Ayşe Böhürler, Bağcılar Belediyesi ile Basın Yayın Birliği’nin birlikte düzenlediği “Babıâli’den Bağcılar’a-Küreselden Yerele” başlıklı üç günlük sempozyumun ilk oturumunu yönetmemi isteyince...
...aklıma ilk gelen Cağaloğlu’ndaki Molla Fenari Sokak oldu.
O zamanlar Milliyet Gazetesi, Molla Fenari sokaktaydı...
Ben yedi yaşındaydım...
Milliyet yazarı babam otuz üç yaşındaydı...
Babamın, fırtınalı bir yaşamın sahibi kapı komşusu 1890 Şam doğumlu Ref’i Cevat Ulunay ise 73 yaşındaydı.
Gazetedeki odasının kapısında “okurlarını dörtten sonra kabul edeceği” yazar, Ulunay ise dört olmadan giderdi.
Eski Babıâli’nin daha eski dönemlerden bugüne, Cağaloğlu’ndan da İkitelli’ye geliş sürecini anımsadım.
***
Bırakın Ulunay’ı, benim bile Proleter adlı dergide yayınlanan ilk yazımdan, Gerçekler Postası’nda yayınlanan ilk şiirimden ve 23 yaşında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan ilk dizi yazımdan bu yana onca zaman geçti...
Kısacası benim yaşadıklarım bile yarım asırlık bir Babıâli tarihi...
***
“Küreselden Yerele” tanımlaması da bana, üniversite derslerinde Türkiye’nin iç dinamiğinin arzuladığımız kadar güçlü olmadığını anlatmak için kullandığım Gutenberg örneğini anımsattı.
Gutenberg’in 1450’de bulduğu matbaa bize 1725’de geldi... İnsanlığın aldığı en keskin virajların buralara yansıması hep bu civarda bir rötarla oldu.
Babamla başladım, Gutenberg konusunda babamdan bir alıntıyla devam edeyim, “Tarihin Saklanan Yüzü” adlı kitapta şöyle yazar:
“Fatih II. Mehmet, on dokuz yaşında Edirne’de tahta çıktığı sırada, Johannes Gutenberg, Almanya’nın Mainz kentinde ilk matbaayı icat etmişti bile...
Aslında iyi bir kuyumcu olan Gutenberg neden böyle bir icatla uğraşıyordu ki?
Para kazanmak için.
Bir kitabı basarak çoğaltmanın büyük para getireceğini görmüştü. Aynı görüşü paylaşan zengin ortaklar da bulmuştu kendisine... Sonradan o ortakların bazılarıyla mahkemelik oldu.
Neden aynı dönemde hiçbir Osmanlı, bir kitabı basıp çoğaltarak çok para kazanılabileceğini aklından bile geçirmedi?
Böyle bir sorunun yanıtını aramak, tarihi toplumsal bir laboratuar olarak kullanmaya başlamak sayılabilir.
Bugün de Türkiye’de çok az kitap basılıyor ve çok az kitap satılıyor.
Bunun bir nedeni de, kitaba yatırılacak sermayenin getireceği kârdan, aynı miktarda paraya bankaların verdiği faizin daha yüksek ve daha garantili olması.
Ancak şu da çok kesin ki, Fatih dönemindeki Osmanlı dünyasıyla Gutenberg’in dünyası arasındaki fark, bugün de aynı açığı sürdürüyor.
Çağdaşlıkla beyinsellik arasındaki ilişkiyi hâlâ keşfetmiş değiliz. Bunu keşfedemediğimiz sürece, 21. yüzyılın yerine olsa olsa ancak kargayla kurbağa yakalayabiliriz”
***
Benim yönettiğim “Küreselleşmenin Medyaya Çizdiği Yeni Sınırlar” başlıklı ilk oturum, medyanın bugün oynadığı rolü her bir yönüyle masaya yatırdı... Salon, Afrika’dan gelen katılımcının çığlıklarıyla sarsılırken, Pakistanlı konuk Afgan savaşının görünmeyen yüzünü anlattı...
Dünden bugüne duruma bakınca, bugün dünyada neredeyse herkes çağdaş “bir Gutenberg”... Hatta daha ötesi cep telefonu sahibi herkes dört dörtlük teçhiz edilmiş bir “medya”...
Her telefon sahibi başlı başına bir medya olunca da “vatandaş medyası” doğmakta...
***
Cuma günkü toplantı, Ömer Madra’nın da altını çizdiği üzere hem İnsan Hakları Günü’ne, hem de Wikileaks bombasının ardına geldi...
Tüm bunların ışığında...
“Babıâli’den Bağcılar’a-Küreselden Yerele” duruma bakınca medyada ne oluyor?
Sancılı ve zor da olsa “yönetilenin” medyası doğuyor.
Herkes Gutenberg, herkes medya oluyor...
Benim çocukluğumun “ulaşılamayan yazarlar” döneminden, her okurun bir yazar olduğu döneme geçiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder