KUM SAATİ 03.09.2010
Ahmet Altan
İki tür...
Bugün ciddi bir kavga yaşanıyor Türkiye’de.
Neyin kavgasını yapıyoruz?
Basit olarak anlattığımızda iki temel görüş ve iki temel grup var.
Biri, devletin, halkın iradesiyle işbaşına gelen parlamentoyu ve siyasi iktidarı yönetmesini istiyor.
İkincisi, halkın iradesinin belirlediği parlamentonun ve siyasi iktidarın, devleti yönetmesini istiyor.
Kavganın özü bu.
Zaten tarafların neleri savunduklarına bakarsanız, bunu açıkça görürsünüz.
Bu önemli Anayasa değişikliklerini için yapılan referandumda bu değişikliğe karşı çıkanlar, ordunun ve yargının siyasi iktidarları denetleyecek bir güce sahip olması fikrini destekliyorlar.
Ordu, kendi kendini çok hırpaladığı, çok fazla hata yaptığı, kendini çok fazla eskittiği için artık bu kavgada eskisi kadar önemli değil.
Asıl kavga “yargı” üzerinden devam ediyor.
Bu Anayasa değişikliği, “yüksek yargının” siyaseti sınırlama gücünü buduyor, yargıyı “evrensel” ölçülerde olması gereken yere çekiyor.
Bu neden çok önemli?
Çünkü siz yüksek yargının bu gücünü kısıtlayamazsanız, “halkın iradesini” güçlü kılacak hiçbir anayasa değişikliğini gerçekleştiremezsiniz.
Bugünkü yapısı ve gücüyle “yüksek yargı” her demokratik adımı engeller.
Demokratik değişimleri gerçekleştirebilmek için mutlaka bu engelin yıkılması gerekir.
Referandumda oylayacağımız değişiklikler de zaten bunu yapıyor.
Burada görüntüyü “karmaşık” hale getiren, normalde “halk iradesini” desteklemesi gereken siyasi partilerin bizzat kendi özgürlüklerinin kısıtlanması için uğraşmaları.
Bir siyasi parti, halkın iradesinin sınırlanmasını, kendi özgürlüğünün
kısıtlanmasını niye ister?
Benim görebildiğim kadarıyla bunun tek bir nedeni vardır.
Asla halkın desteğiyle iktidara gelemeyeceğine inandığı için kendisine devlet destekli bir iktidar kapısı arar.
Peki, bir siyasi parti hangi nedenlerle “asla iktidara gelemeyeceğine” inanır?
Halkın taleplerine cevap veremeyeceğine kesin kanaat getirdiğinde.
Neden CHP ve MHP, Anayasa değişikliklerine karşı çıkarak “devlet iktidarını” savunuyor?
Çünkü iktidara gelebileceklerine dair hiçbir umutları yok.
Bu iki parti de, iki büyük grubun, muhafazakârlarla Kürtlerin taleplerini karşılamaya muktedir değil.
Muhafazakârlarla Kürtlerin desteğini almadan da iktidar olamazlar.
AKP, neden değişiklik olsun, devletin baskısı azalsın, sivil siyasetin alanı açılsın istiyor?
Çünkü o, iktidar olabileceğine inanıyor ve kendi iktidarının da “demokratik” ülkelerin siyasi iktidarları kadar güce sahip olmasını istiyor.
Niye AKP iktidar olabileceğinden emin?
Çünkü o, çok önemli bir “kesişme” noktasını keşfetti.
Türkiye’nin muhafazakârlarının “kendi hayat tarzlarına” göstertilmesini istediği saygıyla, aynı kesimin zenginleşmek için dünyaya açılma isteğinin kesiştiği noktayı besleyen bir politika izliyor.
Ama AKP’nin ve muhafazakârların ciddi bir sorunu var.
Kendileri için istedikleri özgürlükleri, aynı cömertlikle Aleviler ve Kürtler için istemiyorlar.
Bu, çok uzun yıllar boyunca birikmiş “milliyetçi ve mezhepsel”
reflekslerinden kaynaklanıyor.
Muhafazakârların ve AKP’nin, gerçek bir demokraside sahip olmaları gerektiğine inandıkları “gerçek” iktidar için Kürtlere ve Alevilere ihtiyaçları var, bu iki grubun çıkarlarını da kendi çıkarları kadar dirençle savunmadıkları sürece “iktidar” olurlar ama “devletin baskıcı gücünü” geriletmekte zorlanırlar.
Kavga, devlet gücünden yana olanlarla olmayanlar arasında, bu tamam.
Ama devletin “haksız” gücünü geriletmek için harekete geçen AKP, bu kavgada “doğal” müttefikleri olacak kitlelerle gerektiğince bütünleşemediği için, “devlet yanlıları” gerçekte sahip olduklarından daha fazla bir güce sahip gözüküyorlar.
Muhafazakâr Sünniler, Alevilerle Kürtlerin güvenini kazanmak zorunda.
Bu büyük kavga, “demokrasi lehine” ancak böyle sonuçlanır.
Bugün “siyasi iktidar” kavramının somut temsilcisi olan AKP, bu gerçeği anladığında, burası gerçek bir demokrasiye doğru hızla yürür.
ahmetaltan111@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder