5 Temmuz 2010 Pazartesi

Sözde ‘Milli Güvenlik Devleti’ Mehmet Altan

Sözde ‘Milli Güvenlik Devleti’




Dönüp dolaşıp yeniden “milli güvenlik devleti” noktasına geri döndük...

Peşi sıra devrilip giden yavrularımız...

Yaralılarımız... Cephelerden resimler... Askeri hastaneler...

Askeri söylem...

Güvenlik zirvesi...

Söylemde “milli güvenlik devletiyiz” ama “öz”de “profesyonel ordumuz” yok...

***

Şiddetin başlangıcından bu yana 26 yıl geçmesine rağmen, Hakkâri’deki askeri birliğe saldırıda 11 şehit verilmesinin ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığında Çankaya Köşkü’nde toplanan güvenlik zirvesi ne karar aldı?

İstihbaratın gözden geçirilmesi...

Bölgede görev yapan personelin yapısının gözden geçirilmesi...

Çevre ve ilgili ülkelerle terörle mücadele koordinasyon faaliyetlerinin daha da etkinleştirilmesi...

Basın-yayın organlarının orduyu eleştirmemesi gereği...

***

Bildirinin tercümesi ne?

“Durum pek parlak değil ama yazıp söylemeyin çünkü düşmanı cesaretlendirirsiniz...”

Ankara bunu ne zaman söylüyor?

2010 yılında...

Hâlbuki:

Yakın zamana kadar Kürtlerin varlığının da resmen inkâr edildiği bu ülkede, PKK’nın 1984’teki Eruh baskını ile başlayan dönem 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e göre “29. Kürt İsyanı” idi.

Ayşe Hür’ün dökümüne göre:

“İsyanı bastırmak için Türkiye, 1987-2002 arasında 300 bin askerini, en modern silahlarını ve 67 bin korucuyu seferber etti.

Bu süre içinde, 14 ilde ‘Olağanüstü Hal’ ve sıkıyönetimler ilan edildi, bunlar 57 kez uzatıldı.

Tam 24 kez sınır ötesi operasyon yapıldı.

Sivil ve asker 10 bin 857 şehit verildi, bir o kadar kişi yaralandı.

23 bin 938 PKK üyesi ya da sempatizanı öldürüldü, 11 bin 746’sı sağ ele geçirildi.

Resmi kaynaklara göre 96 milyar, gayri resmi kaynaklara göre 400 milyar dolar harcandı.”

***

Geçenlerde...

Batman Ticaret ve Sanayi Odası’nın konuğu oldum.

“Ekonomi, Demokrasi ve Güvenlik” konulu bir konferans verdim:

“Burası insanı yok sayan bir ‘milli güvenlik devleti’ ve bu milli güvenlik devleti’nin yerine aslında bizim ihtiyacımız olan şey bir ‘evrensel refah devleti’ olması gerekir.

Üstelik bu güvenlik meselesinin yeryüzündeki ekonomik yapı değiştikçe anlamı da farklılaşır.

Artık, BM’nin de, gelişmiş ülkelerin de kendi literatürlerinde, günlük yaşamlarında güvenlik tek başına kullanılmıyor. Bunun başına her zaman bir insani güvenlik kavramı konuluyor.”

Deyip, şöyle devam ettim:

“Vergi alan bir devlet ve vergi veren bir vatandaş yoksa orada devlet de demokrasi de olmaz, toplum da olmaz. Burada büyük bir zafiyet var. 50 milyon seçmen var. Bir yasa çıkartırsak, vergi vermeyen oy vermez desek bu 10 milyonun altına düşer. Tüm demokrasilerin temelinde vergi isyanı var. Vergiden dolayı parlamenter rejim doğmuştur. Demokrasinin özü itibariyle; bu paraların nereye, nasıl harcandığı, etkin harcanıp harcanmadığını kontrol eder.”

***

“Kürt sorunu nedir” sorusuna da cevap verdim:

“Kürt sorunu tamamen Türkiye Devleti’nin, Türkiye Kürtlerini kapsayacak bir devlet olmamasının ortaya çıkmasıdır. Şimdi açılım yapıyorlar, Roman açılımı, Alevi açılımı, ne oluyor? Devlet vatandaş arıyor.

Halkın iktidarına silah çeken, bıçak çeken, beş generalin oluşturduğu anayasa ile siyasi partiler yasasıyla, seçim yasasıyla, 600 yasayla onun bütün tüzük ve kararnameleriyle, bütün askeri yapısıyla, 12 Eylül rejimi otuz yıldır devam ediyor...

Bunu da içime sindiremiyorum.

Bizler tarihsel zaaflar nedeniyle hep devlete bakıyoruz.

Ankara’da bugün ne oldu?

Bana ne Ankara’da bugün ne olduğundan...

Biz şimdi Batman’dayız, Batman’daki özgürlüğümüzü, zenginliğimizi nasıl arttıracağız, asıl konumuz bu olmalı...”

***

İş hırsız hikâyesine döndü...

“Milli güvenlik devleti” ama içeriye propaganda yaparken...

Yoksa 26 yıl sonra şiddetle neden başa çıkamadığını dünkü zirve bildirisi açıklamakta...

Üstelik “profesyonel ordu” da yok...

Yani milli güvenlik devletinin gereklerinden çok uzak bir durum...

***

Peki, çağın gereklerine uygun olarak “insan odaklı” “evrensel zenginlik toplumuna” dönüş?

O da yok.

Şehitlerimiz yanı sıra, trafikte ölenin de haddi hesabı yok, madenlerde de, Tuzla’da da...

İş hırsız hikâyesine döndü.

Gel desen gelmiyor, git desen gitmiyor...

Ve çocuklarımız ölüp duruyor...

Hiç yorum yok: