TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 59
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
SEYYID ALI SULTAN ACCORDING TO BEKTASHI-ALEVI TRADITION
Rıza Yıldırım1
ÖZET
Seyyid Ali Sultan, Bektaşi tarikatının en önde gelen pirlerinden birisidir. Tarikatın oluşum
sürecinde başat bir rol üstlenmesinin yanı sıra, Dimetoka yakınlarında kurduğu tekke de
Bektaşilik tarihi boyunca merkezi konumunu korumuştur. Tarikatın hem oluşum sürecinde
hem de sonraki evrelerinde - kurduğu tekke vasıtasıyla - böylesine belirleyici bir etkiye sahip
olan Kızıldeli’nin, Bektaşi ortak hafızasında ve ondan beslenen geleneksel bilgi içinde mümtaz
bir konun edinmesi normaldir. İşte bu makale, onun Bektaşi geleneğinde nasıl resmedildiğini
ortaya koymayı amaçlamaktadır. Makale, öncelikle geleneksel bilginin muhafaza edildiği
araçları (kaynak) dört ana başlık altında tasnif ettikten sonra, bu kaynakların Kızıldeli’yi
nasıl anlattıklarını değerlendirecektir. Bu çalışma aynı zamanda kaynakların birbirleriyle
ilişkilerini tartışmak suretiyle geleneksel bilginin dinamikleri üzerine bazı gözlemler yapmayı
amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kızıldeli, Bektaşi geleneği, Bektaşi ortak belleği, sözlü kültür
ABSTRACT
Seyyid Ali Sultan is among the most prominent spiritual leaders of the Bektashi Order.
Besides his distinguished role during the formative period of the Order, the hospice he
founded near Dimetoka preserved its central position throughout the Bektashi history. It
must be expected that such a prominent shaykh who had a decisive influence on both the
formation process of the Order and the later developments – through his hospice -, would
attain an outstanding position within the Bektashi collective memory and the traditional
knowledge. This article aims to discover how Kizildeli is depicted in the Bektashi tradition.
It will first classify the stores of the traditional knowledge (sources) under four categories.
Then it will evaluate how these sources reflected the portrait of Seyyid Ali Sultan. This article
also aims to make some observations on the dynamics of the traditional knowledge through
examining the relationship of these sources with each other.
Key Words: Kızıldeli, Bektashi tradition, Bektashi collective memory, oral tradition
Seyyid Ali Sultan, Bektaşi tarikatının en önde gelen mürşitlerinden birisidir. Dimetoka
civarında kurmuş olduğu tekkesinin hemen yanından geçen Kızıldeli ırmağı sebebiyle
kendisine yakıştırılmış olduğunu tahmin ettiğimiz ‘Kızıldeli’ lakabıyla da anılmaktadır
1 Yrd. Doç. Dr., TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Öğretim Üyesi.
RIZA YILDIRIM
60 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
(Noyan, 1998: 247; Beldiceanu-Steinherr, 1999: 65).2 Gerek gelenek, gerekse tarikat erkânı
içinde çok önemli bir yere sahip olan bu zat, gülbanklarda “Rum ilinin gözcüsü Seyyid Ali
Sultan” olarak geçer. Bektaşilerin geleneksel on iki postundan ikincisi olan ‘aşçı postu’
kendisine layık görülmüştür.3 Öte yandan, Dimetoka yakınlarında hâlen varlığını sürdüren
Kızıldeli Tekkesi, Bektaşilerce kutsal kabul edilen en önemli beş dergâhtan birisidir (Noyan,
1999: 13).4
Bektaşiliğin tarikat olarak henüz oluşum sürecini yaşadığı bir dönemde Rumeli’ne gelip bir
süre gaza ile meşgul olduktan sonra, dergâhını kurup ‘canlar uyaran’ ve ‘Bektaşi Yolu’nun
oluşum sürecinde çok önemli katkıları olduğu anlaşılan Seyyid Ali Sultan’ın tarikat içinde
böylesine esaslı bir yere sahip olması normal karşılanmalıdır. Nitekim, 15. yüzyıldan itibaren
Bektaşi muhitlerinde üretilen şiirler ve hâlk arasında hâlâ yaşamaya devam eden söylenceler
onun ‘yol’ içindeki bu müstesna yerini net bir şekilde yansıtmaktadır.
Elinizdeki çalışma bir yandan Kızıldeli’nin Bektaşi ortak belleğinde nasıl resmedildiğini
tespit ederken diğer yandan da bu ortak belleğin dinamikleri üzerinde gözlemlerde
bulunmayı amaçlamaktadır. Ortak belleğin muhafaza edildiği araçlar kaynaklar), bilginin
oluşma ve nakledilme süreçleri esas alınarak dört ana başlık altında incelenecektir: 1)
Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi, 2) şiirler, 3) 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyılda Bektaşi
önderlerince kaleme alınmış metinler, 4) henüz yazıya geçirilmemiş söylenceler. Bu dört
grup özü itibariyle ortak hafızanın tezahürleri olmakla beraber bilginin tevarüsü, yeniden
üretimi ve nakli için kullanılan araçlar itibariyle önemli farklılıklar göstermektedirler. Makale
boyunca her bir grubun bize sunduğu Kızıldeli bilgisi karşılaştırmalı olarak ela alınacak ve
bu suretle bir yandan Kızıldeli’nin Bektaşi ortak hafızasında (geleneğinde) çizilen resmî tam
olarak ortaya çıkarılmaya çalışılırken diğer yandan bu grupların bir birleriyle ilişkisi üzerinde
gözlemler yapılacaktır.
Bu yapılırken “tarihsel veriler”e uygun olup olmadığı kaygısı güdülmeyecektir. Mecbur
kalındıkça yer yer bilinen tarihsel çerçeveye göndermeler yapmakla beraber makale esas
2 “Kızıldeli” isminin nereden geldiğine dair Bektaşi sözlü geleneğinde başka bir söylence şu şekildedir: Pir-evi’nde
aşçı postunda oturan Seyyid Ali, Kaygusuz Abdal’ı odun toplaması için gönderir. O sırada Tekkede önemli misafirler
vardır. Kaygusuz bir şekilde gaflete dalar ve odunları zamanında getirmez. Yemeklerin geç kalmasını istemeyen
Seyyid Ali ayaklarını kazanın altına sokup ateşin sönmesine müsaade etmez. Bu durumu gören Hacı Bektaş Veli
“sen kıp Kızıldelisin” deyip onu Rumeli’ne gönderir (Şahin, 1998: 520; Benim Trakya’da Kızıldeli süreğine bağlı
Nasuhbey Köyü’nden Ali Kaykı ile 30 Ocak 2010 tarihinde yaptığım yayınlanmamış söyleşi.)
3 Bu on iki post için bkz. (Oytan, 2007: 202).
4 Bu dergah Ahmet Yaşar Ocak tarafından ilk dört arasında sayılmaktadır (Ocak, 1983: 13). Şevki Koca bu dergâhın
mücerred erkânı yapılabilen beş büyük tekkeden birisi olduğunu yazmaktadır (Koca, 2005: 280). Ahmed Rifat
Efendi’ye göre ise mücerred olacakların kulakları sadece Pir-evi’nde, Kızıldeli Tekkesi’nde ve Kerbelâ’daki Bektaşi
tekkesinde delinebilmektedir (Ahmed Rifat Efendi, 2007: 311). Veli mahlaslı bir nefeste dört önemli dergahtan üçü
sayılırken Kızıldeli, Abdal Musa ve Hacı Bektaş tekkelerinin isimleri geçmektedir: “Veli’m aydur dört dergahtan
evveli / Seyd’Ali, Abdal Musa, Bektaş Veli” (Gölpınarlı, 1992: 115).
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 61
olarak geleneksel bilgiye sadık kalacaktır. Böylelikle bir yandan Bektaşi-Alevi geleneğinde
yerleşmiş olan Kızıldeli bilgisi tespit edilirken, diğer yandan geleneksel bilginin oluşum,
aktarım ve kendi içinde etkileşim süreçleri üzerinde gözlemler yapmak amaçlanmaktadır.
Geleneksel Bilginin Kaynakları:
a. Velayetname:
Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi şüphesiz Kızıldeli’ye dair elimizde bulunan en kapsamlı
kaynaktır. Ancak bu metin gerek kaleme alınış süreci ve zamanı gerekse metne hâkim olan
zihniyet itibariyle tarih kaynağı olarak ciddi sorunları barındırmaktadır. Kızıldeli’nin tarihsel
hayatı söz konusu edildiğinde Velayetname çağdaş kaynaklarla karşılaştırmalı ve titiz bir
analiz çerçevesinde kullanılmalıdır.5 Ne var ki şeyhin tarihsel hayatından ziyade onun
Bektaşilerce nasıl algılandığı nazar-ı itibara alındığında Velayetname metni doğrudan birincil
kaynak hüviyeti kazanmaktadır.
Esas itibariyle Velayetname, Kızıldeli’ye izafe edilen keramet kıssalarının uzunca bir süre
dilden dile aktarılarak toplumun ortak belleği ve muhayyilesinde geliştikten sonra bir kişi
tarafından yazıya aktarılmış şeklidir. Dolayısıyla kıssalar ilk oluşumundan yazıldığı ana
kadar dolaştığı zihinlerin izlerini taşımaktadır. Bu süreç içinde her bir aktarım aynı zamanda
bilginin yeniden inşası demektir.
Ancak bir kere yazıya aktarıldıktan sonra bilgi donmaktadır. İşte elimizdeki Velayetname
metni sözlü kültür içinde oluşup şekillenen bilgilerin zamanın bir noktasında yazılı ortama
aktarılmak suretiyle dondurulmuş hâlinden ibarettir.
Ne var ki donmuş hâlde bulunan bu bilgi aynı zamanda ölü sayılır. Onu tekrardan canlandırıp
hayata dâhil etmek için birisi tarafından bir topluluğa okunması gerekir. Bu ise yazılı ortama
depo edilmiş bilginin tekrar sözlü ortama aktarılması demektir ki aktarıcı bu süreçte bilgi
üzerinde düzenleyici/uyarlayıcı etkiye sahip olabilir. Öte yandan, zaten oldukça sınırlı
miktarda olan bu metinlere ulaşabilen insan sayısı çok yüksek değildir. Geniş kitlelerin
Kızıldeli’ye dair bilgileri Velayetname metni yazıldıktan sonra bile hâlâ sözlü anlatım
mekanizmalarına dayanmış olmalıdır. Yani yazılı bir metin olarak Velayetname bir kere ortaya
çıktıktan sonra Kızıldeli bilgisinde bir tür ‘ortodoksi’ oluştursa da sözlü aktarım kanalları hâlâ
geniş kitleler için yegâne bilgi kaynağı durumunda olmalıdır.
b. Nefesler:
Velayetnameyi de içine alan sözlü bilgiden kristalleşmiş parçacıklar Bektaşi şairlerinin
nefeslerinde görülmektedir. Alevi-Bektaşi edebiyatı içinde Kızıldeli üzerine yazılmış nefesler
5 Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi’nin tarih kaynağı olarak değeri, önemine ve sorunlarına dair bir çalışma için bkz. (Yıldırım, 2008).
RIZA YILDIRIM
62 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
diğer yol büyükleri ile karşılaştırıldığında hatırı sayılır bir yekûn tutmaktadır. Bu çalışmada
çeşitli antolojilerde yayınlanmış kırk şiire başvurulmuştur. Kızıldeli’den bahseden şiirlerin iki
gruba ayrılması mümkün, hatta buradaki analizler açısından zaruri görünmektedir. Birinci
grup, Kızıldeli hakkında hem Velayetname metinleri yoluyla hem de sözlü kültürde yaşayan
söylenceler yoluyla öğrenilen bilgilerin şairane bir eda ile yoğrulup nazma dönüştürülmesi
sonucu ortaya çıkan nefeslerden oluşmaktadır. İkinci grupta ise diğer bütün din ve maneviyat
büyüklerinde olduğu gibi Kızıldeli’yi birtakım basmakalıp ifadelerle öven ancak tarihî kimliği
ile ilgili bilgiler içermeyen şiirler yer almaktadır. Bu makalede ele alınacak şiirler tabiatıyla
birinci gruba giren şiirlerdir.
Nefeslerin Seyyid Ali Sultan’ın tarihsel hayatına ışık tutma noktasında taşıdığı bilgi ve tarih
kaynağı olarak değeri tartışmalıdır. Nefeslere tarih kaynağı olarak bakıldığında tarihçilerin çok
itibar ettiği birtakım temel hususlarda ciddi sorunlar belirmektedir. Bunların başında genel
itibariyle sözlü edebiyat ürünü olan bu şiirlerin ne zaman yazıya geçirildiğinin bilinmemesi
gelmektedir. Bu durum şiirlerin gerçekten kime ait olduğu sorusuna tatmin edici cevap
bulmayı neredeyse imkânsız hâle getirmektedir. Bu konuda edebiyatçılar -özellikle bu alanda
yayınlanmış antoloji kitaplarında- sadece mahlasa bakmakla yetiniyor görünmektedirler. Bazı
araştırmacılar mahlasa ek olarak zaman zaman üslup analizleri yapmayı denemiş olsalar da
bu konuda gelişmiş bir literatür henüz oluşabilmiş değildir. Bu cümleden olarak, çalışmamıza
esas aldığımız nefeslerin de gerçekten mahlasta adı geçen ozanlara ait olup olmadığı konusu
şüphelidir.
Ancak dikkatimizi Kızıldeli’nin tarihsel hayatından Bektaşi toplumunun sosyal hafızasındaki
imajına çevirdiğimizde bu şüphe önemini büyük oranda yitirmektedir. Hâlk arasında yüzyıllar
boyunca dilden dile dolaşarak bir ibadet neşvesi ile ezberlenmiş ve meclislerde terennüm
edilmiş bu nefeslerde hâlkın hissiyatı, inançları, zihniyeti ve din algısı hakkında zengin
ve güvenilir bilgi mevcuttur. Nefesler, hâlkın muhayyilesinin ve hafızasının resmedildiği
‘tuvaller’ olarak düşünülebilir. Bu açıdan bakıldığında iki husus önem kazanmaktadır:
Birincisi, Kızıldeli isminin bu ‘tuval’ içinde hatırı sayılır bir yer bulduğu gerçeğidir. Bu
gerçek başlı başına potansiyel olarak önemli bilgiler taşımaktadır. Onun hâlkın hafızasında
ve gönlünde bu kadar derin ve kalıcı bir iz bırakmasını, en azından, Bektaşi tarihinin
önemli kahramanlarından birisi olduğu şeklinde yorumlamak herhâlde yanlış olmaz.
Hatta deyiş ve nefeslerde yer alan bu ‘yol kurucular’a has övgü ve tasvirler daha da fazlasını
düşündürtmektedir.
İkinci olarak, Kızıldeli portresinin bu ‘tuval’de nasıl resmedildiği önemlidir. Bu açıdan
bakıldığında, Velayetname ile nefesleri üreten zihinlerin beslendiği ortak hafıza arasındaki
ilişki ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle, Velayetnamede kaydedilen/dondurulan
bilginin, dilden dile dolaşan sözlü anlatımlarla - ki bu sözlü anlatımların bir kısmı doğrudan
ya da dolaylı olarak Velayetname metninden beslenmiş olabilir - bu zümre içinde çok
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 63
yaygın biçimde canlılığını koruduğu anlaşılmaktadır. Bu gözlem bizi iki önemli sonuca
götürmektedir. Öncelikle Velayetnamenin bir kişi tarafından uydurulmuş masallardan ibaret
olmayıp ortak hafızada uzun süreçler sonucu oluşan bir bilgi olduğu ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan bu şiirlerin, kim olduğu bilinmeyen hayali bir kahraman üzerine ‘şartlanmışlık’
ve mistik bir coşku ile yazılmadığı, aksine tarihsel birtakım gerçeklere dayandığı fikri kuvvet
kazanmaktadır.
c. 19. ve 20. Yüzyılda Yazılan Telif Eserler:
Bektaşi dervişleri esas itibariyle tekkelerde meskûn ve belirli bir yazılı kültüre malik olarak
tahayyül edilmekle beraber 19. yüzyıldan önce yaşamış Bektaşilerden kalma eser çok azdır.
Bu şaşırtıcı durumun sebebi tam olarak bilinmemektedir. Akla ilk gelen iki muhtemel
sebep şöyle sıralanabilir: Birincisi, bâtıni sırrı koruma kaygısıyla yazıyı kullanmamak;
ikincisi, 1826’da Yeniçeri ocağının ilgasıyla beraber Bektaşi dergâhlarının talan edilmesi ve
el değiştirmesi neticesinde dergâhlardaki el yazmaları ve belgelerin kaybolması olmalıdır.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bektaşi ileri gelenlerinin eserler yazmaya başladığı
görülmektedir. Harputlu Hoca İshak’ın doğrudan Bektaşiliğe saldırı niteliğindeki Kâşifü’l-
Esrâr’ının (Hoca İshak, 1291) yarattığı tepki ile Ahmet Rifat Efendi’nin Mir’atü’l-mekâsıt fî
Def’i’l-mefâsid isimli eseriyle (Ahmet Rifat Efendi, 2007) başlayıp Bedri Noyan Dedebaba’nın
ansiklopedik derlemesine kadar uzanan bir dizi eser Bektaşi çevrelerinde üretilmiştir. Bu
eserler esas itibariyle yazılı kültür ürünü olmakla beraber özellikle tarihe dair bahislerin sözlü
gelenekten beslenerek yazıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu tür bilgiler çoğu zaman kaynak
gösterilmeksizin indi olarak nakledilmektedir. Söz konusu eserlerin tümü esas itibariyle
iki ana kaynağa dayanmaktadır: Bektaşi çevrelerinde hâlen canlılığını koruyan sözlü kültür
bilgisi ve henüz kaybolmamış olan yazma eserler. Şu hâlde bu eserlerin geleneksel sözlü
bilgiyi belli ölçüde yansıttıkları söylenilebilir. Ancak bunların telif eser oldukları, belirli
bir yazar tarafından belirli amaçlarla kaleme alındıkları göz önüne alındığında geleneksel
bilginin olduğu gibi yer almayacağı, müellifi tarafından belli bir “edisyon”a tabi tutulacağı göz
ardı edilmemelidir.
d. Kayda Geçirilmemiş Söylenceler:
Kızıldeli’nin yaşadığı dönemden itibaren günümüze kadar bir sözlü aktarım mekanizması hiç
kesintiye uğramadan devam etmiştir. Yukarıda bahsedilen üç grup çeşitli zaman dilimlerinde
ve formatlarda bu sözlü bilgi öbeğinden koparak yazıyla kayıt altına alınan bilgiye karşılık
gelmektedir. Ancak herhangi bir şekilde yazının kalıpları içinde dondurulmamış hâlen sözlü
ortamda yaşamaya devam eden bilgiler de mevcuttur. Özellikle Trakya bölgesinde Dimetoka
civarlarında Kızıldeli ile ilgili ortak belleğin hâlâ çok canlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu bellekte
yer alıp da yukarıda bahsedilen üç gruptan herhangi birinde yazıya aktarılmamış bilginin
bir kısmı yakın zamanlarda araştırmacılar tarafından kaydedilmiştir. Bir diğer kısmı da bu
makale için yürütülen araştırma sırasında tarafımızca kaydedilmiştir.
RIZA YILDIRIM
64 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
Geleneksel Bilgide Seyyid Ali Sultan
a. Kökeni ve Evladı:
Geleneksel kaynaklarımızın tamamı Seyyid Ali Sultan’ın Horasan kökenli olduğu konusunda
hemfikirdir. Velayetname’ye göre Seyyid Ali Sultan Kırklar’la beraber Horasan’da ibadet ile
meşgulken bir gece rüyalarında Hz. Peygamber’i görürler. Hz. Peygamber Kırklar’a Rum
diyarına gidip Rumeli fethi için Orhan Bey’e (bazı nüshâlarda Yıldırım Han) yardım etmelerini
söyler. Bunun üzerine Kırklar, başlarında Seyyid Ali Sultan olduğu hâlde Horasan’dan kalkıp
Rum’a gelirler (Yıldırım, 2007: 161-2). Velayetname’de Seyyid Ali Sultan’ın kökeni ve ataları
ile ilgili bilgi bu kadarla sınırlıdır.
Muhtelif dönemlerde yazılmış nefeslerde Kızıldeli’nin Horasan’dan gelme olduğuna dair
ifadelere rastlanmaktadır. Veli Dede mahlaslı bir şiirde onun Horasan’lı olduğu şöyle ifade
edilmektedir: “Kerâmeti zâhir gün gibi ayân / Horasan’dan gelme beyleri revân / Kuru
şişten dutu dertlere derman / Çar köşe gözcüsü Kızıldeli’dir”.6 Aynı şiirde Kızıldeli’nin Hz.
Peygamber soyundan geldiği ifade edilmektedir. 17. yüzyılda yaşayıp Kızıldeli Dergâhı’ndan
el aldığı söylenen Geda Muslu (Koca, 1990: 218) Kızıldeli’nin Rum’a Horasan mülkünden,
Hoy’dan geldiğini ve soyunun İmam Hasan’a çıktığını ifade etmektedir: “Horasan mülkünden
Hoy’dandır aslı / Şah İmam Hasan’dır pirimin nesli / Mürşidine bend ol ey Geda Muslu /
Kıyamette olsun eli eline.” (Noyan, 2000: 294-95; Koca, 1990: 219-20). 19. yüzyıl Bektaşi
şairi Geda Tevfik bir nefesinde Kızıldeli’nin kökenini aynı şekilde anlatmaktadır: “Horasan
mülkünden Rum’a geçenler / Hünkâr Hacı Bektaş Şah Seyyid Ali.”7 Aynı şekilde bir başka
19. yüzyıl şairi, şeyhin Horasan bağlantısını “Horasan erisin yok gümanımız” mısrasıyla ifade
etmektedir (Koca, 1990: 656-57).
Görüldüğü gibi Kızıldeli’nin kökenini bir şekilde Horasan’a bağlama hususunda Velayetname
ile nefesler tam bir uyum içindedir. Ancak bunlardan hiç biri şeyhin birinci dereceden ataları,
kardeşleri ve çocukları hakkında bilgi içermemektedir. Öte yandan 19. yüzyıl sonlarından
itibaren Bektaşi ileri gelenleri tarafından yazılan eserlerde ve henüz yazılmamış sözlü
gelenekte bu hususlarda bazı iddialara rastlanmaktadır.
Ahmet Rifat Efendi8 kaynak belirtmeden Seyyid Ali Sultan’ın Horasan erenlerinden Seyyid
Hasan Ata’nın oğlu olduğunu ifade etmektedir (Ahmet Rifat Efendi, 2007: 314). M. Tevfik
Oytan yazma bir mecmuadan aktararak aynı bilgiyi tekrarlamaktadır (Oytan, 2007: 350).
6 Veli Dede aynı şiirde kendisinin Kızıldeli soyundan olduğunu ifade etmektedir: “Veli Dede eydür kemter kuluyum
/ Er belinden gelme anın nesliyim.” (Kaya, 2001).
7 Derviş Tevfik mahlasını da kullanan şair, Bektaşi tarikatına intisap etmiş olup Mızıka-i Hümayun’da da bir süre
çalışmıştır (Koca, 1990: 596). Yukarıdaki şiir için bkz. (Koca, 1990: 600; Noyan, 2000: 293).
8Ahmet Rifat Efendi’nin Mir’âtü’l-mekâsıd fî def’i’l-mefâsid isimli eseri ilk defa 1876 tarihinde (İstanbul: İbrahim
Efendi Matbaası) basılmıştır. Eser uzunca bir girişle beraber Latin harflerine aktarılarak 2007 yılında Salih Çift
tarafından tekrar yayınlanmıştır (Ahmet Rifat Efendi, 2007).
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 65
Bedri Noyan, Ahmed Hamdi Zaza Paşa tarafından Kahire’de 1939 yılında yayınlanan
bir eseri kaynak göstererek babasının Seyyid Hüseyin Ata olduğunu, lakabının Hızır Lala
olduğunu ve Hicri 710 – 805 (Miladi 1310 – 1402) yılları arasında yaşadığını yazmaktadır
(Noyan, 1998: 247; Noyan, 1999: 3). Noyan ayrıca kendisinde bulunan iki yazma eserde
şeyhin babasının Horasan erenlerinden Hüseyin Ata olduğu şeklinde kayıt bulunduğunu
aktarmaktadır (Noyan, 1998: 247; Noyan, 1999: 3). Şevki Koca da - muhtemelen Ahmed
Hamdi Zaza Paşa’nın eserine dayanarak – Kızıldeli’nin babasının Horasan’lı Hasan Hüseyin
Atabay olduğunu tekrar etmektedir (Koca, 2005: 283).
Merkezi Malatya’nın Hekimhan kazasına bağlı Akmağara (Darıyeri)9 beldesinde bulunan bir
Alevi ocağı mensupları kendilerinin Kızıldeli soyundan geldiklerini iddia etmektedirler. Bu
ocaktan hâlen Almanya’da yaşamakta olan Turgut Şahin ile yaptığım söyleşide dedelerinden
duyduğu şu bilgiyi aktarmıştır: Söylenceye göre Kızıldeli’nin babası Hüseyin Ata imiş. Ayrıca
Abdal Musa ve Bursa’da metfun Emir Sultan Kızıldeli’nin kardeşleri imiş. Kızıldeli’nin üç
oğlunun isimleri ise Şaban Abdal, Bal Abdal ve Kara Abdal imiş. Hatta Kara Abdal adına
köylerinin yakınlarında bir de türbe varmış. Trakya’da Nasuh Bey köyünden Ali Kaykı (şu
anda Almanya’da yaşamaktadır) kendisiyle yaptığım söyleşide Kızıldeli’nin kardeşlerine dair
aynı bilgileri vermiştir. Ancak evlatlarının isimleri bu yörede farklı biliniyormuş. Ali Kaykı’nın
dedesinden duyduğuna göre Abdal Musa ve Emir Sultan ile kardeş olan Kızıldeli’nin üç
oğlunun isimleri Rasul Bali, Mürsel Bali ve Kara Baba imiş. Yine Nasuhbey Köyü’nde de
Kara Baba adına inşa edilmiş bir türbe var. Her iki topluluk da kendilerinin Kızıldeli’nin en
küçük ve en erken vefat eden oğlu olan Kara Baba soyundan geldiklerini iddia etmektedirler.
Öte yandan, merkezi Malatya’nın Yazıhan ilçesine bağlı Fethiye beldesi Tenci mahâllesinde
bulunup kendilerini Kızıldeli soyundan addeden bir başka Alevi ocağı mensuplarına göre
Kızıldeli’nin diğer iki kardeşi Ali Seydi ve Bacı Sultan imiş. Yiğit ve bahadır bir insan olan
Kızıldeli, dervişleri ile önce Antalya’ya gitmiş sonra oranın beyi ile beraber Yunanistan’ın
fethine katılmış. En sonunda kendi fethettiği Dimetoka’da dergâhını kurmuş (Onarlı, 2000:
31).10
Benim ulaşabildiğim nefesler biri hariç şeyhin babası, kardeşleri ve evlatları hususunda bilgi
içermemektedir. Cahit Öztelli’nin Bektaşi Gülleri’ne aldığı Veli mahlaslı bir şiirde “Seyyid
Ali, Abdal Musa, … / Üçü kardaşdurur ehl-i beyte” ifadesi geçmektedir (Öztelli, 1997: 118-
19).11 Muhtar Yahya Dağlı da Bektaşi Tomarı’nda benzer bir şekilde Seyyid Ali Sultan ile
Abdal Musa’yı kardeş olarak yazmaktadır (Noyan, 1997: 36).
9 Köyün eski adı Darıyeri, yeni adı Akmağara’dır. Darıyeri isminin Dimetoka yakınlarındaki Kızıldeli dergâhı vakfına
kayıtlı mezra’aların başında gelen Darıbükü ile benzerliği dikkat çekicidir.
10 Şunu da belirtmek gerekir ki Tenci’de Seyyid Ali Sultan adına bir türbe vardır ve söz konusu ocak mensupları
Kızıldeli’nin burada yatmakta olduğunu iddia etmektedirler.
11 Ancak aynı şiiri Alevî Bektaşî Nefesleri adlı eserine alan Abdülbâki Gölpınarlı bu beyiti içeren kıtayı atlamıştır.
Nefesin geri kalan kısmı her iki yayında da aynıdır (Gölpınarlı, 1992: 115).
RIZA YILDIRIM
66 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
Kızıldeli’nin babası ve çocukları ile ilgili farklı bir iddia Ahmet Rıfkı’nin Bektaşi Sırrı isimli
eserine cevap olarak yazdığı Müdafaa’sında Cemalettin Efendi (Çelebi) tarafından ortaya
atılmıştır. Cemalettin Efendi’ye göre Hacı Bektaş Veli Kadıncık Ana ile evlenmiş ve bu
evlilikten Hızır Bâli Seyyid Ali Sultan nam-ı diğer Timurtaş dünyaya gelmiştir. Timurtaş’ın
Rasul ve Mürsel adında iki oğlu olmuş ve çelebiler nesli bu ikisinden devam etmiştir (Çelebi,
1328: 5). Hemen belirtmek gerekir ki Cemalettin Çelebi’nin bu iddiası Hacı Bektaş Veli ve
Kızıldeli hakkında mevcut bilgilerimizle ne içerik ne da kronoloji açısından uyuşmamaktadır.
Seyyid Ali Sultan’ın babasının kim olduğu konusunda güvenilir kaynaklarda herhangi bir bilgi
yoktur. Bu hususta şimdilik yukarıda aktarılan muğlak bilgilerle yetinmek durumundayız.
İster doğrudan olsun isterse tasavvuf meşrebi bakımından olsun, aslının Horasan’a dayandığı
konusunda şüphe etmeyi gerektirecek bir durum yoktur. Ancak Horasan’dan ne zaman
gelindiğini belirlemek şimdilik imkânsızdır. Öte yandan, onun soyunun en azından birkaç
nesil boyunca tam olarak tespit edilmesi mümkündür. Kızıldeli tekkesini besleyen vakıf
arazilerinin tahrir defterlerindeki kayıtlarında oğlu ve torunları açıkça yazılmıştır. Fatih
devrinde en geç 1456 yılında tutulan icmal tahrir defterinde Kızıldeli vakfına ait kayıt şöyle
başlamaktadır: “Vakf-ı Kızıl Delü. Sultânımız hazret[in] tevki’ var. Beratı şimdi oğlu Şa’ban
elindedür.” (MC 0/89: 10).12 Bu ifadeden anlaşılıyor ki 1456 yılında Kızıldeli’nin yaşayan
oğlunun adı Şaban’dır. 1486 tarihli mufassal tahrir defterinde aynı şahsın ismi Şa’ban Dede
olarak geçmektedir (TT 20: 264).13 Şaban’dan başka bir oğlu olup olmadığı bu kayıttan
anlaşılmamakla beraber eğer o tarihte hayatta olan başka bir oğlu olsaydı mutlaka vakıf sahibi
olarak kayda geçmesi gerekirdi. Zira söz konusu vakfın evlatlık vakıf olduğu bilinmektedir.
Şeyhin Şaban’dan başka daha önce ölen oğullarının olup olmadığını mevcut kaynaklarımızla
kesinleştirmek imkânsızdır.
Vakfın 1486 yılında yapılan tahririnde Kızıldeli oğullarından Gülşehri, İlyas, Bilal, İshak ve
Sinan’ın ortaklaşa olarak (ber-vech-i iştirak) vakfı tasarruf ettikleri kaydedilmiştir (TT 20:
264). Eğer Kızıldeli’nin Şaban Dede’den başka oğlu vakıf tasarruf edecek kadar yaşamadıysa
bu beş kişinin Şaban Dede’nin çocukları oldukları söylenebilir. Aynı defterde üçüncü
nesil, “evlād-ı sâhib-i vakf ” başlığı altında şöyle kaydedilmiştir: İlyas oğlu Yusuf, İlyas oğlu
Davud, Gülşehri oğlu Ahi Evren, İbrî oğlu Turak, Bilal oğlu Abdu’l-Vahhâb, Sinan Dede
oğlu Nurbahş, Sinan Dede oğlu Hızır, İshak oğlu Ahmed, İshak oğlu Ali Kulı, Bilal oğlu
‘Abd ‘Ali (TT 20: 264). İkinci göbek arasında ismi geçmeyen İbrî isimli birisinin oğlu olan
Turak, vakıf sahiplerinin çocukları arasında kaydedilmiştir. Buradan Şaban Dede’nin altıncı
oğlu İbrî’nin 1486 yılından önce öldüğü anlaşılmaktadır. Aslında takip eden dönemlerde
tutulan tahrir defterlerindeki kayıtlara bakılarak Kızıldeli neslinin hemen hemen tam bir
soyağacını çıkarmak mümkündür. Ancak burada esas konudan sapmamak için daha ileriye
gidilmeyecektir.14
12 İstanbul Atatürk Kitaplığı’nda bulunan bu defterin ilgili bölümleri I. Beldiceanu-Steinherr tarafından
yayınlanmıştır (Beldiceanu-Steinherr, 1999: 71).
13 Bu defterin ilgili bölümleri I. Beldiceanu-Steinherr tarafından yayınlanmıştır (Beldiceanu-Steinherr, 1999: 71).
14 Dikkatli okuyucu Malatya Hekimhan’a bağlı Darıyeri merkezli Kızıldeli ocağından gelen sözlü kültüre dayalı bilgi
ile tarihsel gerçek arasındaki şaşırtıcı benzerliği hemen fark edecektir. Yukarıda bahsedildiği üzere, bu ocağa mensup
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 67
b. Hacı Bektaş Veli ile İlişkisi:
Bektaşi geleneğine mensup bütün kaynaklar Seyyid Ali Sultan’ı Hacı Bektaş Veli ile
bir şekilde ilişkilendirmektedirler. Velayetname, onu doğrudan Hacı Bektaş tarafından
görevlendirilmiş bir gazi derviş olarak anlatmaktadır. Buradaki söylenceye göre, Horasan’da
Kırklar’ın rüyasına giren Peygamber onları Rumeli fethine memur ettikten sonra bu işi nasıl
yapacaklarını açıklar. Onlara, Rum’da önce Hacı Bektaş dergâhına varmalarını ve orada
gerekli hizmeti yerine getirmelerini söyler. Daha sonra Hacı Bektaş, bellerine himmet kılıcını
kuşatıp ne yapmaları gerektiğini talim edecektir. Peygamber ayrıca Hacı Bektaş’ın rızasının
dışına çıkmamalarını Kırklar’a iyice tembih eder.
Kırklar, Seyyid Ali Sultan da içlerinde olduğu hâlde Horasan’dan Rum’a doğru yola
koyulurlar. Peygamber’in emrettiği gibi önce Sulucakarahöyük’e gelip Hacı Bektaş Veli’ye
durumu arz ederler. O bunların her birini bir hizmete tayin eder. Üç gün içinde hizmetlerini
tamamladıktan sonra görev dağılımını öğrenmek üzere Kırklar tekrar Hacı Bektaş Veli’nin
huzurunda toplanırlar. Hünkâr, Seyyid Ali Sultan’ı Kırklar’ın başına serdar tayin edip
diğerlerine onun emrinden çıkmamaları hususunda tembihte bulunur. Daha sonra Emir
Sultan’ı sancaktar, Seyyid Rüstem Gazi’yi kazasker, Abdüssamed Fakîh’i imam, Seyyid Zâl’i
saka, Seyyid Ahmed’i kılavuz, Seyyid Hamza ile Seyyid Furkî ve Ufkî’yi borazancı tayin eder.
Geri kalana da kılıç kuşattıktan sonra Kırklar’ı Orhan Bey’e (bazı nüshâlarda Yıldırım Han)
gönderir (Yıldırım, 2007: 162-63). Pir-evi’nden ayrılan Kırklar Orhan Bey ile buluşur ve
Rumeli’ni fethetmeye başlarlar.
Velayetnamenin ilerleyen sayfalarında Hacı Bektaş Veli’den sadece bir yerde dolaylı olarak
bahsedilmektedir. Rumeli’nde gerçekleşen bir dizi fetihten sonra Seyyid Ali Sultan Kırklar’la
beraber gazilerden ayrılır ve geri kalan yerlerin fethi işini Evrenos Gazi liderliğindeki
gazilere bırakır. Muhtemelen dergâhını kurduğu Tanrı Dağı yakınlarında bir yerde en son
kaleyi fethettikten sonra Kızıldeli, erenleri toplayıp onlara artık belirli yerlerde yerleşip
tekke kurmalarını ve irşat faaliyetinde bulunmalarını söyler. Velayetname’nin ifadesinden
anlaşıldığına göre, hem fetihler sonunda yerleşip dergâhlar kurmak hem de bu dergâhların
nerelerde kurulacağı Kırklar’ın serdarı Seyyid Ali Sultan’a en başta Hacı Bektaş Veli tarafından
talim edilmiştir.15
insanlar Seyyid Ali Sultan’ın Şaban Abdal, Bal Abdal ve Kara Abdal isimli üç oğlu olduğuna inanmaktadırlar.
15 Velayetnamemetni şu şekildedir:
“Eyledi cemiyeti anda temâm,
Her birine nush u pend-i ihtimâm
Her ne emr itmiş ise Kutb-ı Cihân
Anlara nutka gelüb kıldı beyân
Pir-evi’nden aldığı irşâd ile
Anlara hükm eyledi dilşâd ile
Kırklara ruhsat virildi ol zemân
Azm-i mesken eylediler ân be ân.” (Yıldırım, 2007: 177-78)
RIZA YILDIRIM
68 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
Kızıldeli’nin Hacı Bektaş Veli ile bağlantısı nefeslerde de belirgin bir şekilde işlenmektedir.
Hâlk arasında yaşayan inançlar ve ortak bellekteki bilgiden beslenen Bektaşi şairleri, onu Hacı
Bektaş Veli’nin batın bilgisinin varisi olarak anlatmaktadırlar. Ancak - biraz da nazım tarzında
yazmanın doğası gereği - Kızıldeli’nin Hacı Bektaş’ın manevi mirasına varisliğinin kronolojik
çerçevesi muğlak bırakılmıştır. Kızıldeli, Hacı Bektaş’la görüşüp doğrudan kendisinden
mi el aldı yoksa arada başka hilafet hâlkaları var mı idi; bu açıkça ifade edilmemektedir.
Ancak Abdal Musa’nın da çoğu zaman diğer ikisi ile beraber anılması dolaylı olarak fikir
vermektedir. Bu husus ayrıca ele alınacağından burada sadece Kızıldeli – Hacı Bektaş Veli
ilişkisine bakılacaktır.
16. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Kazak Abdal (Ahmed) bir şiirinde onu Hacı Bektaş’ın
sırrı olarak nitelemektedir.16 16. yüzyılın meşhur Bektaşi şairi Kul Himmet bir şiirinde
onun manevi otoritesinin Hacı Bektaş Veli’ye dayandığını açık bir şekilde ifade etmektedir:
“Pir dediler Ali’ye / Hacı Bektaş Veli’ye / Hacı Bektaş tacını / Verdi Kızıldeli’ye” (Koca,
1990: 167). Tevfik mahlasıyla yazılan bir şiirde aynı anlayış ve inanç şu şekilde terennüm
edilmektedir: “Hacı Bektaş fermanıyla inandım / Rumeli serdarı Seyyid Ali’ye” (Noyan,
2000: 292-93). Aynı şair “Horasan Mülkü’nden Rum’a geçenler / Hünkâr Hacı Bektaş Şah
Seyyid Ali / Hakikat tasından şarap içenler / Hünkâr Hacı Bektaş Şah Seyyid Ali” diye
başlayan ve her kıtası “Hünkâr Hacı Bektaş Şah Seyyid Ali” mısraıyla tamamlanan nefesinde
Kızıldeli’nin Rum diyarında Hacı Bektaş’tan sonra gelen en önemli tasavvuf önderlerinden
olduğunu vurgulamaktadır (Noyan, 2000: 293). Yukarıda alıntılananlardan başka Seyyid Ali
Sultan’ı Hacı Bektaş isminin yanında ya da onun hâlifeleri arasında anan nefesler çoktur. Bu
nefeslerin bir kısmını aşağıda başka bir başlık altında inceleyeceğiz.
19. yüzyıl sonlarından itibaren Bektaşi çevrelerinde yazılmış telif eserlerde Kızıldeli’nin Hacı
Bektaş’a intisabına dair net ifadelere rastlanmaktadır. Ahmet Rifat Efendi onun Horasan’dan
Rum’a ilk geldiğinde Hacı Bektaş dergâhında yerleştiğini ve burada bir süre derviş hayatı
sürdüğünü yazmaktadır. Ahmet Rifat Efendi’ye göre Kızıldeli tasavvuf yolunda belli bir
merhâle kat ettikten sonra Hacı Bektaş’ın manevi işareti ve izni ile Rumeli’ne geçmiş,
birlikte götürdüğü Mürsel Baba17 ile beraber bir süre Rumeli’nde seyahat ettikten sonra
Dimetoka yakınlarında zaviyesini inşa edip orada yerleşmiştir.18
16 “Benim pirim Hacı Bektaş Veli’dir / Pirimin de piri Merdan Ali’dir / Seyyid Ali Sırrı Sultan Veli’dir …” (Gölpınarlı,
1992: 108-109). Turgut Koca üçüncü mısrayı “Seyyid Ali Sultan kendisidir” şekline nakletmektedir (Koca, 1990:
225).
17 Kaynaklarda Balım Sultan’ın babası olarak rivayet edilmektedir. Soyunun Yusuf Bâlî, Resul Bâlî ve Hızır Lâle
yoluyla Kadıncık Ana ve İdris Hoca’ya çıktığı söylenmektedir. Bu husus aşağıda ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
18 “Rumeli’nde vâki’ Dimetoka kazâsında defîn-i hâk-i ıtırnâk olan Seyyid Ali Sultan ki Horasan erenlerinden Seyyid
Hasan Ata’nın oğlu olup ibtidâ Rum’a teşriflerinde Dergâh-ı Hazret-i Pîr’e ferş-i seccâde-i tecerrüdle nice zaman
hücre-nişîn-i ikâmet ve nice yıllar çile ve erba’în ve hâlvet çıkarıp tasfiye-i nefs ile mazhar-ı keşf ü kerâmet olduktan
sonra izn ü işâret-i ma’neviyye-i Hazret-i Pîr ile Rumeli cânibine seyahatında mûma-ileyh Mürsel Baba’yı beraber
almış ve birlikte seyahat etmişler idi. Kazâ-yı mezkûrda ihyâ ve inşâ-i zâviye ile orada kaldıklarında Mürsel Baba dahî
beraberce kalıp nefs-i kasabada hâlâ isimlerine mensûb zâviyede hücre-nişîn olmuşlar idi.” (Ahmet Rifat Efendi,
2007: 314). Esas itibariyle Mir’âtü’l-mekâsıd’a dayandığı anlaşılan Bektaşi Sırrı yazarı Ahmet Rıfkı da eserinde aynı
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 69
Ahmet Rifat Efendi’nin kaydında bazı noktalar dikkat çekicidir. Öncelikle, Kızıldeli’nin
Hacı Bektaş zamanına yetişmediği açıkça ifade edilmektedir. O, Hünkâr’ın vefatından
sonra dergâha gelmiş ve burada bir süre dervişlik yapmıştır. Kızıldeli’nin dergâha dışarıdan
(Horasan taraflarından) geldiği ve derviş olarak girdiği dikkate alınırsa o sırada dergâhın başka
bir şeyhinin olması gerektiği anlaşılacaktır. Dolayısıyla Ahmet Rifat Efendi’ye göre Kızıldeli
doğrudan Hacı Bektaş talebesi/hâlifesi olamaz. Öte yandan, Dergâh-ı Pir’de belli bir süre
dervişane yaşadıktan sonra keşif ve keramet sahibi olunca Hacı Bektaş tarafından Rumeli’ne
geçmek için “manevi” olarak yönlendirildiği ifade edilmektedir ki bu ifade Hünkâr’ın o zaman
hayatta olmadığına açıkça delalet etmektedir. Oysa ki Velayetname, Kızıldeli ve arkadaşlarını
Rumeli’ne geçmeden önce Hacı Bektaş Veli ile doğrudan görüştürmektedir. Dikkat çekici bir
diğer nokta, Ahmet Rifat Efendi’nin Rumeli’ne geçişi seyahat diye nitelemesi ve fetihlerden hiç
bahsetmemesidir. Gerek Velayetname gerekse Mir’âtü’l-mekâsıd’ın ortaya koyduğu tablodan
Hacı Bektaş ile Kızıldeli’nin herhangi bir aile ilişkisinin olmadığı, Kızıldeli’nin Hacı Bektaş’ın
tasavvuf alanına dışarıdan gelerek sonradan dâhil olduğu anlaşılmaktadır (bkz. Tablo 3).
Tevfik Oytan bizce meçhul bir yazmadan benzer bilgiler nakletmektedir. Oytan’ın “yazma
bir mecmua” demekle yetindiği kaynaktan aktardığına göre Seyyid Ali Sultan Hacı Bektaş’ın
hâlifelerindendir19; Pir’in vefatından sonra dört yıl Pir-evi’nde şeyhlik yaptıktan sonra
MürselBali20’yi de yanına alarak Rumeli’ne geçmiş ve Dimetoka’da dergâh tesis etmiştir
(Oytan, 2007: 349-50). Bedri Noyan Dedebaba ise diğer yazılı eserlerde rastlamadığımız şu
iddialara yer vermektedir:
“Hacı Bektaş Veli vefat edince Seyyid Ali Sultan Pir-evi’nde Postnişin olmuş, Rumeli
fütuhatına katılmak için Padişah kuvvetlerine katılmış, yerine Habib Emirci’yi21 bırakmış,
bilgiyi tekrar ettikten sonra Seyyid Ali Sultan’ın “Tarîkât-ı Bektâşiye’nin ekâbirinden” olduğunu ifade etmektedir
(Ahmed Rıfkı, 1328:12).
19 Burada “hâlife” kelimesinin Hacı Bektaş’ın doğrudan talebesi olmuş ve arkasından yolunu süren kişi anlamında mı
yoksa Hacı Bektaş Yolu’nun önemli önderlerinden biri anlamında mı kullanıldığı yeterince açık değildir. Ancak aynı
cümlede Seyyid Ali Sultan ile “Hülafâ-i Pîr” olarak sayılan diğer isimlere bakınca (Sarı Saltuk, Sarı İsmail, Hacım
Sultan ve Abdal Sultan) birinci anlam kastedildiği kanaati oluşmaktadır. Öte yandan aynı yazma, ilerleyen satırlarda
Hacı Bektaş’ın hizmetinde 366 hâlifesinin olduğunu ve bunlar içinde en önemlilerinin Cemal Sultan, Sarı İsmail,
Hacım Sultan, Seyyid Kadı, Ali Baba, Pirayi Sultan, Barak Baba, Bahaeddin Yahya Paşa, Atlaspuş, Dost Huda ve
Hızır Samut olduğunu söylemektedir. Görüldüğü gibi Hacı Bektaş’ın hizmetine bakan önemli hâlifeleri arasında
Seyyid Ali Sultan sayılmamıştır. Buradan hareketle ikinci mananın kastedildiğini düşünmek yerinde olacaktır.
20 Bu meçhul yazma da diğer kaynaklara mutabık olarak Mürsel Bali’yi Balım Sultan’ın babası olarak anlatmaktadır.
Ancak burada temel bir fark vardır. Meçhul yazarımıza göre İdris Hoca’nın karısı Kutlu Melek’ten başka bir de
bunların kızı Fatma Nuriye Bacı (Kadıncık Ana) vardır ki bu Hacı Bektaş’ın nikâhlı zevcesidir. Önceki çiftin oğlunun
adı Hızır iken Hünkar’ın Fatma Nuriye’den olma oğlunun adı Timurtaş’tır. Hünkâr buna İdris Hoca’nın oğlu Hızır’ı
işaret ederek “Hak mu’înin Hızır lalan olsun” dediği için adı Hızır Lala Timurtaş kalmıştır. Hacı Bektaş’tan sonra
yerine Hızır Bali postnişin olmuş ondan sonra da Timurtaş posta geçmiştir. Timurtaş’ın iki oğlu Resul ve Mürsel Bali
olup çelebiler bunların soyundan gelmiştir. İşte Kızıldeli ile Rumeli’ne geçen ve Balım Sultan’ın babası olan Mürsel
Bali Timurtaş’ın oğlu Hacı Bektaş’ın torunudur (Oytan, 2007: 349). Görüldüğü gibi bu anlatım Kızıldeli’nin kim
olduğu dışında Müdafaa ile uyum içindedir (bkz. Tablo 4).
21 Bu Habib Emirci, Hacı Bektaş Vilayetnamesi’nde Kadıncık Ana’dan Hünkâr’ın himmeti ile (burnundan akan
kanın içine karıştığı abdest suyunu içmesi sonucu) dünyaya gelen üç oğlandan ilki olmalıdır. Vilayetnameye göre
RIZA YILDIRIM
70 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
akınlara girmişti. Sonraları Timur ortalığı karıştırınca Pir-evi’ni kapatmıştı” (Noyan, 1998:
247). Şevki Koca kaynak belirtmeden Seyyid Ali Sultan’ın mücerred babalardan olup22
1385 – 1387 tarihleri arasında Kızıldeli dergâhı postnişini olduğunu ve 1387 yılında Pirevi
postnişinliğine getirildiğini yazmaktadır. Koca’ya göre 1389 yılında Kosova Savaşı’na
katılmak üzere yerine Habib Emirci’yi vekil bırakarak Pir-evi’nden ayrılmıştır (Koca, 2005:
286).
Henüz yazıya geçirilmemiş söylencelerde de Kızıldeli’nin Hacı Bektaş ve Pir-evi bağlantısı
canlı bir hatıra olarak yaşamaktadır. Ali Kaykı dedesinden duyduklarını şöyle anlatmaktadır:
Edirne fethinden sonra Kızıldeli bir süre Pir-evi’ne gidip orada post-nişin olarak kalmış. I.
Murad ısrarla savaşa çağrınca yerine post-nişin olarak Resul Bali’yi bırakıp tekrar Rumeli’ne
geçimiş.23
Yukarıdaki değerlendirmelerden açıkça anlaşılacağı üzere Bektaşi geleneğin farklı tezahürleri
olan kaynakların tümü Kızıldeli ile Hacı Bektaş Veli arasında bir bağ kurmaya çalışmaktadır.
Bazılarında bu bağ doğrudan bel evlatlığına kadar götürülürken (Çelebi, 1328: 5) diğerleri
bu ilişkiyi manevi düzlemde tutmakta, Kızıldeli’yi Hacı Bektaş’ın sırrının varisi ve hâlifesi
olarak anlatmaktadırlar.
Ancak bu ikinci grup kaynakların - ki Müdafaa dışındaki kaynaklarımızın hepsi bu gruba
girmektedir - çoğunda da Kızıldeli’yi Hacı Bektaş Veli’yle alevî ilişkisi olan şahsiyetlerle
bir şekilde ilişkilendirme gayreti görülmektedir. Bu gruba giren kaynaklardan özellikle geç
dönemde yazılan telif eserlerde Seyyid Ali Sultan’ın Mürsel Bali’ye (Balım Sultan’ın babası)
hâmilik yaptığı, onu beraberinde Rumeli’ne götürdüğü ısrarla vurgulanmaktadır. Esas
itibariyle Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ne dayanan Babagân görüşüne göre Kızıldeli’nin Hacı
Bektaş ile hiçbir şekilde ailevî ilişkisi yoktur; Hacı Bektaş sahasına sonradan iltihak etmiştir.
Aile ile ilişkisi Hızır Lale (Bali)24’nin diptorunu olan Mürsel Bali’yi himaye etmesi ile
sınırlıdır. Ancak bu kaynaklara göre Seyyid Ali Sultan’ın Hünkâr ile manevi ilişkisi şüphe
götürmemektedir. O Pîr’in vefatından sonra bir süre Pir-evi’nde postnişinlik yapmıştır.
Velayetnamede aynı paralelde Kızıldeli’nin Hacı Bektaş Veli’ye intisabını vurgulamakta,
ancak kronolojik bir hata yaparak bu intisabın yüz yüze görüşme ile gerçekleştiğini ifade
etmektedir.
Kadıncık Ana’dan olma diğer iki oğlan Mahmud ve Hızır Lâle’dir ki Hacı Bektaş Veli bunları manevi evlat edinmiş
ve “yurdunun bekçileri” ilan etmiştir. Habib’in Kaasım adında bir oğlu olmuş ve ondan sonra soyu yürümemiştir.
Mahmud genç yaşta vefat etmiş dolayısıyla evladı olmamıştır. Hünkâr’ın “yurdunun bekçileri” Hızır Lâle’nin
soyundan devam etmiştir (Gölpınarlı, 1995: 61-62; Noyan, 1996: 321-24).
22 Şevki Koca’nın bu iddiasında yanıldığı yukarıda bahsedilen arşiv kayıtlarından açıkça ortaya çıkmaktadır. Zira
Kızıldeli’nin oğlu Şaban Dede yerine dergâhın vakfını tasarruf etmiştir. Bu durumda şeyhin mücerred olması
imkansızdır.
23 30 Ocak 2010 tarihinde Ali Kaykı ile yaptığım söyleşiden.
24 Bu görüşe göre Hızır Lale, Kadıncık Ana’nın Hünkâr’ın abdest suyuna karışan kanı içmesi neticesinde İdris Hoca
ile ikisinin evliliğinden tevellüt eden üç çocuktan birisidir.
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 71
c. “Bektaşi Tarikatı”nın Oluşum Sürecindeki Rolü
Geleneksel kaynaklarımız Bektaşi Tarikatı’nın Hacı Bektaş Veli ile başlayıp Balım Sultan
ile tamamlanan oluşum sürecinde Seyyid Ali Sultan’a başat bir rol biçmektedirler. Balım
Sultan’dan öncesini Bektaşi tarihinde tarikat öncesi dönem diye nitelersek, Seyyid Ali Sultan
bu dönemim üç büyük şeyhinden birisidir. Bektaşi geleneğine göre, Hacı Bektaş Veli’nin
öğretileri ile başlayıp Abdal Musa ile Osmanlı dünyasında yayılarak gelişen “Bektaşilik”,
Kızıldeli ile Rumeli’ne taşınmış ve bir “yol” hâline gelmiştir. Kızıldeli’nin Bektaşi Tarikatının
oluşum sürecine katkıları müstakil bir makalede ele alındığından (Yıldırım, 2010) burada
kısaca işaret etmekle yetineceğiz.
d. Rumeli Fethindeki Rolü:
Seyyid Ali Sultan’ın Rumeli’nde gerçekleştirilen ilk fetihlerde önemli bir rol üstlendiği
anlaşılmaktadır. Arşiv kayıtları başta olmak üzere çağdaş kaynaklar bu hususta ikna edici
bilgiler sunmaktadır. Mevcut kaynaklar çerçevesinde Seyyid Ali Sultan’ın tarihsel hayatı ve
Rumeli fethinde oynadığı rol başka çalışmalarda değerlendirildiğinden (Yıldırım, 2007;
Yıldırım, 2009) burada işin tarihsel yönü ele alınmayacaktır.
Onun yerine şeyhin dervişleri ile beraber Rumeli fetihlerine katılması ve bu süreçte etkin bir
rol oynamasının kendisinden sonra Bektaşi ortak belleğinde nasıl yerleştiğini gözlemlemeye
çalışacağız.
Kızıldeli’nin hayatına dair ortak bellekte yer alan bilginin yazı ortamına aktarılmış
muhtemelen ilk örnekleri Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi’nde yer almaktadır. Öte yandan
Velayetname, Kızıldeli’nin efsanevî hayatına dair en kapsamlı metindir. Bu sebeple
analizlerimize Velayetname ile başlamak kaçınılmazdır. Velayetname baştan sona Seyyid Ali
Sultan ve 39 arkadaşının gazilerin önünde Rumeli’ni nasıl fethettiklerini anlatmaktadır. Hatta
Velayetnamenin yazılmasındaki başlıca sebebin Kızıldeli ve Kırklar’ın bu fetihlerdeki başat
yerini vurgulamak olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Velayetname metninin kurgusu
açıkça bu niyeti yansıtmaktadır.
Dahası, metnin girişine yerleştirilen cümle doğrudan bu amacı ifade etmektedir: “Amma
ba’d, ma’lum ola ki Rumili’ni feth eyleyen gazi erenleri ne vechile tarîkde cehd eyleyüb gayret
kemerin meyânlarına muhkem bend iderek burhan ve kerametler izhâr idüb cihânda nice nice
erlere mu’ayyen ve zâhir oldılar” (Yıldırım, 2007: 161). İleriki satırların da hemen tamamı
Kızıldeli ve arkadaşlarının Rumeli’ndeki kaleleri arka arkaya nasıl fethettiklerini anlatmaktadır.
Velayetname metninin bir tarih kaynağı olarak değerlendirilmesi daha önceki çalışmalarda
yapılmıştır (Yıldırım, 2007; Yıldırım, 2008). Burada daha çok Bektaşi ortak belleğini taşıyan
diğer kaynaklar üzerinde duracak, Velayetname için adı geçen çalışmalara göndermede
bulunmakla yetineceğiz. Yine nefeslerle başlayacak olursak, Viranî’nin adeta Velayetnamenin
RIZA YILDIRIM
72 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
özeti mahiyetindeki şu nefesi Kızıldeli’yi her şeyden evvel “Rumeli fatihi” olarak tasvir
etmektedir (Bayrı, 1959: 80-81; Ergun, 1955: 225-26; Viranî, 1998: 18-19):
Biz Urum abdalıyız serdârımız Kızıl Veli
Çeşmimizde şu’le-i envârımız Kızıl Veli
Bülbül-ü şeyda biziz gülzârımız Kızıl Veli
Dinimiz, imanımız, ikrârımız Kızıl Veli
Nur-ı Ahmed Haydar-ı Kerrarımız Kızıl Veli
Kande baksak dem be dem didarımız Kızıl Veli
…
Ol vilayet ma’deni serdar-ı şah-ı gaziyan,
Rahmet-i deryasına gark oldu cümle aşiyan
Na’re ursa ta’ba düşerdi zemin ü asman
Tığı darbından yere geçti lain-i bed-güman
Nur-ı Ahmed Haydar-ı Kerrarımız Kızıl Veli
Kande baksak dem be dem didarımız Kızıl Veli
… Ey Virani damenin elden koma şahın müdam
Ta olasın gün be gün şahın yolunda müstedam
Hubb-u evladın hakkıyçün eylegil anı temam
Kim bu methi yad ider şam-u seherde ya İmam
Nur-ı Ahmed Haydar-ı Kerrarımız Kızıl Veli
Kande baksak dem be dem didarımız Kızıl Veli
Pir Sultan mahlaslı bir başka nefeste Seyyid Ali Sultan’ın kırkların başında Rumeli’ne geçişi,
oraları fethedişi ve nihayetinde dergâhlar kurup “canlar uyarışı” şöyle ifade edilmektedir
(Aslanoğlu, 2000: 395-96):
Kırklar Rumeli’ne sökün eyledi
Döndü geri cümlesine söyledi
Bir etek kum ile derya bağladı
Kırklara serçeşmesin pirim Ali
Cümlemizden ulusun Kızıldeli
Kırklar Urum’a geçti duydun mu?
Tanrı’nın arslanı geldi bildin mi?
…
Kırklar bir bir arda sökün eyledi
Domuz kafirlerin yolun bağladı
Tanrı’nın arslanı imdâd eyledi
Kırklara serçeşmesin pirim Ali
Cümlemizden ulusun Kızıldeli
Geldi Kazova’yı duman bürüdü
Kara kafirlerin yağı eridi
Allah Allah deyip Kırklar yürüdü
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 73
Kırklara serçeşmesin pirim Ali
Cümlemizden ulusun Kızıldeli
Kırklar Rumeli’nde mekan tuttular
Makamlar açtılar çırak yaktılar
Bütün kafirleri dine çektiler
Kırklara serçeşmesin pirim Ali
Cümlemizden ulusun Kızıldeli
Yine Pir Sultan mahlaslı bir başka şiirde “Çekti sancağını dağlar dolanır / Mü’min olan canlar
aşka bulanır” (Öztelli, 1985: 185-86) dizeleriyle Kızıldeli’nin gazi yönü vurgulanmaktadır.
Seyyid Ali Sultan’ın hem zahirde hem batında Rumeli serdarı olduğunu, 19. yüzyıl Bektaşi
şairi Tevfik şöyle ifade etmektedir: “Hacı Bektaş fermanıyla inandım / Rumeli serdarı
Seyyid Ali’ye / Zahir batın himmetine dayandım / Kul oldum ta candan Seyyid Ali’ye”
(Noyan, 2000: 292-93). Tevfik bir başka nefesinde aynı “hakikatı” şu dizelerle anlatmaya
çalışmaktadır: “Horasan mülkünden Rum’a geçenler / Hünkâr Hacı Bektaş Şah Seyyid Ali
/ … / Biri mü’minlerin kıblegâhıdır / Biri Rumeli’nin padişahıdır / … / Biri yürütmüştür
cansız duvarı / Biri tığlamışdır cümle küffarı” (Noyan, 2000: 293).
Yine Velayetnamenin güzel bir özeti hüviyetindeki Geda Muslu’nun şu şiiri Kızıldeli’nin
“Rumeli fatihi” ve “gazi-derviş” imajının Bektaşi ortak hafızasında 17. yüzyılda hâlâ ne kadar
canlı olduğunu ortaya koymaktadır (Noyan, 2000: 294-95; Koca, 1990: 219-20):
Erenler serveri ol sırrım Ali
Serçeşme olmuştur Urum’eline
Ağaçtan Zülfikar ol gerçek veli
Evvel tekbir aldık Pir’in beline
Abdal Musa Sultan Şah himmet kıldı
Dayandı kılıcı Şah taşı böldü
Bütün Urum’eli İslama geldi
Fetih surelerin almış eline
Kırklar azmeyledi Elmalı şehri
Boğazhisarı’nda ol böldü nehri
Bol yerde (Bolayır’da) küffara eyledi kahrı
Ol dem kılıç aldı pirim eline
Bilin Tanrı Dağı Şah’ın otağı
Hışm-ı Şah’tan kanlar kuşattı dağı
Gelibolu üstünde Kuru Dağ’ı
Ol deme aşık oldu Şah’ın eline
Şahımın refiki gaziler beyler
Hışm eder küffara ciğerin dağlar
Gerçek âşıkların medhini eyler
Ol dem aşık oldum pirin yoluna
RIZA YILDIRIM
74 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
Pirim himmet ile sancak getirir
Kalenin temelin alt-üst götürür
Tanrı Dağ kurbünde çökmüş oturur
Mekrenimdir (meskenimdir) deyu gelir yerine
Seyyid Ali Sultan kırkların başı
Nevruz (Evrenuz) beyleridir yârı yoldaşı
Görün Sarıkız’da ol çaldı taşı
Ol dem kuvvet verildi pirin koluna
Horasan mülkünden Hoy’dandır aslı
Şah İmam Hasan’dır pirimin nesli
Mürşidine bend ol ey Geda Muslu25
Kıyamette olsun eli eline
Yusuf Dede26’nin Seyyid Ali’ye övgü olarak yazdığı bir nefesinde şeyh, yine benzer ifadelerle
tasvir edilmektedir: “Olisersin dedi Kırklar’a ser-tâc / Rumelin küffarı lütfuna muhtâc”
(Koca, 1990: 656-57). Pâkî maslasıyla yazılmış bir başka nefeste Kızıldeli’nin, Gelibolu’dan
geçip Rumeli’ni “tahta kılıcı” ile nasıl fethettiği, kerametler göstererek oraların kafirlerini nasıl
imana getirdiği yukarıda ortaya konulan genel çerçeveye mutabık bir şekilde anlatılmaktadır:
“Gelibol’dan geçti Hakk’a dayandı / Tahta kılıç al kanlara boyandı / Bürhanın görenler
geldi inandı / Eşiğine Seyyid Ali Sultan’ın” (Koca, 1990: 894-95). Pir Sultan’a atfedilen
bir nefesteki şu dizeler Rumeli ile Kızıldeli isminin ne kadar özdeşleştiğini göstermektedir:
“Benim şahım gelişinden bellidir / Ak elleri deste deste güllüdür / Kızıl Veli Sultan Urum
ellidir / Niyaza varmanın günleri geldi” (Eyuboğlu, 1997: 90).
Kızıldeli’nin Rumeli fetihlerinde öncülük ettiğine dair hatıralar yöre insanları arasında hâlâ
yaşamaktadır. Hâlen İstanbul’da yaşayıp Kızıldeli süreğinin bir kolunun babası olan Lütfi
Aykurt, atadan-dededen duyduklarına göre Kızıldeli’nin I. Murat ordularıyla beraber Rumeli
fetihlerine katıldığını ve sonunda I. Murat tarafından vakfedilen arazide dergâhını kurduğunu
söylemektedir.27 Yine Trakya’da Kızıldeli süreğinin bir başka kolunun babası olan Mehmet
Koç, Seyyid Ali Sultan’ın Rumeli’nde gerçekleştirdiği keramet dolu gazaların yörede eskiden
beri anlatıldığını ifade etmektedir.28
Nasuhbey Köyü’nden Ali Kaykı da, çocukluğunun dedesinden Seyyid Ali Sultan’ın
kerametlerle dolu gaza hikâyelerini dinleyerek geçtiğini söylemektedir. Yörede yaygın
25 17. yüzyıl şairidir. Kızıldeli ocağından el almış bir Yeniçeri şairidir (Koca, 1990: 218).
26 1834 yılında Tekirdağ’da doğmuş ve 80 yaşlarında iken vefat etmiş bir Bektaşi şairidir (Koca, 1990: 656).
27 Lütfi Aykurt’la 26 Mart 2004 tarihinde yapmış olduğu söyleşiın dökümünü benimle paylaşma nezaketini gösteren
Ayhan Aydın’a teşekkür ederim.
28 Mehmet Koç’la 21-22 Kasım 2004 tarihlerinde Ayhan Aydın’ın gerçekleştirdiği söyleşi. Bu söyleşinin dökümünü
benimle paylaşan Aydın’a teşekkür ederim.
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 75
söylenceye göre, Kızıldeli ile beraber Kırklar Rumeli’ni fethetmek üzere gelmişler. Çanakkale
Boğazı’ndan karşıya geçtikten sonra önce Çimpi kalesini, arkasından Bolayır’ı ele geçirmişler.
Bolayır’ın fethi sırasında Süleyman Paşa şehit olunca, ordunun komutası Seyyid Ali Sultan’a
geçmiş. Oradan İpsala, Malkara, Dimetoka’nın da içinde bulunduğu bir dizi kaleyi fethettikten
sonra, Edirne önlerine gelmişler. Edirne alındıktan sonra Kızıldeli Pir-evi’ne dönüp bir süre
postnişinlik yapmış. Ancak I. Murat’ın daveti üzerine gazaya katılmak üzere geri Rumeli’ne
geçmiş. En sonunda I. Murat şimdiki tekkenin bulunduğu bölgeyi vakfetmiş ve Kızıldeli
orada dergâhını kurup yerleşmiş. Tabii çok kısa özetlediğimiz bu hadiseler sırasında bir dizi
kerametler gösterilmiş.
Henüz yazıya geçirilmeyip yöre insanının ortak belleğinde yaşayan bu bilgiler Velayetname ile
hem hikâyenin safhâları hem de kerametler açısından şaşırtıcı bir uyum sergilemektedir. Aşağıda
her iki bilgi öbeği, keramet hikâyeleri üzerinden karşılaştırılacaktır. Burada Kızıldeli’nin “Rumeli
fatihi” ve “gazi derviş” imajının Trakya’nın inanç ve folklor dünyasına damgasını vurduğunu ifade
etmekle yetinelim.29 Velayetnamede Kızıldeli ve Kırklar önderliğinde gerçekleştirilen fetihlerin
her birine kerametler eşlik etmektedir. Çanakkale boğazını geçmek için Rum kayıkçıların
yardım etmemesi üzerine eteğine aldığı kumları denize saçarak üzerinde yürümekten başlayan
keramet hikâyeleri metnin sonuna kadar devam etmektedir. Sözlü kültürün ya da ortak
belleğin bir diğer tezahürü olan nefeslerde de bu kerametlere atıflar yapıldığı görülmektedir.
Aynı şekilde yöre insanları arasında da benzer hikâyeler hâlâ anlatılmaktadır. Bu üç kaynak
mukayeseli olarak ele alındığında, ortaya çıkan uyum - eğer biri diğerinden alınmadıysa - her
üçünün de ortak bir bellekten beslendiğini göstermektedir. Aşağıda nefesler ve sözlü kültürde
Kızıldeli’ye atfedilen keramet hikâyelerini Velayetname ile karşılaştırıp bazı sonuçlara ulaşmaya
çalışacağız. Velayetnameye göre Çanakkale boğazından karşıya geçmek isteyen Kırklar ve
gaziler, Rum kayıkçılardan kendilerini taşımalarını isterler.
Teklif reddedilince Kızıldeli gazaba gelip, eteğine aldığı kumları deniz üzerine serperek
üzerinde yürümeye başlar. Bu durumu gören Rum kayıkçılar dehşete kapılır ve gazileri
taşımaya razı olurlar (Yıldırım, 2007: 165). Aynı hikâye Pir Sultan mahlaslı bir şiirde de
şöyle anlatılmaktadır: “Kırklar Rumeli’ne sökün eyledi / Döndü geri cümlesine söyledi / Bir
etek kum ile derya bağladı” (Aslanoğlu, 2000: 395-96). Yine Pir Sultan bir başka nefesinde
“Yıldız salını ayağına getirir / Bir avuç toprakla hudut geçirir” dizeleriyle bu olaya gönderme
yapmaktadır (Öztelli, 2004: 121-22). Geda Muslu baştan sona Seyyid Ali Sultan’ı övdüğü
şiirinde bu hadiseden şöyle bahsetmektedir: “Boğazhisarı’nda ol böldü nehri / Bolayır’da
küffara eyledi kahrı” (Noyan, 2000: 294-95). Aynı hikâye Ali Kaykı tarafından da, dedesinden
duyduğunu söylemek suretiyle bu satırların yazarına anlatılmıştır.
Velayetname, Kızıldeli’nin kılıcı ile bir kayayı salatalık gibi biçtiğini yazmaktadır. Buradaki
anlatıma göre, fetihler tamam olduktan sonra Kırklar’ın her biri Kızıldeli’nin emri ile
29 Ali Kaykı ile 30 Ocak 2010 tarihinde gerçekleştirdiğim söyleşi.
RIZA YILDIRIM
76 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
önceden belirlenmiş olan yerlere varıp yerleşirler. Kızıldeli ise Sarı Kızıl yaylasına varınca
yoluna büyük bir kaya çıkar. O kılıcını çıkarıp kayayı parça parça eder (Yıldırım, 2007:
178). Pir Sultan’ın yukarıda bahsedilen nefesinde yer alan “Çaldı taşı pare pare eyledi” dizesi
aynı olaydan bahsetmektedir (Öztelli, 2004: 121-22). Yine Viranî’nin yukarıda bir kısmı
nakledilen meşhur şirinde “Çekti tiğ-i şeceri şakk etti seng-i mermeri” dizesi doğrudan bu
hadiseye işaret etmektedir (Bayrı, 1959: 80-81; Ergun, 1955: 225-26; Viranî, 1998: 18-19).
Geda Muslu’nun bir nefesinde geçen “Görün Sarıkız’da ol çaldı taşı” (Noyan, 2000: 294)
dizesi ile Pir Sultan Abdal’a izafe edilen “Sarkız’ı iki pare eyledi” (Öztelli, 2004: 122) dizesi
de aynı olaya işaret ediyor olmalıdır.30
Pâkî mahlasıyla yazılan bir nefesteki “Koru Yaylası’ndan attı şişini / Baba Pınarı’nın deldi taşını”
(Koca, 1990: 894-95) dizeleri de şeyhin taşla ilgili bir başka kerametine gönderme yapmaktadır.
Velayetnameye göre Çelebi Yaylası’nda Kızıldeli’nin attığı ok bir kayaya saplanır ve kayadan su
çıkmaya başlar. Dana sonra bu pınarın adı Kayapınar olarak kalır (Yıldırım, 2007: 174).
Seyyid Ali Sultan’ın meşhur bir kerameti de horozların erken ötmesini sağlamasıdır.
Velayetname ile başlayacak olursak, Kırklar’ın iştirak ettikleri son fetihte kale hâlkı teslim
olmak ister; ancak sabah horozlar ötene kadar kendilerine mühlet verilmesini isterler.
Kızıldeli bu isteklerini kabul eder. Ancak gaziler sabaha kadar ganimet kalmayacağı gerekçesi
ile hoşnutsuzluklarını belirtirler. Bunun üzerine şeyhin kerameti ile horozlar ötmeye başlar
ve kale hâlkı mallarını saklayamadan gaziler kaleye yürürler (Yıldırım, 177-78). Pir Sultan
mahlaslı bir nefeste bu hadise aynen nakledilmektedir: “Gör pirim küffara netti neyledi /
Şehr horozlarına dua eyledi / Sarıkız’ı iki pare eyledi / Yatsıda horozları öttüren Kızıldeli”
(Öztelli, 2004: 121-22).
Velayetnamelerde yaygın bir keramet motifi kuru çubukları yere atıp yeşillendirmektir.
Birçok Velayetnamede yer alan bu motif Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi’nde de vardır. Çelebi
Yaylası’nda kayadan kerametle su çıkaran Kızıldeli okunu yere bırakınca ok siyah bir duta
dönüşür (Yıldırım, 2007: 174). Velayetnamedeki bu hikâye ufak değişiklerle Mehmet Koç
Dede tarafından Ayhan Aydın’a anlatılmıştır. Bu dutun bugün hâlâ Seyyid Ali Sultan Dergâhı
avlusunda bulunan dut ağacı olduğuna inanılmaktadır (Yukarıda bahsi geçen röportaj). Veli
Dede’nin bir şiirindeki şu mısralar da aynı keramete işaret etmektedir: “Kuru şişten dutu
dertlere derman / Çar köşe gözcüsü Kızıldeli’dir” (Kaya, 2001). Tevfik mahlası ile yazılan
ve Seyyid Ali Sultan’ı öven bir nefeste bu hadise “Kuru duttan yeşil yaprak bitiren” mısraıyla
işaret edilmektedir (Noyan, 2000: 292-93).
Velayetnamede birçok kalenin fethinden önce Seyyid Ali Sultan’ın “na’ra urup” kale duvarlarını
salladığı ve yıktığı anlatılmaktadır (Örneğin bkz. Yıldırım, 2007: 168). Nefeslerde bu kerametin
30 Sarıkız ile ilgili Ali Kaykı’dan dinlediğim söylence de şu şekildedir: Sarıkız Kızıldeli ve arkadaşlarına engel olmak
ister. Bunun üzerine Kızıldeli gazaba gelip Sarıkız’ı kılıcı ile iki parçaya ayırır. Bu hadisesin gerçekleştiği yere Sarıkız
Yaylası denir.
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 77
yansımalarını görmek mümkündür. Örneğin Viranî’nin şu dizeleri hemen Velayetnamenin
anlatımındaki ilgili bölümleri akla getirmektedir: “Na’re ursa ta’ba düşerdi zemin ü asman /
Tiği darbından yere geçti lâ’în-i bed-gümân” (Bayrı, 1959: 80-81; Ergun, 1955: 225-26; Viranî,
1998: 18-19). Pir Sultan’a izafe edilen “Kalenin altın üstüne getiri / Rum’un fethin eden Şah
Kızıldeli” (Öztelli, 2004: 121-22) dizeleri aynı kerametlere işaret etmektedir.
Velayetnamede yer almayıp da nefeslerde ve henüz yazıya aktarılmamış söylencelerde
karşılaştığımız kimi keramet hikâyeleri de mevcuttur. Bunlardan birisi “ağaç kılıç”la ilgilidir.
Velayetname literatüründe dervişlerin elinde tahta kılıçla savaşmaları aslında alışıldık bir
motif iken Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi’nde böyle bir tasvire rastlanmamaktadır. Ancak
Abdal Musa Velayetnamesi’nde bu motif görülmektedir. Burada Abdal Musa, Umur Gazi ile
beraber Rumeli fethine gönderirken Kızıldeli’nin eline bir ağaç kılıç vermektedir (Güzel,
1999: 149). Geda Muslu yukarıda alıntı yapılan nefesinde Kızıldeli’nin ağaç kılıcına işaret
etmektedir: “Serçeşme olmuşdur Urum’eli’ne / Ağaçtan Zülfikâr ol gerçek veli” (Noyan,
2000: 294-95). “Gelibol’dan geçti Hakk’a dayandı / Tahta kılıç al kanlara boyandı” derken
Pâkî yine aynı hususu vurgulamaktadır (Koca, 1990: 894-95).
Velayetnamede olmayıp söylencelerde ve nefeslerde karşılaştığımız bir başka olay Kazova’da
gerçekleşen savaştır. Söylenceye göre Seyyid Ali Sultan liderliğindeki Kırklar ve gaziler
Kazovası31 denilen yere geldiklerinde güçlü bir düşman ordusu ile karşılaşırlar. Burada
büyük bir savaş gerçekleşir ve her iki taraf ciddi kayıp verir. Şeyh Bedreddin’in babası da
bu savaşta şehit edilir. Bu o güne kadar yapılan en büyük ve en kanlı savaştır. Nitekim bu
savaştan hemen sonra Simavna ve Dimetoka kaleleri alınır ve sonra da Edirne düşer. Bu gün
hâlâ Kazovası civarında yaşayan köylüler arasında bu savaşın anısı yaşamaktadır. Yöreyi gezip
köylülerle konuşan Ali Kaykı, insanların bu ovada bir zamanlar çok kanlı bir savaş olduğunu
anlattıklarını söylemektedir. Öte yandan bu yöre Alevilerinin cemlerinde hâlen Kazova’dan
bahseden nefesler okunmaktadır (Ali Kaykı ile 30 Ocak 2010 tarihinde yaptığım söyleşi).
Birçok kalenin isminin anıldığı Velayetnamede Kazova cengi sessiz geçilmiştir. Ancak Pir
Sultan Abdal mahlaslı bir nefeste bu olaya açık işaretler vardır: “Geldi Kazova’yı duman
bürüdü / Kara kafirlerin yağı eridi / Allah Allah deyip Kırklar yürüdü / Kırklara serçeşmesin
pirim Ali / Cümlemizden ulusun Kızıldeli” (Aslanoğlu, 2000: 396). 32
Velayetnamede muğlak ifadelerle geçilen kimi hikâyeleri daha kapsamlı bir biçimde şifahi
kültürde hâlen yaşamakta olan bazı keramet söylenceleri içinde bulmak mümkündür.
Velayetnameye göre, Burgaz kalesi fethedildikten sonra kale sakinlerinden üç kişi – ki bunlar
kale fethedilmeden önce yakalanmış ve bir harp hilesi olarak kaçmalarına izin verilmiş idi
31 Kazovası bugün Eskiköy ile Çakmakköy arasında Dimetoka’nın doğusuna düşen bölgededir.
32 Yazılı kaynaklardan sadece Pir Sultan Abdal’ın bu şiirinde yer alan Ali Kaykı’dan derlediğim bir söylence de şudur:
İpsala’ya geldiklerinde Kırklar ilk şehitlerini verirler. Böylece burada ilk selâ okunduğundan adı “İlk-selâ” olarak
kalır. Zamanla bu isim “İpsala”ya dönüşür. Pir Sultan’ın “Kafirlerin yezitlerin bağladı / İlk selamı “esselâ”da söyledi
/ Kırklara serçeşmesin pirim Ali / Cümlemizden ulusun Kızıldeli” (Aslanoğlu, 2000: 396) dizeleri bu söylence ile
benzerlik göstermektedir.
RIZA YILDIRIM
78 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
– İslam’a davet edilir. Onlar da bu daveti kabul ederek kurtulurlar. Müslüman olan bu üç
kişi kale hâlkı içinde çocuklarının ve akrabalarının olduğunu, onların da affedilmesini rica
ederler. Kızıldeli onların gelmesini emreder. O emir sebebiyle bu yerin adı “Bolayır” kalır.
Velayetnamede ilgili bölüm şöyle geçmektedir (Yıldırım, 2007: 168):
Sâlifü’l-beyân mukaddem esir idilüb firar itdirilen ol üç kâfiri dine davet itdiler. Hemân
huzur-ı Sultan’da imanı kabul ve müselman oldılar. Ve eyitdiler: “Bunda bizim evlâd u iyal ve
akrabamız dahi vardır. Kerem buyurub onların kabahatlerini bu bendelerine bağışlayub anlar
dahi huzur-u saâdetlerinizde imanı kabul idüb müselman olalar.” Sultan anların gelmesini
nutuk buyurdu. Merkumlar huzur-u feyz-nüşûra gelüb müselman oldılar. Ammâ Sultan’ın
nutku sebebiyle ol yerin ismi Bolayır kaldı.Görüldüğü üzere bu yerin isminin “Bolayır”
olmasının sebebi metinde açıkça ifade edilmemiştir. Kızıldeli’nin bir nutku sebebi ile böyle
olmakla beraber nutkunun ne olduğu açıkça ifade edilmemiştir. İşte bu nutkun ne olduğunu
sözlü kültürde bulmaktayız. Ali Kaykı’dan dinlediğim (onun da dedesinden dinlediği)
söylence şöyledir:
Kırklar karşıya geçince ilk Çimpi kalesini fethederler. Burada esirler alınır. Kadının birisi
gelip oğlunun da esirler arasında olduğunu, affedilmesini rica eder. Kızıldeli kadına oğlunu
“bul ayır” der. Ondan sonra oranın adı “Bolayır” olarak kalır. Anlaşılıyor ki Velayetnamenin
yazıldığı tarihten günümüze kadar ortak hafızada yaşayan versiyonda hikâyenin içini
dolduran olayın ayrıntılarında değişiklikler olmuştur. Örneğin Burgaz kalesi Çimpi kalesi
olmuş, önceden esir edilip serbest bırakılan üç kişi bir kadına dönüşmüştür. Ancak hikâyenin
kurgusu ve öz mesajı aynen korunmuştur. Bir kale fethediliyor, kale hâlkı esir ediliyor; bir
veya birkaç kişinin affedilmesi Müslüman olan yakın(lar)ı tarafından rica ediliyor; Kızıldeli
bu ricayı kabul edip “bul ayır” diyor; ve o söze izafeten bu yerin adı “Bolayır” kalıyor. Ancak
Velayetname derleyicisinin Kızıldeli’nin “bul ayır” ifadesini atlayıp buna sadece Sultan’ın
nutku ifadesi ile göndermede bulunmakla yetinmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Bir diğer olay Kızıldeli’nin atı ile ilgilidir. Velayetnameye bakılacak olursa, Seyyid Ali Sultan
gazilerin komutasını Gazi Evrenos’a bırakıp mesken tutmak üzere oradan ayrıldıktan sonra,
yolda (Sarı Kızıl yaylasına geçip dergâhını kurduğu yere varmadan hemen önce) atı ölür. Seyyid
Ali Sultan atının cesedini orta yerde bırakmak istemez. Bir işaretiyle yer yarılır ve atın cesedini
içine alır (Yıldırım, 2007: 178). Aynı hikâyeyi Mehmet Koç Dede atalarından dinlediğini
ifade ederek şöyle anlatmaktadır: Seyyid Ali Sultan, şimdiki dergâhın altında çadır kurar.
Gümülcine’de bir kalenin fethi için askerlerini gönderir. Askerlerin zorda kalmaları üzerine
Kızıldeli onlara yardıma gitmeye karar verir ve geceleyin harekete geçip seherde “At Mezar”
denen bir yere gelir. Herhâlde çok zorlanmış olmalı ki at burada çatlar. Ama atın çok hizmeti
olduğu için yırtıcı hayvanlar yemesinler diye, mezar yapıp atını buraya defneder.33 Burada
da Velayetnamenin anlatımı ile şifahi söylence arasında hikâyenin kurgusu ve ana teması
bakımından tam bir uyum gözlenirken, olayın detaylarında farklılaşma olduğu anlaşılmaktadır.
33 Ayhan Aydın’ın 21-22 Kasım 2004 tarihlerinde yaptığı yayınlanmamış söyleşidan.
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 79
Bunlardan başka bir de ne Velayetnamede ne de nefeslerde hiç bahsi geçmediği hâlde sözlü
kültürde hâlâ anlatılmaya devam eden keramet hikâyeleri vardır. Örnek vermek gerekirse,
Malkara’ya geldiklerinde Kızıldeli erenlerden birkaçını yiyecek istemek üzere yerli hâlkın
yanına gönderir. Orada yaşayan Hıristiyan hâlk yiyecekleri zehirleyip verirler. Bunu
anlayan erenler yiyecek almadan geri dönerler. Kızıldeli neden yiyecek temin etmeden
döndüklerini sorunca erenler “onların malı karaydı almadık” derler. Bunu üzerine o
beldenin adı Malkara olarak kalır. Yine bir başka söylenceye göre, bugün Nasuhbey
Köyü’nde Karar Baba türbesinin olduğu yere geldiklerinde sancaktar sendeler ve sancak
elinden düşüp yere saplanır. Sancak anında kök salıp yeşeriverir. Bu ağaca “sancak ağacı”
denir. Bu ağacın aynı isimle bu gün hâlen mevcut olduğu söylenmektedir. Üçüncü bir
söylence şöyledir: Nasuhbey Köyü yakınlarında bir geçitte kanlı bir savaş olur ve şehitler
verilir. Bu olaydan sonra geçidin adı “kanlı geçit” kalır. Geçidin adı hâlen aynı şekilde
bilinmektedir.34
e. Dergâhını Kurması:
Velayetnamenin anlatımına göre, bir dizi kale fethettikten sonra Kırklar gazilerden ayrılırlar.
Kırklar’ın her biri Kızıldeli’nin talimatı ile dergâhlarını kurup “canlar uyarmak” üzere
kendileri için belirlenmiş yerlere doğru hareket ederler. Kızıldeli kendisi de yola koyulur. Sarı
Kızıl yaylasını geçtikten sonra - muhtemelen fazla uzak olmayan – meskenine varır ve orada
dergâhını kurar.
Aşıklar ve talipler dergâhında toplanmaya başlar. Öyle ki on iki binden fazla insanı irşat
edip ilahi hakikatlere uyarır (Yıldırım, 2007: 178-79). Velayetname Kızıldeli’nin dergâhını
nerede kurduğunu açık bir şekilde ifade etmemektedir. Ancak dergâhını kurmadan hemen
önce Cebel Yaylası ve Sarıkız Yaylası’nda bulunduğu anlatılmaktadır.35 Dergâhın ne zaman
kurulduğu konusunda ise Velayetname tamamen sessizdir.
Arşiv kayıtlarından dergâh’ın en geç 1402 yılında kurulduğunu gösteren kayıtlar vardır.
Bununla beraber arşiv kaynakları dikkatlice okunduğunda Kızıldeli’ye ilk vakfın verilişi ve
tekkenin kuruluşunun daha erken tarihlere, I. Murat dönemine kadar gittiği yönünde güçlü
bir kanaat oluşmaktadır.36 Bu bilginin Bektaşi ortak belleğinde de aynı şekilde yerleştiği
anlaşılmaktadır. Örneğin Bedri Noyan Seyyid Ali Sultan’ın Kızıldeli çayı yanına bir dergâh
kurduğunu ve bu dergâhın kuruluş tarihinin bir söylentiye göre 1397 olduğunu yazmaktadır
(Noyan, 1998: 247). Öte yandan Şevki Koca kaynak belirtmeden Seyyid Ali Sultan’ın 1385-
1387 yılları arasında Kızıldeli dergâhı postnişini olduğunu yazmaktadır (Koca, 2005: 286).
Buna göre dergâh 1385 yılında kurulmuş olmaktadır.
34 Ali Kaykı ile 30 Ocak 2010 tarihinde yaptığım söyleşiden.
35 1818 tarihli bir belgede tekkenin Dimetoka’ya tâbi Cebel nahiyesinde bulunduğu kaydedilmiştir (BOA, HAT.
686/33334).
36 İlgili arşiv kayıtlarının diğer kaynaklarla mukayeseli bir analizi için bkz. (Yıldırım, 2007: 119-56; Yıldırım, 2009).
RIZA YILDIRIM
80 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
Nefeslerde de Kızıdeli’nin dergâhını ne zaman kurduğuna dair bilgi yer almamaktadır. Ancak
dergâhın yerine dair epeyce dize mevcuttur. Bu nefeslerde dergâhın yerini ifade etmek için
genellikle tekkenin yakınlarında bulunan Tanrı Dağı’nın ismi geçmekte, bazen de Kızıldeli
Çayı’ndan bahsedilmektedir.
Viranî Seyyid Ali Sultan’ın nerede yerleştiğini ifade ederken “Tanrı Dağı mesken oldu bil ana
merd ü şah” (Bayrı, 1959: 80-81; Ergun, 1955: 225-26; Viranî, 1998: 18-19) demektedir.
Aynı şekilde Pir Sultan Abdal şeyhin meskenini “Tanrı Dağ koruna çökmüş oturur” ifadesi
ile anlatmaktadır (Öztelli, 2004: 176). Geda Muslu’nun dilinde bu bilgi şöyle ifadesini
bulmaktadır: “Bilin Tanrı Dağı Şah’ın otağı” (Noyan, 2000: 294). Hamdi mahlasıyla Kızıldeli
dergâhını ve oradaki hayatı betimlemek için yazılmış bir nefeste de aynı şekilde Tanrı Dağı ve
Kızıldeli Çayı’na göndermeler bulunmaktadır (Gölpınarlı, 1992: 91).37
Trakya’da Kızıldeli süreğini devam ettiren insanların ortak belleğinde de Rumeli’ne geçiş ve
dergâh yerinin vakfedilmesi ile ilintili olarak I. Murat’ın isminin yerleştiği anlaşılmaktadır.
Ali Kaykı’nın anlattıklarına göre Edirne fethinden sonra Pir-evi’ne dönen Seyyid Ali Sultan
I. Murat’ın daveti üzerine geri Rumeli’ne geçer. Bir savaştan sonra I. Murad Kızıldeli’yi çok
beğenir ve iltifat eder. Seyyid Ali Sultan I. Murad’a şöyle der: “Artık siz işi çapula döktünüz. Biz
artık yanınızda yer alamayız. Vereceksen yurtluk ver!” Bunun üzerine Kızıldeli Çayı kıyısında
Aşağı Tekke’nin yeri I. Murat tarafından verilir. Aşağı Tekke 1380’lerde Yukarı Tekke ise daha
sonra 1402 yılında inşa edilir. Her iki tekkede de türbesi vardır.38 Kızıldeli süreklerinin hâlen
yaşayan babalarından birisi olan Lütfi Aykurt da aynı hatırayı dile getirmektedir. Ona göre
Kızıldeli Sultan’a bağlı vakıf arazileri ve 24 köy varmış. I. Murat 1370 tarihinde türbe (dergâh
olmalı) yaptırmış.39
Sonuç
Anlaşılıyor ki, Seyyid Ali Sultan adı etrafında oluşan söylenceler belli bir kesim içinde dilden
dile dolaşarak yayılmış, yayıldıkça da içine çeşitli keramet motiflerini alarak kabarmıştır. Bu
söylencelerin en azından bir kısmı40, bir süre sonra bu gün adını kesin olarak bilemediğimiz,
muhtemelen bir Bektaşi dervişi tarafından derlenerek yazıya aktarılmış ve bu suretle
elimizdeki Velayetname oluşmuştur.41
37 Kızıldeli’yi öven ve dergâh hakkında bilgi içeren nefesler bu kadarla sınırlı değildir. Ancak makalenin hacmini
gereksiz yere büyütmemek için bu kadarla yetiniyoruz.
38 30 Ocak 2010 tarihinde Ali Kaykı ile yaptığım söyleşiden.
39 26 Mart 2004 tarihinde Ayhan Aydın’ın yaptığı söyleşiden.
40 Seyyid Ali Sultan’la ilgili velayetnamede yer almayan başka söylenceler de sözlü kültür kanalıyla günümüze kadar
ulaşmıştır.
41 Bizim analizlerimize göre Velayetnameyi oluşturan söylenceler ilk defa Cezbî mahlasını kullanan birisi tarafından
15. yüzyıl sonları ya da 16. yüzyıl başlarında yazıya aktarılmış olmalıdır (Yıldırım, 2008). Öte yandan, Şevki Koca
yabana atılmaması gereken bir iddia ortaya atmaktadır. Ona göre, Velayetname’yi yazan kişi 1644-1701 yılları
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 81
Öte yandan Velayetnamede kaydedilen metinden ayrı olarak – fakat onunla etkileşim içinde
– ortak bellekteki bilgi, sözlü dinamiklerle nesilden nesile aktarılmaya devam etmiştir. Bu
bilginin en belirgin tezahürü 16. yüzyıldan itibaren günümüze kadar Alevi-Bektaşilerce
söylenmiş nefeslerde karşımıza çıkmaktadır. Yukarıdaki analizlerden açıkça anlaşılacağı
üzere, bu nefeslerden yansıyan Kızıldeli imajı Velayetnamedeki tablo ile uyum içindedir.
Böylesi bir uyumu izah etmek için şairlerin Velayetnameyi okuyup bilgilerini oradan
aldıklarını varsaymak makul değildir. Zira gerek Velayetnamenin çok az sayıda nüshası
bulunduğu gerekse mevcut nüshâlara ulaşım imkânlarının oldukça sınırlı olduğu göz önüne
alınırsa bu metnin ortak belleği besleme hususunda işlevinin oldukça sınırlı olmuş olması
beklenmelidir. Şu hâlde şairlerimizin Velayetnameden daha çok büyüklerinden işittiği şifahi
bilgiden beslendiklerini varsaymak yerinde olacaktır. Ancak Velayetname yazıldıktan sonra
şifahi bilgi ile etkileşimini devam ettirip ve bu kanalla şifahi bilgi üzerinde belli bir denetim
kurmuş olmalıdır. Herhangi bir şairin Kızıldeli ile ilgili bilgisi ya doğrudan Velayetnameden
okumak suretiyle ya da başka kişi(ler)den işitmek suretiyle edinilmiş olacaktır. Bize göre
ikinci durum çok daha yaygın olmalıdır. Bu durumda sözlü aktarımın ikinci hâlkasında
yine aynı bölünme söz konusu olacaktır. Böyle giden silsilede herhangi bir hâlkada süreç
Velayetnameile sonlanabilir. Öte yandan sözlü aktarım sürecinin Velayetnameye hiç
varmadan Velayetnamenin yazıya aktarılmasından öncesine – ki bu dönemde artık sadece
sözlü bilgi vardır - kadar ulaşması da ihtimal harici değildir (bkz. Tablo 1 ve Tablo 2).
Bektaşiler arasında artık iyice yaygınlaşmış olan söylencelerin şiire yansımasından başka
bir şey değildir. Denilebilir ki bu şairler - ister mahlasta adı geçen şahıslar olsun, ister bu
mahlasları kullanan başka şairler olsun - ya Velayetnameyi okuyup Seyyid Ali Sultan
hakkındaki bilgilerini doğrudan oradan alıyorlardı –ki bunun düşük bir ihtimal olduğu
yukarıda ifade edildi - ya da sözlü kültürde yaşamakta olan ve Velayetnameye de esas teşkil
etmiş olan söylenceleri duyuyor ve biliyorlardı. Şiirlerdeki Seyyid Ali Sultan portresi ile
Velayetnamedeki arasında ortaya konulmuş olan benzerlik bu fikri kuvvetle desteklemektedir.
Öte yandan Velayetname metni ile herhangi bir teması olma ihtimali olmadığı hâlde aynı
hikâyeleri ufak farklarla günümüze kadar taşıyan bir sözlü kültür havzasının varlığı ortaya
çıkmaktadır. Bu çalışmada başvurulan sözlü bilginin ana kaynaklarından birisi olan Ali
Kaykı’nın dedesi Mehmet Kaykı’nın herhangi bir şekilde Velayetnameyi okumuş olması
veya birinden dinlemiş olması mümkün görünmemektedir. Zira bu kişinin Velayetnamenin
ne yayınlanmış bir kopyasını ne de el yazması nüshasını görmemiş olduğu bilinmektedir.
Şu hâlde ondan derlenilen bilgi tamamen sözlü kanallarla aktarılan bilgidir. Bu bilgi ile
Velayetnamede kaydedilen bilgi karşılaştırıldığında her bir hikâyenin kurgusunun ve
esas temasının korunduğu ancak detay bilgilerin değişime uğradığı görünmektedir. Öte
yandan gerek Velayetnamede muğlak olarak yer alan bazı hikâyeleri açarak desteklemesi
gerekse Velayetname metninde hiç yer almayan bazı hikâyeleri içermesi bakımından bu
arasında Kızıldeli Dergahı’nda postnişinlik yapan ve 1701 yılında vefatını müteakip dergahın Babalar haziresine
defnedilen Cezbî Abdal’dır (Koca, 2005: 294).
RIZA YILDIRIM
82 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
sözlü bilgi Velayetnameyi tamamlar bir nitelik göstermektedir. Denilebilir ki, Velayetname
toplumun ortak belleğinde var olan Kızıldeli’ye dair bilginin bir kısmının yazıya aktarılmış
hâlinden ibarettir. Öte yandan hem yazıyla “dondurulan” bilginin ortak bellekteki aslı hem
de yazıya aktarılmayan kimi bilgiler sözlü kültürün kendi dinamikleri içinde günümüze
kadar ulaşmıştır. Yukarıda sadece bir envanterini çıkardığımız sözlü geleneğin barındırdığı
bilgilerin Velayetname metni ile karşılaştırmalı bir analizi hem Velayetnamedeki bilginin
doğasını anlamak hem de sözlü kültürün dinamiklerini keşfetmek adına önemli sonuçlar
üretebilecek niteliktedir (Bkz. Tablo 1 ve Tablo 2).
Bu çalışmada, yukarıda kısaca özetlenen yöntem çerçevesinde Alevi-Bektaşi geleneğinde
Seyyid Ali Sultan’ın nasıl bir yer edindiği gözlemlenmeye çalıştık. Geleneksel bilginin
farklı tezahürleri olarak görülen Velayetname, nefesler, şifahi bilgi ve 19.-20. yüzyıllarda
Bektaşilerce kaleme alınmış “telif ” eserlerde - ki bunlar bilgilerini esas itibariyle önceki üç
kaynak grubundan derlemişlerdir - yer alan bilgiler ışığında bir Kızıldeli portresi çizmeye
çalıştık. Bunu yaparken geleneğin dünyasını esas alıp ortaya çıkan portrenin tarihsel
bilgilerimizle uyuşup uyuşmadığı sorusunu genel itibariyle göz ardı ettik. Bir başka deyişle
“tarihsel doğruluk” kaygısından azade bir şekilde Seyyid Ali Sultan’ı sadece geleneğin
prizmasından görmeye çalıştık.
Geleneğin prizmasından görünen resmînin ana hatlarını özetleyecek olursak: Seyyid Ali
Sultan’ın kökeninin Horasan’a dayandığı konusunda kaynaklarımızın tamamı mutabıktır.
Horasan’dan kendisi mi kalkıp geldi yoksa ataları daha önceden geldi de kendisi Anadolu’da
mı doğdu, bu hususta belirsizlik vardır. Ortak belleğin tuvalinde çizilen Kızıldeli resmînin
en belirgin çizgilerinden birisi de Hacı Bektaş Veli bağlantısıdır. Kaynaklarımızın tamamı
onu bir şekilde Bektaşi Tarikatı’nın piri ile ilişkilendirme gayreti göstermektedirler. Ancak
bu ilişkinin mahiyeti farklılık göstermektedir. Geleneksel bilginin ısrarla vurguladığı bir
başka husus, Bektaşi Yolu’nun oluşumu ve tarikata dönüşümü sürecinde Kızıldeli’nin
oynadığı başat roldür. O, bir yandan Hacı Bektaş Veli’den devraldığı mirası geliştirerek
Rumeli’ne taşırken bir yandan da Balım Sultan’ı yetiştirmek suretiyle tarikat tarihinin bu
en önemli iki hâlkasını bir birine bağlayan köprü olmuştur.42 Öte yandan Kızıldeli’nin
Rumeli fetihlerinde öncülük etmesi ortak hafızadaki onunla ilgili bilgi öbeğine tam
anlamıyla damgasını vurmuş durumdadır. Velayetnameden başlayarak henüz yazılmamış
şifahi bilgiye kadar geleneksel bilginin her bölümünde onun ismine yakıştırılan belki
de en güçlü sıfat “Rumeli fatihi”dir. Seyyid Ali Sultan’ın bir dizi gazaya iştirak ettikten
sonra dönemin Osmanlı sultanı tarafından vakfedilen Dimetoka yakınlarında bir araziye
dergâhını kurduğu arşiv kayıtlarından kesin olarak bilinmektedir. Arşiv belgelerinde onun
vakfını onaylayan sultanlar içinde adı geçen en eski Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid’dir.
Ancak ilgili belgeler dikkatle okunduğunda vakfın ilk defa I. Murat tarafından verildiği
kanaati oluşmaktadır. Geleneksel bilgi bu konuda yine I. Murat ismi üzerinde uzlaşmış
vaziyettedir.
42 Kızıldeli’nin bu rolünün ayrıntılı analizi için bkz. (Yıldırım, 2010).
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 83
Yukarıda ifade edildiği gibi, Alevi-Bektaşi geleneğinin bize sunduğu Kızıldeli tablosunun
tarihsel verilerle karşılaştırılması ya da bu tablodan tarihsel bilgi çıkarılması elinizdeki
makalenin amacı ve kapsamı dışındadır. Bununla beraber, bir cümle ile ifade etmek gerekirse,
geleneğin prizmasından yansıyan görüntü ile tarihsel veriler arasında, farlılaşmalar olmakla
birlikte ciddi benzerliklerin bulunduğu açıkça gözlenmektedir. Bu iki resmî bir arada,
mukayeseli bir şekilde ele alacak müstakil bir çalışma şüphesiz ki faydalı olacaktır. Böyle
bir çalışma bir yandan Kızıldeli’nin tarihsel hayatına dair bilgimizi artırırken öte yandan
geleneksel bilginin oluşum ve aktarım süreçleri ile bu bilginin tarih kaynağı olarak nasıl
kullanılabileceği gibi hususlarda önemli katkılar yapabilecek potansiyeli barındırmaktadır.
KAYNAKÇA
AHMED RIFKI (1328 / 1910-11): Bektaşi Sırrı. II. Cilt. Dersaadet (İstanbul).
AHMET RİFAT EFENDİ (2007): Gerçek Bektaşilik. Mir’âtü’l-mekâsid fî def’i’l-mefâsid. haz.
Salih Çift. İstanbul: İz Yayıncılık.
ASLANOĞLU, İbrahim (2000): Pir Sultan Abdallar, İstanbul: Can Yayınları.
AŞIKPAŞAZÂDE, Derviş Ahmed (1949): Tevârih-i Âl-i Osman. haz. Nihâl Atsız. İstanbul:
Türkiye Yayınevi.
BAHA SAİT BEY (1927): “Bektâşîler III”. Türk Yurdu. no: 28. Nisan: 305-341.
BAYRI, M. Hâlit (1959): Âşık Viranî Divanı. İstanbul.
BELDICEANU-STEINHERR, Irène (1999): “Osmanlı Tahrir Defterlerinde Seyyid Ali Sultan:
Heterodox İslam’ın Trakya’ya Yerleşmesi”. Sol Kol: Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia (1380 –
1699). ed. Elizabeth A. Zachariadou. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları: 50-72.
BIRGE, John K. (1937): The Bektashi Order of Dervishes, London-Hartford, Conn..
ÇELEBİ, Ahmed Cemaleddin (1328 / 1910-11): Bektâşî Sırrı Nâm Risaleye Müdâfa’â.
Dersa’âdet (İstanbul): Manzûme-i Efkâr Matbaası.
ERGUN, Sadeddin N. (1955): Bektaşi Şairleri ve Nefesleri. İstanbul.
EYUBOĞLU, Sabahattin (1997): Pir Sultan Abdal, İstanbul: Cem Yayınevi.
GÖLPINARLI, Abdülbâki (1992): Alevî Bektaşî Nefesleri, İstanbul: İnkılap Yayınevi.
GÖLPINARLI, Abdülbâki (1995): Vilâyet-nâme. Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli.
İstanbul: İnkılap Yayınları.
GÜZEL, Abdurrahman (1999): Abdal Musa Velayetnamesi. Ankara: TTK.
HOCA İSHAK EFENDİ (1290/1873): Kâşifu’l-esrâr ve dâfiu’l-eşrâr. İstanbul.
KAYA, Doğan (2001): “Sivas Kaynaklı Cönklerde Kızıldeli”. Uluslararası Türk Dünyası
İnanç Önderleri Kongresi (23-28.11.2001). Bu kongrede okunan metin şu internet sitesinde
yayınlanmıştır: http://www.alewiten.com/index7.htm web adresinde yayınlanmıştır.)
KOCA, Şevki (2005): Bektâşîlik ve Bektâşî Dergâhları. İstanbul: Cem Vakfı Yayınları.
KOCA, Turgut (1990): Bektaşi Alevi Şairleri ve Nefesleri. İstanbul: Maarif Kitaphanesi ve Matbaası.
NOYAN, Bedri (1996): Hacı Bektaş Veli Manzum Vilâyetnamesi. İstanbul: Can Yayınları.
NOYAN, Bedri (1997): “Abdal Musa Sultan Hakkında”. Abdal Musa Sultan ve Velayetnamesi.
haz. Adil Ali Atalay. İstanbul: Can Yayınları: 34-66.
NOYAN, Bedri (1998): Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik. I. Cilt.Ankara: Ardıç Yayınları.
NOYAN, Bedri (1999): Seyyit Ali Sultan Velayetnamesi. Ankara: Ayyıldız Yayınları.
RIZA YILDIRIM
84 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
NOYAN, Bedri (2000): Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik. III. Cilt.Ankara: Ardıç Yayınları.
OCAK, Ahmet Y. (2002): Sarı Saltuk. Popüler İslam’ın Balkanlar’daki Destani Öncüsü, Ankara:
TTK.
OCAK, Ahmet Yaşar (1983): Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri.
İstanbul: Enderun Kitabevi.
ONARLI, İsmail (2000): “Malatya’nın Fethiye Beldesinde Kızıldeli Sultan Ocağı”, Cem Dergisi,
sayı: 101, Mayıs.
OYTAN, M. Tevfik (2007): Bektaşiliğin İçyüzü. İstanbul: Demos Yayınları.
ÖZTELLİ, Cahit (1997): Bektaşi Gülleri. İstanbul: Özgür Yayınları.
ÖZTELLİ, Cahit (2004): Pir Sultan Abdal. Bütün Şiirleri. İstanbul: Özgür Yayınları.
ŞAHİN, Hüseyin (1998): “Bir Anadolu Ereni: Kızıldeli. Malatya’da Kızıldeli Adı Çevresinde
Oluşan Kültürel Değerler”, 1. Uluslararası Türk Dünyası Eren ve Evliyaları Kongresi Bildirileri,
Ankara.
VİRANÎ (1998): Vîrânî Divanı ve Risalesi (Buyruğu). derleyen Adil Ali Atalay Vaktidolu.
İstanbul: Can Yayınları.
YILDIRIM, Rıza (2007): Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velayetnamesi. Ankara: TTK.
YILDIRIM, Rıza (2008): “Efsanede Gizli Gerçek: Bir Tarih Kaynağı Olarak Seyyid Ali Sultan
Velayetnamesi”, Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, 6: 1-43.
YILDIRIM, Rıza (2009): “History Beneath Clouds of Legend: Seyyid Ali Sultan and his Place in
Early Ottoman History”. International Journal of Turkish Studies 15/1-2: 21-62.
YILDIRIM, Rıza (2010): “Muhabbetten Tarikata: ‘Bektaşî Tarikatı’nın Oluşum Sürecinde
Kızıldeli’nin Rolü”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 53.
Tablo 1: Bektaşî-Alevî Geleneği’nin Kaynakları ve İç Dinamikleri
Açıklama: Kızıldeli’nin tarihsel hayatına ilişkin bilgi önce ortak belleğe geçmektedir. Bir
süre sonra bu bellekteki bilginin bir kısmı yazılı ortama aktarılarak Velayetname meydana
getirilmiştir. Görüldüğü gibi Velayetnamenin tek kaynağı ortak bellektir. Bir kez yazıyla
dondurulduktan sonra Velayetnameye aktarılan bilgi “norm” veya “ortodoksi” oluşturup
ortak bellek üzerinde besleyici ve kontrol edici bir rol üstlenmiştir. Öte yandan Velayetname
metnine erişim imkanı çok kısıtlı olduğundan bilgi aktarımı hâlen büyük oranda ortak bellek
aracılığı ile gerçekleşmektedir. Şairler bilgilerini ya doğrudan Velayetnameden almakta ya da
ortak bellekten beslenmektedirler (Ayrıca bkz. Tablo 2). 19. ve 20. yüzyıllarda Bektaşilerce
kaleme alınan eserler ise her üç kaynaktan beslenme imkânına sahiptir.
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 85
Tablo 2: Nefeslerdeki Bilginin Kaynakları
Açıklama: Örneğin Anlatıcı 1’in yazmış olduğu ve elimize ulaşan bir şiirdeki bilginin
muhtemel kaynakları şu şekildedir:
a).Doğrudan Velayetnameden almış olabilir. Bu durumda bilgi (1b) yolundan gelmiş
olmaktadır.
b).Anlatıcı 2’den alınmış olup Anlatıcı 2 Velayetnameden almış olabilir: Bu durumda bilgi
(2b), (1a) yoluyla gelmiş olmaktadır.
c).Bilginin Anlatıcı 1’e ulaşana kadar takip ettiği yol (3b), (2a), (1a) şeklinde olabilir.
d).Bilginin Anlatıcı 1’e ulaşana kadar takip ettiği yol (4b), (3a), (2a), (1a) şeklinde olabilir.
Aynı mantıkla yukarıya doğru farklı alternatifler düşünülebilir. Herhangi bir nefes için bu
yolların hangisinin geçerli olduğunu belirlemek neredeyse imkânsızdır.
Tablo 2: Nefeslerdeki bi lginin kaynaklar
Açklama:ÖrneinAnlatc1’inyazmolduuveelimizeulaanbiriirdekibilgininmuhtemel
kaynaklaruekildedir:
a) Dorudanvelâyetnâmedenalmolabilir.Budurumdabilgi(1b)yolundangelmi
olmaktadr.
b) Anlatc2’denalnmolupAnlatc2velâyetnâmedenalmolabilir:Budurumdabilgi(2b),(1a)yoluylagelmiolmaktadr.
c) BilgininAnlatc1’eulaanakadartakipettiiyol(3b),(2a),(1a)eklindeolabilir.
RIZA YILDIRIM
86 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
Birlikte Rumeli’ne
geçip Dimetoka
yaknlarnda dergâh
kurmular
Tablo 3: Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi ve onu takip eden Babagân Bektaşilerine (Ahmet
Rifat Efendi, Bedri Noyan vs.) göre Hacı Bektaş Veli - Seyyid Ali Sultan münasebeti
Tablo 4: Tevfik Oytan’ın isim vermeden alıntı yaptığı yazmaya göre Hacı Bektaş Veli -
Kızıldeli ilişkisi
Birlikte
Rumeli’ne
geçip
Dimetoka’
da dergah
k l
BEKTAŞÎ-ALEVÎ GELENEĞİNE GÖRE SEYYİD ALİ SULTAN
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53 87
Tablo 5: Cemaleddin Çelebi’nin Müdafaa’sına göre Hacı Bektaş Veli ile Seyyid Ali
Sultan’ın İlişkisi
88 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 53
Muslu Dede (Geda Muslî)
Gelin.ey kardaşlar dilek edelim
Kapısı açıktır Kızıldeli’nin
Eksiğimiz bilip dâra gidelim
Himmeti çok imiş Seyyid Ali’nin
Ne güzel baharı yetişmiş şimdi
Lâlesi sümbülü açılmış şimdi
Abdallar hep sema dönerler şimdi
İhsanı çok imiş Kızıldeli’nin
Bab(a) İbrahim şehitlerin eridir
Kırkların durağı anda yeridir
Cansız divar yürüden Bektaş Veli’dir
Himmeti çok imiş Kızıldeli’nin
Sancağı çıkar dağları dolanır
Muhib olan âşığa aşka boyanır
Çekilir gülbengi çerağ uyanır
Muhabbettir yerleri Seyyid Ali’nin
Muslu Dede bunu böyle söyledi
Gerçek erenlerin medhin eyledi
İman mürvet deyip kerem diledi
Kulları çok imiş Kızıldeli’nin
Bu şiir, Doğan Kaya’nın Uluslararası Türk Dünyası İnanç Önderleri Kongresi’nde (23-28.11.2001)
sunduğu “Sivas Kaynaklı Cönklerde Kızıldeli” başlıklı eserinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder