ekarakas@stargazete.com
Çünkü (Pazar) Star Gazetesi yazımda Lise Milli Güvenlik Bilgisi kitabına egemen anlayışı eleştirmiş ve bu zihniyetle yetiştirilen genç nesillerden yaratıcılık, mesela bir Google icadı beklenemeyeceğini ifade etmeye çalışmış idim.
Yazımın sonunu da siyasal bir eleştiriyle noktaladım zira en nihai analizde bu kitapların çocuklarımızın önüne verilmesinden Milli Eğitim Bakanlığı sorumlu.
Ya da ben öyle zannediyorum.
Askeri, bürokratik vesayet konusu son senelerin en çok tartışılan, konuşulan konuların başında geliyor.
Vesayete ilişkin önümüzde somut anayasal, yasal yapılar, düzenlemeler var.
Genelkurmay’ın, bırakın Milli Savunma Bakanlığı’na Anayasa’nın 117. maddesine göre Başbakan’a bile bağlı olmadığı bir ülkede yaşıyoruz; TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi var, bir türlü değiştirilemeyen Sayıştay kanunu var, çift başlı yargı meselesi var, vs.
Ama bu konuları en azından son senelerde konuşuyoruz, çözüme yönelik bebek adımları da atıyoruz, 12 Eylül referandumunda daha önemli bir adım daha atacağız.
Ancak, gerçek siyasi vesayet çok daha kapsamlı bir konu.
Bu çok kapsamlı vesayetin en somut ve garip örneği de mesela yukarıda belirttiğim kitap.
Bu kitabın (Lise Milli Güvenlik Bilgisi, 2009, dördüncü baskı) önsözünden bir bölümü aktarıyorum: “Bu ise (Türkiye Cumhuriyeti’nin milli birlik ve bütünlüğünü korumak) Atatürk ilke ve inkilaplarını sadece düşünce boyutunda değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi olarak da benimsemekle mümkündür. Türk genci, Atatürk’ün kendisine emanet ettiği bu ilke ve inkilapları bir yaşam biçimi olarak benimsediği ve ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehditlerin bilincinde olduğu sürece Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını sonsuza kadar sürdüreceğine ve çağdaş uygarlıklar düzeyinin üstüne çıkacağına kuşku yoktur.”
Bu uzun alıntının anlamı şu: Yurttaşların tümü Atatürk ilke ve inkilaplarına uygun aynı yaşam biçimini benimserse bu çok iyi bir şeydir, hatta Cumhuriyet’in bekası buna bağlıdır.
Alıntının sonunda vurgu yapılan “çağdaş uygurlık” ülkelerinde anayasalarda belirli bir ideolojiye gönderme yapılmazken biz hem bu düzeye çıkmayı hatta aşmayı amaçlıyoruz ama aynı zamanda bir ideolojiyi anayasal ideoloji yapıyoruz, bununla da yetinmiyor ortak bir yaşam tarzı dayatıyoruz, dayatmak istiyoruz; ortada gerçekten vahim bir durum var.
Bu arada kimse atatürkçülük bir ideoloji değildir demesin zira ideoolji demek sistematik fikirler bütünü demektir, atatürkçülük ideoloji değildir demek sistematikten yoksun bir görüş demektir; atatürkçüler lütfen atatürkçülüğe hakaret etmesinler.
Benim son senelerde kişisel olarak da tanıdığım Milli Eğitim Bakanları’nın tümü, Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu ülkemizde vatandaşların tümünün ortak bir yaşam tarzını benimsemeleri gibi bir saçma fikre karşıdırlar ama üzerinde MEB’in amblemi olan bir kitap önsözünde bu görüşü açık açık yazılabilmektedir.
Kitabın yazarı “Komisyon” olarak geçmektedir; bu Komisyon (?) kimlerden oluşmaktadır?
Ortak bir yaşam tarzı gibi bir saçmalığın siyasi otoriteye rağmen çocuklarımıza okutulabilmesi nasıl bir vesayet ilişkisinin ürünüdür?
Siyasi otoriteyi, parti programlarını hatta yargı kararlarını hiçe sayan ifadeler ders kitaplarına kimin, kimlerin marifetiyle önsöz düzeyinde girebilmektedir?
MEB’in asli görevi sadece öğretmen atamak mıdır?
Kitapların çağdışı yeknesaklık ideolojilerini çocuklara aşılamasına nasıl engel olunacaktır?
Bu durum siyasetin gücünü aşan bir şeyse biz seçimlerde kime, neden oy veriyoruz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder