7 Eylül 2010 Salı

Ahmet Altan - Diyarbakır’da bir başbakan...

KUM SAATİ 04.09.2010





Musa Anter’i öldürten devletten, Diyarbakır’da “Ape Musa’nın acısını unutmadık” diyen başbakana...



Uzun ve kanlı bir yoldan geçti Türkiye.



Devlet, baskının her türünü denedi Kürt meselesini “demokratik” yollardan çözmemek için.



Sonunda devletin en azından bir bölümü bu meselenin silahla çözülemeyeceğini keşfetti.



Şimdi “silahsız” bir çözüm aranıyor.



Ve, “silahlı bir çözümsüzlükten”, “silahsız bir çözüme” geçmenin zorlukları ortaya çıkıyor.



İşin en zorlu noktasındayız.



Bu savaşın bitmesi gerektiğini herkes biliyor.



Ama herkes bu savaşın “kendi istediği” gibi bitmesini arzuluyor.



Yirmi beş yıl süren bir savaştan sonra “zaferi kazanamamış” olmak “iki tarafın” da kalbini kırıyor çünkü.



Bir zafer arıyor iki taraf da.



“Ben yendim” diyebilmek istiyor.



Bunu diyemeyeceklerini kabul etmek Türkler için de Kürtler için de çok zor gözüküyor bu aşamada.



“Büyük hastalıklarla” karşılaşanların geçtiği o bilinen aşamalardan biri bu, “inkâr” dönemi.



“Zaferi silahla” kazanamayacağı gerçeğini iki taraf da kabullenemiyor.



Bu, meydan okumaları, tehditleri artırıyor.



Bir yandan barışı arıyoruz, bir yandan birbirimizi tehdit ediyoruz.



Herkes inanılmaz biçimde alıngan.



Barış için atılan her adım, “biz yenildik mi yani” sorusunu sorduruyor, “hayır yenilmedik” diyebilmek için de hemen sesler ve tehditler yükseltiliyor.



Barışma mecburiyeti ile savaşı kazanamamış olma gerçeği sıkıştırıyor insanların ruhunu.



Bu sıkışmışlığı alabildiğine sömüren ırkçı nutuklar da arka arkaya patlıyor.



Dün Başbakan Erdoğan Diyarbakır’da konuşurken, “iki taraftan” da oy isteyen “tek parti” olmanın bütün sıkıntılarını çekiyordu.



Kürtlerin kalbini kazanmak için söyleyeceği her söz, vereceği her vaat, CHP ve MHP’nin “Başbakan Türkiye’yi bölüyor, PKK ile pazarlık ediyor” bağırtılarına yol açacaktı, Türkleri yatıştırmak için söyleyeceği her söz de Kürt politikacılarının “Başbakan Kürtleri satıyor” demelerine altlık hazırlayacaktı.



Erdoğan, sanırım Diyarbakır konuşmasını “hasarsız” atlatmaya özen gösterdi.



Duygusal bir konuşma yaptı, Kürtlerin “acılarını paylaştı” ama “somut” vaatlerde bulunmadı, “Kürtlerin eşit vatandaşlık haklarına, anadilde eğitime” hiç girmedi.



Bunların yerine, bu referandumda “evet” çıkması halinde “yeni bir anayasanın” kilidinin açılacağını söyledi.



Türkiye’nin yepyeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu çok açık.



Hep “anayasa” için bir “mutabakat” gerektiği söyleniyor.



“Mutabakat” derken siyasi partiler arasında bir mutabakattan bahsediyorlar ama bence halklar arasında bir mutabakat gerekiyor.



Bu mutabakat için de “iki tarafta” da ciddi bir zihniyet değişikliği, bir tür fikirsel devrim gerçekleşmesi lazım.



Bu nasıl olacak?



Bir yandan baktığınızda Türkler arasında da Kürtler arasında “ırkçılık” kendine yerleşik bir zemin bulmuş durumda.



Irkçılık, “koşulsuz bir nefret” demek.



İki tarafta da buram buram nefret kokan kesimler var, “zafersiz bir barıştansa” daha binlerce insanın öleceği bir savaşı sürdürmekten yanalar, böyle bir savaşın sürmesinden kârı olanlar da bu ırkçılığı alabildiğine körüklüyor.



Ama bir başka kırılma yaşıyoruz bu arada.



Türklerin ve Kürtlerin “demokrat öncüleri”, kitlelerin öfkesini üstlerine çekme pahasına “bu ırkçılığa” karşı çıkıyorlar, barışın yolunu arıyorlar.



Türk ve Kürt “ırkçıların” gittikçe daha çok ortaya çıkan “ortaklıkları ve yakınlıkları” karşısında, seslerini her iki tarafın da “egemenlerine” karşı yükselten Türk ve Kürt demokratların birliği beliriyor.



Bu, çok yeni ve çok ümit verici bir gelişme.



Kürt ve Türk demokratlar elbette savaşı bitiremezler, böyle bir güçleri yok, ama bu “ırkçı nefreti” kıracak, zihinsel bir devrim yaratacak, “sadece zafer aramanın” manasızlığını gösterecek, barışın yararlarını anlatacak ve “silahın” iki yandaki “iktidarını” sarsacak bir güçleri var.



Kürt ve Türk demokratlar, bütün siyasilerden daha cesur davranabiliyorlar, iki yandan birden üstlerine yönelen kızgınlığı göğüsleyebiliyorlar ve iki yandaki “iktidarları” da şaşırtabiliyorlar.



Savaşın şiddetiyle donmuş bu toplumda, bu demokratlar bir buzkıran gemisi gibi donmuşluğu kıracaklar.



Ve, bu toplum yeni, hakkaniyetli, eşitliğe dayanan bir anayasa yapacak.



Söz, silahı yenecek.

Hiç yorum yok: