Savcıların önü neden kesildi?
Uyandığımda "cevapsız aramalar"da Sami Selçuk'un adını gördüm. Benim dünkü yazımın başlığı "Kaşarlanmış Ergenekoncular" iken, Sami Bey'in yazısının başlığı "Görüşler kararlar eleştirilebilir ama kınanamaz" idi.
Kendisini aradım. Zarafeti ve nezaketi içinde, “hukukun ilkelerinden” yana bir bilge hukukçu olarak, doğrudan adres vermese de hepimizi kapsadığını düşündüğü “özensizliklerden” yakınıyordu.
***
Sami Bey, tüm hukukçuların “hukuktan yana” ve “hukukun temel ilkelerine” bağlı olduğunu varsayıyordu...
Ve eleştirilerini, “hukuksal özensizlik” konusundaki yakınmalarını da doğal olarak bu “varsayım” üzerine kuruyordu...
Ama acaba “hukukçuların” hepsinin hukuktan yana ve hukukun temel ilkelerine her şeyden daha fazla bağlı olduğu söylenebilir mi?
Hukukçu kimliği altında, başka “merkezlere” bağlı “görevli” hiç mi yok?
***
Vaktiyle...
İstanbul 5. Asliye Hukuk Hâkimi Nesrin Merih Güner’in, “vatan haini” suçlamasını “hakaret” olarak değerlendirmediği...
Gene o zamanlarda...
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin de üçe karşı iki oy ile “vatan hainliği” suçlamasını hakaret saymadığı...
Başkan Bilal Kartal ve üye Salim Öztuna, karara muhalif kalarak muhalefet şerhi yazarken...
Diğer üyeler Ülkü Aydın, Şerife Öztürk, Mehmet Uyumaz’ın ise “vatan haini” suçlamasını sıradan bir eleştiri ifadesi olarak kabul ettiği bir “hukuk sisteminden” ben de Sami Bey’e yakındım.
Acaba herhangi birisi Genelkurmay Başkanı’na “vatan haini” dese, adı geçen “hukukçular” aynı kanaate varırlar mıydı?
Şayet varmayacaklar ise bu “çifte standart” ne ile izah edilecekti?
***
Eser Karakaş geçenlerde Türk hukuk sisteminin kara kalem müthiş bir portresini çizdi.
Türkiye’nin de dâhil olduğu Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurularını ve sonuçlarını karşılaştırarak yayınladı. Türkiye’nin bireysel başvuru hakkını kabul ettiği 1987 senesinden günümüze tam 1939 dava sonuçlanmış ve bu 1939 davadan 1676’sında Türkiye’nin Sözleşme’nin en azından bir maddesini ihlal ettiği yönünde karar çıkmış.
Hâlbuki...
Franco rejiminden kurtulduktan sonra Avrupa Konseyi üyesi olan ve bireysel başvuru hakkını kabul eden İspanya hakkında ise toplam 61 dava karara bağlanmış ve bu davalardan 39’unda İspanya mahkûm olmuş.
“Faşist Franko Yönetimi” ile “Demokratik Türkiye”...
***
Türkiye’nin mahkûm olduğu davalardan 66’sında devlet yaşam hakkını ihlal etmiş.
Doğrudan ve Türkçe söyler isek devlet cinayete karışmış.
Şimdi sıkı durun...
Diğer 46 ülke için verilen toplam “yaşam hakkı” ihlal kararı 80.
Bunun 59’u Rusya’ya ait.
Rusya’yı bir yana koyarsanız, “devlet cinayetleri” skorunda Türkiye 66, diğer 45 üye devlet ise 21.
***
Yaşam hakkı konusunda devletin yeterince önlem almamış olmasından dolayı Türkiye 120 kez mahkûm edilmiş, diğer 46 ülke hakkında aynı konudan verilen mahkûmiyet karar sayısı ise 103... Bunun da 64’ü Rusya’ya ait.
İşkence ve insanlık dışı muameleye gelince...
İşkence konusunda Türkiye 22 defa mahkûm olmuş. Diğer 46 üye ülkenin aleyhinde ise işkence konusunda verilen karar toplamı 26. Bu kararların da 15’i Rusya’yla ilgili...
İnsanlık dışı muamele söz konusu olduğunda da Türkiye aleyhine verilen 147 karar var; diğer 46 ülke aleyhine ise 109’u Rusya’ya ait olmak üzere toplam 277 karar var.
***
“Demokrasinin” olmazsa olmaz ilkesi olan “ifade özgürlüğü” konusunda da Türkiye hukuk sistemi nal toplamakta.
İfade özgürlüğünü ihlal ettiği için Türkiye 170 defa mahkûm olmuş, diğer 46 üye ülke için ise toplam verilen ihlal kararı 180.
Rusya’nın bile “ifade özgürlüğü” konusundaki mahkûmiyeti 11.
Sayageldiğim dört başlıkla ilgili, örneğin İspanya aleyhinde hiç karar çıkmamış; ifade özgürlüğünü ihlal ettiği için ise İspanya hakkında sadece iki karar var. Uzatmaya gerek yok, rakamlar bizdeki “hukuk” yorumunun ne kadar “hukuka” bağlı olduğunu göstermekte...
***
Şimdi bu ürkütücü resmin ardından gelelim yeniden iki savcının neden Balyoz soruşturmasından alındığına...
Biliyorsunuz iş “görevdeki askerlere” dayanınca, arıza çıktı. Etrafta dolaşan fısıltılara bakılırsa aynı 3. Ordu Komutanlığında olduğu gibi bu soruşturma da başka bir Ordu Komutanı’na doğru yürümekteydi...
O nedenle savcıların önü kesildi.
***
Bunca darbeden geçip, hiç bir darbeciyi yargılamayan...
27 Nisan e-muhtırasını “ben yazdım” diyen kişi hakkında soruşturma açmayan...
28 Şubat’ta Genelkurmay’da brifing dinleyen...
Dünyada eşi menendi olmayan bir şekilde Yargıtay’dan Danıştay’a paralel askeri emir-komuta zinciri kuran...
Ve AİHM’de açık ara mahkûm olan bir hukuksal görüntüde...
Balyoz’a müdahaleyi “hukuksal” olarak mı yorumlarsınız, “ordu komutanını” kurtarmaya yönelik bir müdahale söylentisine daha çok mu inanırsınız?
Sami Bey’in bir kuyumcu titizliğiyle çok haklı olarak yakınmasına rağmen hukuk olmayınca, gelişmeler de “hukuksal özene” göre okunamıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder