23 Aralık 2010 Perşembe

Nilüfer Kuyaş - Geleneği dönüştürebildik mi

PANDORA'NIN KUTUSU 19.02.2010

Zaman tüneli 1991’de başlıyor.

İbrahim Paşa Sarayı’nda, İslam Eserleri Müzesi’nde bir sergiye girmişim; o zamanki günlüğümden bir pasaja baktım, serginin düzenlemesi kötüydü demiş sonra şu izlenimi yazmışım:

“Dev İslam eserleri arasına modern tabloları yerleştirmek için salondaki bazı eşyayı kenarlara itmişler, sahibi taşınmak üzere olan bir saray görüntüsü; ya da birden Batı resmini sevdiğini vehmeden bir Paşa’nın merakı. Braque, Picasso, Matisse, sahilde kadınlar, çarpık bacaklar derken başını kaldırıyorsun karşında muazzam bir Uşak seccadesi, bronz minber şamdanları, sedefli rahleler!”

O sergide sırf mekân nedeniyle modern sanat ve İslam eserleri zoraki birleşmişlerdi, ama hoş da bir tuhaflık çıkmıştı ortaya.

Geldik 2010’a. Bu sefer Osmanlı İslam eserlerinin küratör iradesiyle bilerek araya serpiştirildiği bir çağdaş sanat sergisine gittim. İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde yeni açılan Gelenekten Çağdaşa adlı sergi. Aldığım izlenim yirmi yıl öncekine çok benziyordu.

Eski eserler bu sefer mahsus yerleştirilmiş çünkü bu sergi gelenekle ilişki kurarak üreten dokuz çağdaş Türk sanatçısının işlerinden oluşuyor.

Fakat sırf arada böyle bir bağlantı var diye o minyatürleri, Çanakkale seramiklerini ya da hat örneklerini sergiyi gezenlerin gözüne sokmaya çalışmazdım ben olsam.

Çoğunluk için okunamaz olmuş eski eserlerin orada olması sergiye katkıda bulunmuyor bence. Tersine, zorlama bir koşutluk çabası, ayrıca bir başka sorunu düşündürtüyor: Modernliğin içinde geleneği dönüştürmeyi başarabilmiş bir kültür olsaydı ortada, böyle bir sergi düzenine gerek kalır mıydı?

Yapıtları sergilenen sanatçılara da bir haksızlık var burada, yaptıkları işler kendi başına duramazmış gibi; ayrıca gereksiz bir öğreticilik havası var.

Osmanlı İslam sanatı konusunda bilgim ya da bilgisizliğim değişmeden çıktım sergiden, o eski eşya da bir fark yaratmayacaktı. Açıklama panolarında yeterli bilgi verilmiş zaten. Ama sanatçılardan bazılarının işlerine bakarak çok şey öğrendim. Daha önemlisi çok şey hissettim.

Murat Morova’nın Hayı/r adlı işi örneğin; Hz. Fatma (Ehl-i Beyt) ellerini temsil eden büyük metal heykellerin üzerine eşcinsel, travesti, bütün dışlanan alt kültürlerin dergilerinden malzeme koyarak, ötekileştirdiğimiz insanların da korumamız gereken hane halkından olduğunu, dışlananlara şefkat elini uzatmamız gerektiğini hatırlatıyor; eski bir sembole, o sembolün anlamını hiç bozmadan, fazladan bir çağdaş boyut ekleyebiliyor, üstelik politik bir mesaj da veriyor.

Balkan Naci İslimyeli bir başka örnek. Onun İslami semboller kullandığı kolajları bana pek hitap etmez, ama hikâyeler kurduğu, dramatik mizansenle çektiği stüdyo fotoğrafları etkileyici. El Öpen Kız / Hap İçen Kız adlı fotoğrafları da öyle. Çarşaf örtünmüş bir genç kadın başını eğmiş, ona uzatılan erkek elini öpüyor, bir sonraki fotoğrafta aynı kadın meydan okur bakışıyla kameraya dönmüş, bir hap almak üzere. Uyuşturucu mu alıyor, intihar mı etmek üzere, doğum kontrol hapı mı? Bu da sarsıcı bir iş ve bence aynı Murat Morova’da olduğu gibi, geleneğin bugünkü dönüşümünden söz ediyor.

Gelenek aslında bizimle birlikte değişiyor, çünkü sürekli yorumlayıp yeniden inşa etmemiz gereken bir şey. Aksi takdirde ölü bir yük olarak üzerimizde kalır, nefes alamayız. Örneğin modernlik içinde ataerkilliği yeniden inşa edemediği için bazı adamlar kızlarını diri diri toprağa gömebiliyor, bazıları da din ya da milliyet adına anlamsız eylemler içine girebiliyorlar, şiddetten kurtulamıyoruz.

Yerini tam bulamamış, dünyada dışlanan bir modern toplumun geleneklerini dönüştürebilmesinde sanatın ne kadar önemli bir yeri olduğunu hatırlattı bu sergi bana. Bir yandan da zaman tünelinde başka durakları anımsadım. 1999 yılındaki Bellekten Modernliğe sergisi de böyleydi, sadece eski eserleri gösterme gereği duyulmamıştı. 2007’de Sabancı Müzesi’ndeki Habersiz Buluşma sergisinde modern sanatın baş temsilcileriyle Osmanlı hat ustaları güya evrensel bir soyutluk kurgusunda karşılaşmıştı.

Doğu ile Batı’yı, çağdaş ile gelenekseli bu şekilde birbirine taş sürtüp kıvılcım bekler gibi biraraya getirme çabaları, bazen güzel olabiliyor, bazen de zorlama. Üstelik İstanbul Modern’deki sergiye ben olsam Erol Akyavaş ve Bedri Rahmi yerine yaşayan başka çağdaş sanatçıları koymayı tercih ederdim. Çok şey birden yapmak bazen beklenen enerjiyi vermeyebiliyor.

Ama bütün bu ayrıntılar bir yana, önemli sanatçıların işlerini minik retrospektif gibi toplu gösterebilmesi ve geleneğe çok farklı bakışları biraraya getirmesi açısından küratör Levent Çalıkoğlu görülmesi gereken, heyecan verici bir gösteri hazırlamış. Mayısa kadar daha çok düşünmek için de zamanımız var.

Hiç yorum yok: