25 Eylül 2010 Cumartesi

Yasemin Çongar - PKK için sivilleşme vakti

YA DA 22.09.2010


Yasemin Çongar

PKK için sivilleşme vakti



PKK ve PKK’ya eklemlenmiş Kürt çevreleri önemli bir yol ayrımında: Ya silahlı mücadeleye aynen devam edecekler ya da ellerini tetikten çekip, Kürt halkının talepleri doğrultusunda siyaset yapacaklar, siyasetin sınırlarına tosladıkları yerde de sivil itaatsizlik eylemlerine yönelecekler...

Birinci seçenek, sadece ölmeye ve öldürmeye devam etmek anlamına gelmiyor; PKK’nın belki hiçbir zaman resmen kaybetmeyeceği ama asla da kazanamayacağı bir savaşı sürdürmesi, son kertede, Kürtlerin “eşit vatandaşlık” talebinin karşılanmasını geciktiren, bölgedeki özgürlük ve refah özleminin önüne set çeken bir işleve sahip. “Silah” bugün gelinen noktada, uğruna savaşıldığı iddia edilen şeyin elde edilmesini sağlamıyor artık, aksine bunu öteliyor, zorlaştırıyor.

Esasen, ikinci seçeneğin, yani siyaset kulvarının tam olarak kullanılabilmesinin önündeki en büyük engel de silahların susmaması. Savaş, Ankara’nın Kürtlere yönelik siyasetini köreltmekle kalmıyor, Kürtlerin siyasi ufkunu da daraltıyor. PKK’nın silahlı gücü ve bu gücü elinde tutan dağ kadrosunun tercihleri, örgütün yörüngesindeki Kürt siyasetçilerin seslerini kısıyor ve daha geniş bir tabana nüfuz etmelerini engelliyor.

Yürürlükteki “ateşkes,” siyasete yer açma, diyaloga imkân sağlama açısından olumlu bir fırsat belki. Ancak Ramazan’daki imam cinayetleriyle bizzat örgütün gerçekleştirdiği ihlal, yine dokuz can alan son mayınlı saldırıyla, örgütün (ya da devletin) içindeki bazı birimlerin yaptığı sabotaj gösteriyor ki, siyasetin sonuç alabilmesi için çok daha “sağlam” bir ateşkese ihtiyaç var. PKK tarafından daha kararlı ve daha kalıcı bir iradeyle ortaya konup desteklenecek, daha uzun süreli bir “eylemsizlik” uygulamasının başlatılması gerekiyor.

Burada, doğrudan ve bütün kapsamıyla, Kürt meselesinin çözümüne dönük siyasetten söz ediyorum. Dolayısıyla, BDP’nin Meclis’teki ve belediyelerdeki varlığının ötesindeki bir şey bu; Demokratik Toplum Kongresi’ni de aşan bir şey. PKK, istese de istemese de, bugün artık Kürt meselesinin çözümünde Kürt halkı adına taraf olanlar, PKK’yla ilişkili, örgüte eklemlenmiş çevrelerden ibaret değil. Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerine sahip çıkan çok daha geniş bir siyasi taban ve onun kanaat önderleri var. Silahların gölgesine rağmen PKK’dan farklı ses çıkarmayı göze alan bir Kürt sivil toplumu var. 12 eylül referandumu öncesinde, Kürt derneklerinin BDP’den farklı tavır alması, Kürt siyasetinin mevcut çoğulculaşmasının dışavurumuydu. Nitekim Tarhan Erdem’in araştırma sonuçları da, “Ben Kürdüm” diyen seçmenlerin yüzde 52’sinin “evetçi,” yüzde 34’ünün “boykotçu,” yüzde 13’ünün ise “hayırcı” olduğunu ortaya koydu.



İşte PKK için, silahları susturarak fiilen siyasallaşmanın, siyasi kanalların tıkandığı noktalarda da sivil itaatsizlik eylemlerine yönelmenin bugün artık “yegâne akılcı mücadele seçeneği” olarak belirmesi de bu ortamın sonucu. Bir yandan, devletin Apo’yla diyalogunun bugüne dek hiç olmadığı kadar geniş bir toplumsal kabule kavuştuğu, öte yandan, Kürt taleplerine sahip çıkan ama PKK’nın kontrolüne girmemiş bir sivil siyaset potansiyelinin, yine bugüne dek hiç olmadığı kadar güçlendiği bir ortamdayız. Başka deyişle, PKK siyasi alanda bir “güç” ve dolaylı da olsa bir “muhatap” olarak kabul görürken, bu siyasi alan, aynı zamanda, PKK’nın Kürtler arasındaki rakiplerinin de güçlenmesine, çeşitlenmesine, etkinleşmesine tanıklık ediyor.

Bu noktada, PKK akıllı davranabilse, İmralı inisiyatif alsa, dağ kadrolarının siyaseti silahla tıkaması uzun soluklu bir eylemsizlik süreciyle önlenebilse, hem Kürt meselesinin çözümünde daha hızlı adım atılabilir hem de örgütün, “dağdan iniş” sonrasında daha hızlı bir şekilde siyasete dahil olması sağlanabilir.



Aslında, PKK son dönemde “sivilleşme” yönünde bazı adımlar attı. Şahsen bana “akılsızca” da gelse, referandum boykotu bir tür sivil itaatsizlikti. Aynı şekilde, bugünlerde zayıf bir katılımla süren okul boykotu da meşru bir sivil itaatsizlik eylemidir. (Çocukların bu işten zarar gördüğüne inandığım için, okul boykotuna özel bir sempati duymuyorum ama ardındaki ‘anadilde eğitim talebi’nin yüzde yüz haklı olması ve yönteminin şiddet içermemesi nedeniyle bu eyleme saygım var.)

Bu iki boykot, eğer “sivil” sınırlar içinde tutulsaydı, PKK’nın silahsız bir güç denemesi olarak çok daha büyük saygı görebilirdi. Sorun, PKK’nın bir sivil itaatsizlik eylemini bile, silah tehdidiyle hayata geçirmek istemesinde yatıyor. Referandum öncesi, sandığa gidecek olanların sindirilmesine yönelik her çıkış, “evet” oyu vereceğini açıklayanlara yönelik her tehdit, örgütün sivil olgunluktan ne denli uzak olduğunun göstergesiydi. Aynı şekilde, eğitim boykotu gibi sivil bir eylemi, okulları ateşe vererek “destekleyen” PKK, bu yolla, eylemin ruhu kadar, mesajını ve etkisini de zayıflattığının farkında bile değil belki. Nitekim PKK’nın “siyasi rakip” saydığı imamları öldürmesi de, o imamların camilerini boykot etmek gibi kendi içinde yine “radikal” ama “sivil” bir seçeneğin örgütün aklına bile gelmediğini düşündürdü ve Apo, neden sonra, nihayet geçen hafta, “İmamları öldürmeyin, yalnızlaştırın” tavsiyesinde bulunarak bu seçeneği ortaya sürdü. Peki, silaha bunca tutsak bir örgütün sivilleşmesi nasıl mümkün olacak? (Bu konuya devam edeceğim...)

Hiç yorum yok: