1 Şubat 2011 Salı

Murat Belge - Hayat tarzı’ çekişmesi

TÜRKİYE'NİN HALLERİ 25.01.2011


“Hayat tarzı” kavramı, başından beri vardı, ama, şimdilerde daha sık ve daha “içerikli” kullanılır oldu. Süregitmekte olan kavganın temelinin bu kavramın anlattığı şey olduğu, yüzde yüz değilse de, epey yüksek bir yüzdeyle doğru.
“A Partisi” diyor ki, “petrole dayalı enerji bizim için kötüdür, nükleere geçmemiz gerekir.” “B Partisi” başka telden çalıyor: “hidrolikten vazgeçemeyiz” diyor ve nedenlerini sayıyor. Ben bir yurttaşım, hangisine oy vermeliyim? Şu anda bu söyledikleri önemli değil benim için, bu konular önemli değil çünkü. Benim gözüm başka yerde.
“A Partisi”, “Yunanistan’la ilişkilerimizi düzelteceğiz, bunun için Kıbrıs’taki pürüzleri ortadan kaldıracağız. Bu bizim için bir öncelik” diyor; “B Partisi”, “Yunanistan Türkiye’nin ezeli düşmanıdır. Kıbrıs’ta uzlaşma düşünülemez” diyor. Ben, seçimde oy vermeye hazırlanan bir yurttaşım, hangi pozisyonu onaylıyorum? Vallahi, bunlar beni ilgilendirmiyor, uzun boylu. Başka bir ortamda olsak, ilgilendirirdi, ama şimdi... Bu partilerden birinin içkiyi yasak edeceği, kadınların başını örteceği, miras hukukunu kadınlar aleyhine değiştireceği vb. söyleniyor. Bunlar sözkonusuyken Yunanistan’la ilişkimiz beni ilgilendirmiyor. O konuya soyut olarak baksam, dostluk politikasını tercih ederdim. Ama kadınların başını örtecek parti o konuda politikasının böyle olduğunu açıklıyormuş. Öyleyse ben ötekine oy veriyorum:
Aşağı yukarı böyle bir noktadayız. Siyasî bir tercih yapmanın ölçüsü olacak siyasî konular önemini kaybetmiş durumda. Hepsi, “hayat tarzı” sorununa bağlı.
Bu da şaşılacak bir durum değil. Hayat tarzı konusunda gerçekten böyle bir farklılaşma varsa, elbette birinci sorun olur. Bundan daha temel bir şey yok ki.
Bu konuyu şimdilik burada bırakalım, yeniden ele almak üzere, “hayat tarzı”ndan ve kastedildiğini daha iyi anlamaya çalışalım. Nedir bu? Neresinden bakarsak, sonuçta, bu dünyanın “Batı” dediğimiz bölgesinde oluşmuş, normalleşmiş, o bölgenin dünya çapında etkisinden ötürü yavaş yavaş her yerde standartlaşmaya başlamış bir “adab-ı muaşeret”ten söz ediyoruz. Elbette, o “adab-ı muaşeret”in arkasında yaşanmış bir tarih ve süreç içinde biçimlenmiş kurallar vb. var. Ama sonuçta bunlar gündelik hayata şekil vermiş, bir “hayat tarzı” olmuş. Dünyanın geri kalan bölgelerinde aynı gelişme görülmemiş. Batı’nın dünyaya egemen olmasıyla taksit taksit uluslararasılaşmış, ama hiçbir zaman tam olarak yayılmamış ve benimsenmemiş. Kimi yerde daha az, kimi yerde daha çok dirençle karşılanmış. Müslüman dünyada bu direnç, şu yazıda anlatamayacağım nedenlerle, birçok yerde olduğundan daha fazla.
Şu anda Türkiye’de karşılaştığımız durum ve sorun da bu kısa özet içinde özetlendi sayılır. Aşağı yukarı iki yüz yıldır, “Batıl hayat tarzı” bu toplumda gittikçe yayılarak yerleşiyor. Ama burası aynı zamanda, “Batılı hayat tarzı”nın yayılmasına en fazla direniş gösteren ideolojilerden olan İslâm dininin yüzde doksan dokuzun resmî dini olduğu bir toplum. O hayat tarzıyla bu dinin görece muhafazakâr mensupları arasındaki mücadele de iki yüz yılı aşkın bir süredir devam etmiş, hâlâ ediyor. Hâlâ devam ederken, “İslâmcı” olduğu iddia edilen, kendisi de bunu yalanlamakta fazla bir telâş göstermeyen bir siyasi parti iktidara geliyor, oylarını arttırarak yeniden seçim kazanıyor ve şu anda büyük bir ihtimalle onun kazanacağı üçüncü seçimin arifesindeyiz. “Hayat tarzı” kavramı, bu partinin temsilcileri, öncüleri için de önemli. Onlar da şimdiye kadar tek-taraflı işleyen bir iradeyle inandıkları hayat tarzının çiğnendiğini, inandığı gibi yaşama haklarının ellerinden alındığını iddia ediyorlar.
Zor bir sorun gibi görünüyor.
Şimdi, “Batılı hayat tarzı” diyoruz, “Müslüman âleminin tepkisi” diyoruz; yani, Türkiye Cumhuriyeti’nde süregelen bir mücadeleden, sorundan, anlaşmazlıktan söz ediyoruz, ama bu “Batılı” ve “Müslüman” sıfatları bunun Türkiye Cumhuriyeti’ni aşan, global bir sorun olduğunu da gösteriyor. Bu demektir ki, burada varılan sonucun global uzantıları olacaktır.
Bu hafta bu temaya devam edeceğim.

Hiç yorum yok: