23 Aralık 2010 Perşembe

Ahmet Altan -Kemalist şiddet

KUM SAATİ 12.12.2010


Acemi doktorun kanserli tümöre yanlış neşter vurup bir anda metastaza yol açması gibi polisin İstanbul’da gençlere vahşice saldırıp dövmesi de “genç faşizmin” saldırgan şiddetini toplumun “doğal ve alışılmış” bir parçası haline getirdi.
İstanbul’da gençler fikirlerini söylemeye çalışıyorlardı.
Fikirlerinin ne olduğu önemli değildi, neticede haklı ya da haksız bir şey anlatmaya uğraşıyorlardı.
Ellerindeki sopalara ve saldırgan tavırlarına rağmen olay, insanların yerlerde sürüklenip tekmelendiği bir rezalete dönüştürülmeden önlenebilirdi.
Öyle olmadı.
Fikirlerini söyleyemediler ve insafsızca dayak yediler.
İstanbul’da susturulan gençler, bu kez Ankara’da başkalarını susturmak için ortaya çıktılar.
Süheyl Batum’u konuşturmadılar.
Burhan Kuzu’yu yumurta yağmuruna tuttular.
İstanbul’da “susturulan” onlardı, Ankara’da “susturan” onlar oldular.
Dolmabahçe’de bir haksızlığa uğramaları, Ankara’da ise “iktidar” milletvekiline saldırmaları, onlara epeyce taraftar kazandırdı.
Ve, Türkiye’nin gündeminin bir parçası haline geldiler.
Dün de Türkiye’nin en parlak entelektüellerinden biri olan şair Roni Margulies’e saldırarak üstüne boya döktüler.
Sosyalist bir demokrat olan Margulies’in fikirlerinden hoşlanmıyorlardı ve onu kaba kuvvetle susturmayı istiyorlardı.
Ankara’daki olay da, Çanakkale’de dün gerçekleşen saldırı da bu gençlerin asıl amacının “susturmak” olduğunu ortaya koyuyor.
Gençlerden beklenildiği gibi bir özgürlüğün öncüsü değiller.
Aksine toplumsal bir “susturucu” olmayı görev edinmişler.
Şiddet uygulamaya yatkınlıkları, İstanbul’da kendilerini döven polislerin şiddete yatkınlığından hiç farklı değil.
“Tek sesli” bir toplum kurmayı tasavvur eden Kemalizm’in “yumurtalı, boyalı” yeni havarileri rolündeler.
Belli ki saldırılarını da sürdürecekler.
Ne yapacağız bu çocukları?
Kemalist SS’ler gibi oraya buraya saldıran, fikirleri ezmeye çalışan, kaba kuvvete başvuran bu gençlerin önünü nasıl keseceğiz?
Herhalde onların yöntemlerini kullanmayacağız.
Onları dövmeyeceğiz.
Onları dövenleri alkışlamayacağız.
Sadece dürüst ve ilkeli olacağız.
Onlar, bütün bu faşizan saldırılarına rağmen bir haksızlığa uğradığında onları koruyacağız, oraya buraya saldırdığında onların saldırılarını kınayacağız.
Bu tür faşizmin panzehiri, kararlılık, dürüstlük ve ilkeliliktir.
Peki, bütün bir toplum olarak bu ilkeli kararlılığı gösterebilecek miyiz?
Onlar dayak yediğinde ayaklananların ve onlara sahip çıkanların hepsi, şimdi onlar, yapayalnız, korumasız, korunaksız gezen, sadece kendi fikirlerini söyleyen bir şaire saldırdığında aynı tepkiyi gösterecek mi?
Dayak yiyen Kemalist gençleri sahiplenenler, saldırıya uğrayan sosyalist bir şairi de savunacaklar mı?
Yoksa, şartlar ne olursa olsun yalnızca bu saldırganları mı destekleyecekler?
Bu tür olaylar, bu ülkedeki yazar çizerlerin, aydınların tercihlerini ve tıynetlerini de ortaya çıkaracak birer imtihandır.
Kimin ilkeli, kimin ilkesiz olduğunu gösterir.
Bunu görmek bile bir kazançtır.
Bir şerden bir hayır çıkar o zaman.
Ayrıca bütün maskeli ve maskesiz Kemalistler, zihinlerinde hep bir “takrir-i sükûn” kanununun özlemini taşıyanlar, toplumu susturmak isteyenler, Margulies gibi adamların susturulamayacağını da görürler.
Roni kimseye yumurtayla, boyayla saldırmaya tenezzül etmez, buna ihtiyacı da yoktur, onların hepsini fikirleriyle korkutur, ödlerini patlatır, çaresizlikten beyinleri yerine boya kovalarını kullanmak zorunda bırakır.
Şairdir, yazardır, sosyalisttir, yiğittir.
Kimseyi susturmak istemez, aksine herkes konuşsun diye mücadele eder.
O genç Kemalistler buna cesaret edebilir mi, saldırmadan, çeteler halinde dolaşmadan, ona buna boya atmadan fikir tartışmalarına girebilir mi?
Pek zannetmiyorum.
Bunu becerebilecek olsalar ülkenin gündemine yumurtaları ve boyalarıyla değil fikirleriyle girerlerdi.
Ama görünen o ki, yumurta bile onların “fikirlerinden” daha dikkat çekici bugün.

Hiç yorum yok: