1 Şubat 2011 Salı

Murat Belge - ‘Sağı solu belli olmayan’ toplum

TÜRKİYE'NİN HALLERİ 23.01.2011
Murat Belge



12 Eylül darbesi 1980’de gerçekleşti. Hizmet, imkân, nimet bakımından talebin gitgide yükseldiği, “arz”ın ise yerinde saydığı, nüfusu alabildiğine genç bir toplumda, devletin gelecekte olabileceklerden duyduğu endişe, “büyüklerinin sözünden çıkmayan” bir halk edinme özlemi, bu müdahalenin temel amacıydı. Endişe geleceğe yönelikti ama müdahaleyi yapan “mediokr” generallerin zihninde “iyi bir toplum” imgesi Kemalist “asr-ı saadet”ten başka bir şey değildi –yani, otuzların Türkiye’si. Dolayısıyla takvimin elli yıl geriye alınması gerekiyordu. Aldılar.

Başlıca kaygıları, görünüşte, Komünizm’di. Komünizm’in kendi kendine göçmesi, bizim bu darbeden sonra, on yıl bile sürmedi. Müthiş bir ileri görüşlülük! Üstelik, şimdilerde ülkede “Komünist” adıyla gezinenler 12 Eylül ruhuna herkesten fazla sahip çıkmakta!

Soğuk Savaş bitti, dünyada önemli değişimler oldu, sivil toplum ve demokrasi değerler skalasında tepelere tırmanırken “ulus-devlet” çağının kapandığı da anlaşıldı. Dünyada bunlar olurken biz yeniden 1930’dan yola çıkıyorduk. Kurulan bu yeni dünyayı hiç anlamayan, bu değişim için hiçbir hazırlığı olmayan bir toplum...

Ama “toplum” demeyeyim. Belki toplumun da bir hazırlığı yoktu ama toplum, sezgileriyle, içgüdüleriyle, kendine özgü birtakım yetileriyle değişimi anladı ve ayak uydurdu. Anlamayan, ayak uyduramayan, kendinden başka kimseye güvenmeyen devletti, devlet seçkinleriydi. Onlar, dünyada bir şey değişme-”miş gibi yaparak”, geleneksel iktidarlarını sürdürmeye çalışıyor, sadece buna kafa yoruyorlardı.

Berlin Duvarı’nın yıkılması, o duvarı ören zihniyetin de yıkılmasının simgesiydi. O zihniyetin yıkılması dünya için iyi oldu. Ama tuhaf bir şekilde, bütün kolları ve dallarıyla “sol”un dağılmasına yol açması o kadar iyi olmadı. Bu dağınıklık bugün hâlâ devam ediyor.

Türkiye’nin, kendini otuzlara gömen 12 Eylül icraatına karşı mücadele vermesi, bu mücadelede de “sol”un öncü bir rol oynaması beklenirdi. Bunların ikisi de olmadı. Daha doğrusu, kısa dönemde böyle bir şey olmadı. Süreç daha karmaşık gelişti. Birçok bakımdan 12 Eylül’ün ürünü olduğunu söyleyebileceğimiz Turgut Özal 12 Eylül’ün getirdiği düzene karşı en etkili olacak dinamikleri harekete geçiren kişi oldu. Bir kere daha, ülkenin tarihine damgasını vuran dönüşümler sağdan geliyordu.

12 Eylül solun üzerinden bir silindir gibi geçmiş olmasa, bu öncülüğü sol üstlenebilir miydi? Bence, hayır, üstlenemezdi, çünkü solun herşeyden önce “demokrasi” ile ilişkisi sağlıklı değildi. Türkiye’de “Sosyal-demokrat’ım” diye gezenlerden söz etmiyorum. İttihatçı-Kemalist çizginin sahibi olan bir parti, ne “sosyal” olabilir, ne de “demokrat”. Onun için bu ülkede “Ben Sosyal-demokrat’ım” demenin asıl anlamı, başından beri, “Ben aslında solcu değilim” demekti. Ama Marksist sol da dünyanın gidişinden haberdar değildi. Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar Sovyetik sistemde hiçbir aksaklık olmadığını cansiperane savunmayacak bir TKP’li vb. düşünebilir misiniz? Var mıydı böyleleri? Kaç kişiydiler?

Soğuk Savaş sonunun yeni ekonomik gidişatını gören Özal ayrıca dünya Kapitalist sisteminde “ithal ikamesi” döneminin bittiğinin farkındaydı. İhracata yönelik bir politika başlatırken (varolan gümrüklü yapının bunun için son derece elverişsiz olmasına rağmen) ne yaptığını biliyordu. Nitekim bunların arkası geldi ve özellikle Anadolu büyük bir dönüşüm sürecine girdi.

Bütün bunların günümüze gelen sonuçlarından biri AKP. AKP, Türkiye toplumunun evriminin ortaya çıkardığı bir sonuç. Bu “organik” evrimin popüler (ve yanlış) deyimle “ılımlı İslam” ideolojisi içinde ilerliyor ve 12 Eylül’le ve 12 Eylül’ün bizi döndürdüğü otuzlar ideolojisiyle çekişiyor. Ama, çekişirken, kendi içinde de dönüşmeye başlıyor. En önemli konu bu.

Hiç yorum yok: