5 Nisan 2010 Pazartesi

Özdemir İNCE/Anayasa’nın geçici 15. maddesi

23 Mart 2010
Özdemir İNCE










Anayasa’nın geçici 15. maddesi


GEÇİCİ 15. MADDE: “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı oluşuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.
Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmalarından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.”
İŞKENCEDEN 171 ÖLÜM

12 Eylül döneminde meydana gelen olaylar: 650 bin kişi gözaltına alındı./1 milyon 683 bin kişi fişlendi./7 bin kişi için idam cezası istendi./517 kişiye idam cezası verildi./Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (26’sı siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı.

/71 bin kişi TCK’nın 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı./98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmaktan yargılandı./388 bin kişiye pasaport verilmedi./30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı./14 bin kişi yurttaşlıktan çıkartıldı./30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti./300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü./171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi./937 film sakıncalı olduğu için yasaklandı./23 bin 677 derneğin faaliyetleri durduruldu./3 bin 854 öğretmen, 120 üniversite öğretim üyesi ve 47 yargıcın işine son verildi./400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi./Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi./31 gazeteci ceza evine girdi. /300 gazeteci saldırıya uğradı./3 gazeteci silahla öldürüldü./Gazeteler 300 gün yayın yapamadı./13 büyük gazete için 303 dava açıldı.

/39 ton gazete ve dergi imha edildi./Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi./144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü./14 kişi açlık grevinde öldü./16 kişi kaçarken vuruldu./95 kişi çarpışmada öldü./73 kişiye doğal ölüm raporu verildi./43 kişinin intihar ettiği bildirildi.
YA İDAMLAR, SÜRGÜNLER
Bunlara kapatılan siyasal partiler, şuraya buraya kapatılan, hapse atılan siyasal parti başkanları ve milletvekilleri; toplatılan ve imha edilen kitaplar; YÖK’ün kurulması; Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun Atatürk’ün vasiyetine karşın devletleştirilmesi. Elbette 12 Eylül’ün işlemleri bu kadar değil. Hapishaneler, işkenceler, işkenceler var, işkenceler!

Diyelim ki Anayasa’nın geçici 15. maddesi kaldırıldı, geçici maddenin koruduğu darbeciler ve devlet memurları yargılandı ya da yargılanamadı. Peki mahkemelerin verdiği kararlar, idamlar, sürgünler, dağılan aileler, çekilen cezalar, zedelenen ve zarar gören özlük hakları ne olacak? Akan kan, sökülen tırnak, asılan boyun, elektrik verilen cinsel organ ne olacak? Kim özür dileyecek? Ödenmesi gerekeni kim ve nasıl ödeyecek?
ANAYASA değişikliği hem siyasi hem hukuki bir süreçtir. Halkoylamasında ise ‘kitleler psikolojisi’ devreye girer.
Halkoylamasında CHP tabanı “hayır”, Ak Parti tabanı ise “evet” diyeceğine göre, ‘stratejik’ nokta, AKP dışındaki sağ seçmen kitlesinin ne diyeceğidir!
Eğer CHP “Yargıyı ele geçirecekler, laiklik elden gidiyor” gibi sloganlarla kampanya yürütür ve Sabih Kanadoğlu gibi ‘simge’ isimler de ön plana geçerse, hele birkaç da “cumhuriyet mitingi” yapılırsa, geniş sağ kitlelerde de “evet” eğilimi güçlenecektir!
2007 halkoylamasında yüzde 67 “evet” çıkmamış mıydı?!
MHP de pakete karşı ama CHP’nin söyleminden uzak duruyor, “Oturup şimdi beraber hazırlayalım, seçimlerden sonra Meclis’ten geçirelim” diyor. MHP’nin söylemi geniş sağ seçmen kitlesini şimdiden kestiremeyeceğimiz bir ölçüde etkileyecektir.
Kampanyayı görmeden sonucu hakkında öngörüde bulunmak doğru olmaz.
Kaldı ki, 2 milyon oyu bulunan BDP’nin kararı da netleşmedi henüz.

Anayasa Mahkemesi?
Pakette hukuki açıdan en önemli hususlardan biri Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesidir. Yargıtay ve Danıştay buna şiddetle karşı çıkıyor ama 2003 yılında bu değişikliği Anayasa Mahkemesi’nin kendisi istemişti!
Hatta iktidarın hazırladığı taslak daha ‘mütevazı’dır. Mahkeme’nin taslağında TBMM dört üye seçiyordu, iktidar bunu üçe indirmiş.
Anayasa Mahkemesi’ne hiç Meclis üye seçer mi?! Prof. Erdoğan Teziç Hoca’nın TÜSİAD için hazırladığı 1992 tarihli taslağa bakın: Mahkeme’nin 11 üyesinden 2’sini TBMM seçiyor!
Sayın Teziç şimdi buna karşı mı çıkacak?
Barolar Birliği’nin hazırladığı 2001 taslağında, Anayasa Mahkemesi üyelerinin üçte birini Meclis seçiyordu! AKP iktidara geldikten sonra Barolar Birliği bu oranı düşürdü ama yine de 2007 taslağında 17 üyenin 4’ünü Meclis seçiyor! Bunda Prof. Süheyl Batum’un da imzası var!
Sayın Batum şimdi buna karşı mı çıkacak?
Taslakta bu konuda olumlu bir husus da mevcut üyelerin üyeliği emekli oluncaya kadar devam edecek, mevcut 4 yedek üye de asil üye olacaklar; etti 15... Sayıyı 21’e çıkarmak için sadece yeni 6 üye seçilecek.
‘Kurumsal devamlılığa’ böyle önem verilmesi isabetlidir.
Ancak çok yanlış bulduğum bir husus var: Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimi konusunda Kenan Evren’e verilmeyen yetkiler Cumhurbaşkanı’na veriliyor, bunu ayrı bir yazımda eleştireceğim.

Seçim sandığı!
Tepkiler dikkate alınmış olacak ki, HSYK’ya Meclis’in üye seçmesinden vazgeçilmiş... Yargının isteklerine ve AB kıstaslarına uygun olarak Adalet müfettişleri ve adli bürokrasi de bakanlıktan alınıp HSYK’ya devrediliyor.
Yargının bazı itirazları var ama HSYK’nın üye sayısının 21’e çıkarılarak “çeşitlilik” ve “geniş temsil” ilkesinin benimsenmesi de isabetlidir.
Ancak bir kaygımı defalarca yazacağım:
Taslaktaki geçici 19. maddeye göre, il merkezlerinde ortaya sandık konulacak, hâkim ve savcılar ilçelerden de gelerek HSYK’ya 7 üye seçecekler!
Kimler minibüs, otobüs seferleri organize edecek?!. Haftanın yorgunluğunu atmak için seçim günü evinden çıkmayacak ‘kendi halindeki’ hâkim ve savcılarla, sandığa koşacak ‘seferber’ hâkim ve savcılar olmayacak mı?!
Bunu çok sakıncalı buluyorum. Söz konusu 7 üye, birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından, kıdem ve performans gibi objektif kıstaslara göre bilgisayar tarafından seçilmelidir.
‘Anayasa paketi’ konusunu önümüzdeki günlerde de yazacağım.

12 Mart’ın Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç, “Sosyal gelişme, iktisadi gelişmeyi aştı” diye şikâyet etmişti.
60’ların sonuna doğru yükselen toplumsal talepler, artık düzeni tehdit etmeye başlamıştı.
Frenlenmesi gerekiyordu.
Org. Tağmaç onu da şöyle formüle etti:
“Bu elbise bize bol geliyor.”
“Elbise” dediği Türkiye tarihinin en özgürlükçü metni sayılan 1961 Anayasası idi.
“Elbise”yi orasından burasından budadılarsa da yetmedi.
Bunun üzerine 1982’de yırtıp, en darından yenisini yaptılar.
Ali Ulvi’nin o dönem Cumhuriyet’te çizdiği karikatürü anımsıyorum:
“Diplomalı terzi Orhan Aldıkaçtı” oturmuş, iri yarı çıplak bir işçiye minnacık bir elbise dikiyordu.
* * *
Şimdi Prof. Aldıkaçtı’yı kimse hatırlamıyor ve ona diktirilen “elbise bize dar geliyor.”
Çünkü “Sosyal gelişme, iktisadi gelişmeyi yakaladı.”
“Dar elbise” demode oldu, dikişleri atmaya başladı.
Yargı, partileri kapatıyor; kapandığı gün yenisi açılıyor.
İşkenceci attığı dayak yüzünden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkûm oluyor.
Kendi iç hukukundan umudunu kesen toplum, hakkını Avrupa mahkemesi kapılarında arıyor.
Askeri rejimin anayasası, bu toplumu taşımaya yetmiyor.
Bunun üzerine 30 yıl sonra şimdi de “Eh, bu da çok daraldı; biraz bollaştıralım bari” deniliyor.
Ama geçen 30 yılda elbise o kadar çok kesilip biçildi ki, artık ondan düzgün bir urba yaratmak zor olacağa benziyor.
* * *
İktidar partisinin son anayasa değişiklik paketi, beklenen titiz terziliğin ürünü mü? Toplumda bir heyecan yarattı mı?
Ne gezer!
30 yıl önceki Anayasa tartışmalarını Meclis’te izlemiş bir gazeteci olarak tanıklık edebilirim ki, o zaman askerler, nasıl bir güvenlik ihtiyacıyla kötü bir tasarı getirdilerse, bugün de AKP’liler kendi acil sıkıntılarına uygun, darmadağın bir revizyon paketiyle karşımızdalar.
“Sürekli olarak Anayasa Mahkemesi’nin kapatma tehdidi altındayım. Onu önleyecek bir yol bulayım; ama YÖK’te işim sağlam; ona dokunmayayım.”
“Askerlerin, yargıçların yetkilerini budayayım; ama parti barajı bana yarıyor; onu değiştirmeyeyim.”
“Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinden eskiden şikâyetçiydim; ama şimdi o bizden; kurcalamayayım.”
İşin özü bu değil mi?
* * *
Anayasa değişikliği gibi büyük kalemler, reform vaadiyle meydanlara çıkıp güçlü bir halk desteği almış iktidarların ilk döneminde yapılır.
Böylesi bir değişim rüzgârıyla, sivil inisiyatifle ve özgürlükçü bir ruhla yapıldığında da meşruiyet tartışması yaratmaz.
Ama siz, 8 sene tek başına iktidarda iken anayasanın özüne dokunmayıp seçime beş kala, işinize gelen 20-30 maddeyi alelacele alt alta yazıp “anayasa reformu” diye getirirseniz bunu da kimse ciddiye almaz tabii...
Ciddiye alanlar da “imkânsız”ı, yani böylesine kutuplaşmış bir toplumda “mutabakat”ı koşul olarak öne sürerler.
Bir çift laf da muhalefete söyleyelim:
“Öyle olmaz, böyle olmaz” deyip duracaklarına ortaya kapsamlı bir anayasa taslağı koysalar da biz de okuyup ne vaat ettiklerini öğrensek iyi olmaz mı?

Hiç yorum yok: