çizgisinin talepleri üzerinden okunuyor. Oysa bu ülkede Öcalan’ın özgürlüğü dışında önceliklere sahip olan Kürtlerin sayısı, bunlardan çok daha fazla. Ama demokrasi gelişmedikçe, Kürtler arasındaki bu farklılıklar açığa çıkamıyor. İnsanlar Kürt toplumunu bir azınlık üzerinden görüyor ve tanımlıyor.
Kürtler arasında eğitimli olanlarla olmayanlar arasında görüş farkları var mı?
En önemli fark şu: Eğitimli Kürtler, şiddetin bir hak arama yöntemi olarak kullanılmaması gerektiğini yüksek sesle söylüyorlar. PKK’nin artık şiddetten vazgeçmesi ve dağdan inmesi gerektiğini savunuyorlar.
Eğitimsiz Kürtler dağa mı çıkmak istiyorlar?
Onlar, dağa çıkmaya hazırlar. Unutmayın ki bu ülkede dağa çıkmanın ortamı hâlâ mevcut. Eğitimsiz Kürtler, bugüne dek elde edilen Kürt kazanımlarının tamamının PKK’nin şiddeti sayesinde sağlandığına inanıyorlar. “Kürtler ne zaman silah bıraktıysa, hakları o gün ellerinden alındı. Bizim şiddetten başka yöntemimiz yoktur. Şiddeti uygulayana sahip çıkacağız. Hatta gerekirse şiddeti kentlere taşıyacak şekilde organizasyonlar da yapacağız” diyorlar. Bugün herkes, PKK’yi 1980 sonrasında Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan zulümlerin yarattığını söyler.
Doğru değil mi?
Doğru. Ama o gün yapılan zulümler herkes tarafından bilinmiyordu. Bugün ise taş atan çocukların dramını herkes biliyor. 1990’larda dört bin köyün boşaltıldığını, bir milyon insanın göç ettirildiğini herkes konuşuyor. Özellikle taş atan çocukların yaşadığı dramın toplum üzerindeki etkisi ve yarattığı psikolojik yıkım, 1984’teki Diyarbakır zindanlarında yaşanan işkencelerden çok daha etkili bugün.
Tam olarak ne demek istiyorsunuz?
Bu çocuklar başlarına gelenlerden ötürü intikam almak ve çatışmak istiyorlar. Bu çocukların arkadaşları dağda ölüyor. Dağdaki arkadaşlarına öldürülmesi gereken bir terörist olarak bakılması, bu çocukları çok rahatsız ediyor. Batı’da insanlar dağdakilerin ölmesini, ‘bir terörist daha öldü’ diye algılıyor ama, dağdan gelen her genç cenazesi bölgede büyük travma yaratıyor. Her operasyon ve ölüm, bölgede şiddeti daha da tırmandırıyor. Dağdan bir çocuğun cenazesinin gelmesi, on çocuğun dağa gitmesi anlamına geliyor. 1990 kuşağı dediğimiz zorunlu göçün ürünü olan ve mutlaka bir yakınını dağda kaybeden, kendisine şiddetten başka hiçbir çözüm sunulmamış olan bu çocuklar çok öfkeliler. Bunlara söz geçirilemiyor. Bu gençler, KCK veya bir başka derin operasyon olsun her eyleme hemen hazırlar. Bu kuşağı bir süre sonra KCK da durduramaz.
Öcalan durduramaz mı?
Öcalan bu gençler üzerinde çok etkilidir. PKK’nin şehir sempatizanı olan bu gençler kendilerini tamamen Öcalan’la ifade ediyorlar ve ona “irademiz” diyorlar. “Öcalan irademizdir” diye iki milyon imza topladı bunlar. Ama bugünkü sessizliğe bakıp aldanmayalım. Son dönemde dağa çıkışlar arttı. Taş atan çocuklara verilen cezalar öfkeyi çok arttırdı.
Kürtlerin yekpare olmadığını anlattınız. Bu çok çeşitli Kürtlerin ortak noktaları ne?
Hepsinde Kürt kimliği hassasiyeti var. Hepsi de anadilde eğitim dahil, Kürtçenin kullanımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istiyor. Temel sorun dildir. Kürtler, Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kendilerini özgürce ifade edebilmek istiyorlar. Anayasa’daki Türk milleti tanımı, Türkiye’yi oluşturan bütün insanları kapsamıyor. Biz, Azerbaycan’dakine Türk dedik, Kuzey Irak’takine “bizden değil” dedik. Bölgedeki Kürdü böyle kaybettik. İnsanlara zorla İstiklal Marşı dinletemezsiniz. Dağlara “Ne mutluyum Türküm diyene” yazarak yol alamazsınız. İnsanların bu ülkeye aidiyet duygularını geliştireceksiniz. Onlara, buranın eşit vatandaşı olduklarını, İstiklal Marşı’nın kendi marşı olduğunu hissettireceksiniz. Ortak değerlerin içine Kürt unsurlarını koyacaksınız. Mesela Başbakan Kürt sanatçılarından söz ettiğinde insanlar çok mutlu oluyor.
PKK’nın talebi ne?
İlk zamanlarında ayrılıktan bahseden PKK şimdi kendini tamamen Öcalan’ın muhataplığı ve salıverilmesine endeksledi. Kürtlerin talepleri sadece Öcalan’ın salıverilmesi değildir. Bu, belli bir kesimin talebi olabilir ama tamamının talebi değildir. Şu anda PKK, sanki Kürtlerin tamamı aynı sesi veriyor gibi bir hava yaratıyor bölgede. Öcalan’la görüşülebilir ve çözüme katkıda bulunması sağlanabilir ama... Öcalan’la görüşmeyi tek çözüm yolu olarak öne çıkarmak, ülkeyi doğru bir yola götürmez.
Hükümetin Kürt açılımı çok başarılı yürümüyor. Hükümet nerede hata yapıyor?
Hükümet sorunu Kürtsüz çözmeye çalışıyor. Sorunun çözümünde ne kendi Kürtlerini kullanıyor ne de BDP’yi. Bırakın BDP’lileri, Başbakan çözüm için kendi Kürt milletvekillerini bile muhatap almıyor.
Parlamentonun ve hükümetin alacağı ne tür kararlar Kürt sorununu çözüme yaklaştırabilir?
Anayasayı değiştirmek, vatandaşlık tanımından Türklük tanımını çıkarmak ve dille ilgili bütün yasakları kaldırmak şart. Açılıma dağdan indirmeyle başlayamazsınız. Diyelim ki bugün dağdan indiler ve ovaya geldiler. Ovada her şey yolunda mı gidiyor? Bu insanların tekrar dağa çıkmalarını engelleyecek ne var bu ülkede? Bunlar gene dağa çıkacaklardır. Çıkmış olanları indirmek bir tarafa, bugün dağa çıkmak isteyen yeni gençler var bu ülkede.
Çok öfkeli Kürt gençliğinin öfkesi nasıl yatışır?
Bunların talepleri nedir? Öcalan’ın serbest bırakılması. Öcalan’ı serbest bırakalım ve öfkeleri yatışsın diyelim. Ama gerçek durum böyle değil. Bizde devlet, ilköğretimde okuyan 170 bin çocuğun ailesine şartlı nakil transferi adı altında ayda belli bir para veriyor. İlköğretimde okuyan kız çocuğa ayda 35, erkek çocuğa 20 lira veriyor. Bölgede çok sayıda aile, sadece çocuklarının okul parasıyla geçiniyor.
Ayda 20 lirayla mı?
Yirmi, otuz lirayla. Bazısı, üç çocuğunu ilkokula gönderiyor ve karşılığında 90 lira alıyor. Tek geliri bu okul parası olan çok sayıda aile var. Bu parayı okuyan çocuğa harcamıyor, o parayla eve erzak alıyor. Postaneye gidin kendiniz gözünüzle görün. Kadınlar, çocuk parasını almak için saatlerce sırada bekliyorlar, kuyruklar oluşturuyorlar. Alacağı para 60-70 lira. Bu parayla bir ay boyunca bir aile geçiniyor. Diyarbakır’da bu ailelerin oturduğu beş tane gecekondu yerleşim alanı var. Bir, iki odalı yerlerde 10-12 kişi yaşıyor. Açlık sınırında bir yaşam sürdürüyor bunlar.
Böyle kaç bin kişiden söz ediyorsunuz açlık sınırında yaşayan?
Diyarbakır’ın nüfusu bir milyon 600 bin civarında. Bunun yüzde 25-30’u açlık sınırının altındadır. Günlük gelirleri bir doların altındadır. Bu aileler ilköğretimden sonra nasıl çocuklarını okutsun? Okutamıyorlar tabii ki...
Öcalan serbest bırakılsa bunların öfkeleri yatışmaz mı?
Yatışmaz. Yoksulluk bitmedikçe bu kızgınlık bitmez. 90 kuşağı olan bu gençler kendilerini bu ülkeye ait hissetmiyorlar. Sen bu insanları köylerinden, üretici durumundan alıp getirmişsin ve şehirde hiçbir şey tüketemeyen bir duruma sokmuşsun. Bunların geçimlerini sağlayacak bir yapı oluşturmak şart. Dünyada sosyal güvenlik sistemlerinde bu uygulamalar var. Her eve hiç olmazsa asgari ücretin yarısı kadar bir para olan 300 liranın her ay verilmesi gerekiyor. Bu kesimdeki öfkenin yatışması için bu tabloya müdahale etmeniz gerekiyor. Düşünün... Diyarbakır’da ne devletin ne de özel sektörün toplam bin kişi çalıştıran tek bir kuruluşu var. Bugün Diyarbakır’da yeşil kartlı sayısı kaç biliyor musunuz? 630 bin.
Nüfusun neredeyse yarısı yeşil kartlı mı?
Evet. Bu, hiçbir sosyal güvencesi yok demek. Adına hiçbir tapu, gayrımenkul ve sigortanın olmaması demek. Altı-yedi kişilik ailesinin aylık gelirinin 225 liranın altında olması demek. Yani kişi başı ayda 30 liranın düşmesi demek. Yani günlük gelirinin bir doların altında olması demek. Böyle 630 bin civarında nüfus var burada. Bunlar, 2005 yılına dek ilaçlarını ya birilerinin karnesi üzerinden alıyorlardı ya da hiç alamıyorlardı. Ancak 2005’ten sonra ilaçlarını alabildiler. Ben eczacıyım, o günlerde adamın biri eczaneye geldi. Bana iki reçete gösterdi. “Eczacı Bey, ikisi aynı mıdır?” dedi. Baktım... Biri 2004’ün ikinci ayına ait. Diğeri 2005’e ait. Aradan bir yıl geçmiş. Baktım verilen ilaç aynı. Adama, “Evet reçeteler aynı. Niye sordun” dedim. “O zaman çocuk hastaydı. İlacını alamadım. Şimdi bu hak çıktı. İlacını almaya şimdi geldim” dedi. Bu adam hasta çocuğunun ilacını almak için bir yıl beklemiş.
İnsanın bu şehirde ruh sağlığını koruması çok zor olmalı, değil mi?
Ben, elimde alışveriş poşeti taşımaktan utanıyorum. Çocuğu bir yıl ilaç bekleyen biri bu devlete aidiyet duygusuyla nasıl bağlı olabilir ki? Böyle bir toplum var burada. Bugün Öcalan’ı istedikleri kadar öncelikleri olarak koysunlar. Yarın Öcalan’ı serbest bırakın. Üç ay sonra yine çatışmalı ortam ortaya çıkacaktır. Yoksulluğu çözmediğiniz sürece bu kızgınlık, bu öfke dinmez bitmez burada.
Peki, Apo barışı nasıl etkiler?
Örgütün dağdan inmesini sağlar ama bu, Kürt sorununu çözmez, bölgedeki yoksulluğu bitirmez. Bölgede demokrasiyi ve ekonomiyi at başı ilerletmeniz lazım. Çünkü hangi demokratik adımı atarsanız atın, ekonomik refah getirmeyen hiçbir adım bu toplumda huzur yaratamaz. Öcalan’a gelince...
O ne yapabilir?
Bugüne dek onu hiç muhatap almadık ama Öcalan her dönemde haber gönderip bölgede çatışmalar yarattı, eylemler yaptırdı. Bugün de diyor ki, “Ben haber göndereyim, barışı sağlayayım”. Bugüne kadar çatışmaları yaratan haberleri göndermesine engel olmamışsınız. Şimdi bırakın... Barışı sağlamasına da engel olmayın. Bunun yöntemini yaratın. Öcalan dolaylı olarak muhatap alınabilir. Türkiye büyük ülke diyoruz. Büyük ülkeler sorunlarını çözen ülkelerdir. Sorunlarını büyüten ülkeler değildir. Kürtler savaşın bitmesini kesinlikle istiyor.
Kürtlerin en büyük endişesi ne?
Demokratikleşme adımlarının durması. Her olayımız Bursaspor maçı gibi olursa, biz bu ülkede yaşayamayız. Ayrılmayı savunur hale geliriz. Bursa’daki gibi ilişkimiz olacağına ayrılalım, hiç olmazsa öyle huzur içinde yaşarız diye düşünürüz. Barış iklimini oluşturmak için, bölgede yaşananların Türk toplumuna anlatılması gerekiyor. Bölgede yaşananlar Türklerin başına gelseydi ne hissederlerdi, bunu Türkler eğer bir gece düşünseler, Kürt sorununun çözümünde çok önemli bir adım atılmış olur! Ben eczacıyım. Hiçbir siyasi çizgiyle bağım yok. Ben dört defa gözaltına alındım. İşkenceye uğradım. Nasıl olduğunu anlatsam gülersiniz.
İşkenceye nasıl gülebilirim?
1990 başlarında Dicle’de eczacılık yapıyordum. Bir polis, kendisine ilaç vermedim diye beni kafasına taktı. Polis bir şey istedi, siz hayır dediniz. Sizi alıp Diyarbakır’a götürüyordu ve orada işkence yapılıyordu. Bazen Dicle’nin bütün esnafını toplayıp Diyarbakır’a götürüyorlardı. “Bunlar örgüte para veriyorlar” diye suçluyorlar. Ortada ne belge var, ne de bir işaret. Öyle keyfî muameleler yapıldı ki bu ülkede. Türklerin bunları bilmeleri gerekiyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder