23 Aralık 2010 Perşembe

Nilüfer Kuyaş - Yoksa 70’lere mi döndük

PANDORA'NIN KUTUSU 10.12.201
Uzun bir ayrılıktan sonra uçağınız Türkiye’ye indi. Daha ülkeye adım attığınız anda bir gariplik hissediyorsunuz. Taksi şoförü esefle başını sallıyor, ah ah ortalık çok kötü ablacım, keşke dönmeseydiniz, ben de dönmeseymişim, Almanya her şeye rağmen iyiymiş meğer. Berlin’de Adlon Oteli’ni bilir misiniz? Orada kebapçı restoranım vardı, kayınbiradere devredip döndüm, dönmez olaydım, baksanıza, fiyatlar arttı, işsizlik dizboyu, gençler polisle çatışıyor, benzin ateş pahası, etraf casus kaynıyor, Amerika’yla aramız iyi değil, İsrail sağı solu bombalıyor, Amerika bir yerleri işgal etmiş çıkamıyor, İran karıştı, birileri Türkiye ilerlesin istemiyor ablacım, ne olacak bu gidişin sonu?
Şoför yetmiyormuş gibi, havaalanında şöyle gündemden haberdar olayım diye topladığınız gazeteleri açıyorsunuz, başlıklara göz gezdirdikçe, içinizdeki o tuhaf duygu daha da artıyor: Polis gösteri yapan öğrencileri copla kıyasıya dövmüş; köpekbalıkları insanlara saldırmış; hükümet katı bir dille muhalefete çatıyor, muhalefet hükümeti yerden yere vuruyor, Başbakan öğrenci olmayanlar da karışmış araya diyor, üstelik öğrencilerin Üniversite’de ne işi vardı, kimse onları davet etmedi diye gürlüyor.
Başarısız askerî darbe girişimleri olmuş, kontrgerilla yayınları yapılıyor, darbe komplosu yapanlar tutuklanmış, ay hiç değilse bu olumlu derken şaşırıyorsunuz, o da ne, hukuk süreci yerle bir, tutuklamalar cezaya dönüşmüş, insanlar yıllarca hücrelerde çürüyor, yargısız infaz ülkesindeyiz, haklıyla haksız, doğruyla yanlış birbirine girmiş, aman Tanrım diyorsunuz, ben sadece Türkiye’ye gelmemişim, 1970’lere dönmüşüm!
Amerika’da birileri gizli askerî belgeler yayınlamış, Amerikan yönetimi rezil olmuş. Pentagon Dosyaları! Herkes birbirini dinliyor gizlice. Watergate skandalı! Eyvahlar olsun, gerçekten 1970’lerdesiniz, hangi zaman makinesi çıkartacak sizi oradan?
Sonra çantanızda bir şey guk gukluyor, cep telefonunuz! Birden yüreğinize sular serpiliyor, muska gibi sarılıyorsunuz telefona. Şükürler olsun! 1970’lerde değilsiniz, işte gazete de Aralık 2010 diyor zaten. Bundan sonra vampir görseniz cep telefonunu sallayacaksınız sarımsak yerine; gerçi vampirler bile cep telefonu kullanıyordur artık, ama o kadarı da önemli değil. Derin bir nefes aldınız.
1970’lerde internet yoktu işte. Bir tek bu fark yeter zamanın ilerlediğini göstermeye. Fakat, o da ne? Amerikan gizli diplomatik belgelerini çalıp Internet’te yayınlayan bir adamı hapse atmışlar. Siz de zaman kayması için tam bu Julian Assange’ı suçlamaya hazırlanıyordunuz, çünkü moda olmuş ya, herkes onu suçluyor. Amerikan medyası bu gizli belgeler dünyayı değiştirdi diye yazmadı mı? Gerçekte dünya değişmemiş sadece zamanın akışı değişmiş, Alice Harikalar Diyarında masalı gibi bir delikten 1970’lere düşmüşsünüz, geri çıkmaya çalışıyorsunuz şimdi.
İyi de, bu adamın çaldığı söylenen belgeler Amerika’da yaklaşık üç milyon kişinin zaten ulaşabileceği belgeler değil mi? Evet. Bu ne biçim hırsızlık o zaman? Öte yandan, bu bilgileri gerçekten demokratik bir hükümet zaten halkıyla paylaşmak zorunda değil mi? O da evet. İşgal edilen yer Vietnam değil Afganistan’mış meğer, tek değişen o. Yoksa yalanlar aynen devam.
Peki ama, diyor mantığınız, beş ayrı gazete de yayımlamış bu bilgileri, daha önce de böyle yayınlar oldu, gazetelere dava açmayı aklına bile getiremeyeceğin bir konuda Internet’i engellemek ya da yasaklamak niye? Hani Internet demokrasiyi güçlendirecekti, hani Çin ve İran Internet’i engelledikleri için haydut ve baskıcı yönetimlerdi? İyice kafanız karıştı şimdi değil mi?
Tam o sırada inadına Rolling Stones’un “Angie” parçası çalmaya başlamaz mı radyoda? Ah, ben bu parçaya âşıktım. 1970’ler bu şarkı demekti benim için. Demek ki gerçekten 1970’lere dönmüşüz.
“Angie..Aaan- gie... Bu iş bizi nereye götürecek? / Ruhumuzda sevgi kalmadı, cebimizde para yok; tatmin olduğumuzu söyleyemezsin. / Ah ama Angie! Angie, hiç denemedik de diyemezsin. / Angie çok güzelsin, Angie hâlâ seviyorum seni / ama veda etme zamanı gelmedi mi?”
Mick Jagger’in sesi değil bu, bir kadın söylüyor, re-mix yapmışlar, gene de şarkı aynı. 1970’lerde bir kış günü Boston’dan İstanbul’a dönerken, gözlerim pamuk gibi bulutlarda, ağlayarak saatlerce bu şarkıyı dinlemiştim uçakta.
“Hatırla ağladığımız bütün o geceleri; sımsıkı tuttuğumuz o düşleri; hepsi duman oldu, uçtu gitti. / Gel kulağına fısıldayayım, Angie.. ANGIE! Bu iş bizi nereye götürecek?”
Ne olacak bu gidişin sonu, diyor şoför hâlâ, trafikte sıkışmışsınız. Julian Assange bir seks skandalı suçlamasıyla hapse girmiş, kefalet reddedilmiş, demek ki gözaltı yasası orada da buradaki gibi birilerinin işine gelmezse ihlal edilebiliyor!
“Angie! Sakın ağlama. Öpücüklerin hâlâ tatlı; gözlerindeki hüzünden nefret ediyorum, Angie... Artık veda etme zamanı gelmedi mi? Seni hâlâ seviyorum bebeğim, eline su dökecek kadın yok, hadi kurula gözyaşlarını, fakat Angie, Angie... Yaşamak güzel değil mi? Hiç denemedik diyemezsin...”

Hiç yorum yok: