10 Haziran 2010 Perşembe

Bıçaklanan Episkopos Gazze’li mi? - Mehmet Altan

İsrail’in yardım filolarına yönelik kanlı ve vahşi saldırısında ölenlerin cenazeleri, yaralananlar ve diğerleri önceki geceden itibaren Türkiye’ye getirilmeye başlandı... Hatta... Hayatını kaybeden dokuz yardım gönüllüsünden sekizi için...

...İstanbul Fatih Camisi’nde cenaze namazı kılındı.

Ne var ki ölü ve yaralı listesinin daha kabarık olmasından da ürkülmekte... Nitekim İsrail’de unutulan iki kişi de ancak dün fark edildi. Kısacası, birkaç gün önce hayatta olan insanlar, arkalarında yetim ve dullar bırakarak yok olup gittiler...

***

Katliamın ilk şoku ardından, iç ve dış basında sorgulamalar da derinleşerek, olayların birçok yönünü de kapsar hale geldi. Mehmet Ali Birand önceki gün şu önemli tespiti yapıyordu: “Önce, yaşadığımız olayın ne anlama geldiğini gerçekçi biçimde saptayalım:

1. Üç gemilik Türk konvoyu, Gazze’ye öncelikle insani yardım götürüyordu, ancak ikinci bir amacı daha vardı. O da, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargoyu denizden kırmaktı.

2. Konvoy sadece Türklerden değil, uluslararası bir organizasyondan oluşuyordu. Herkesin amacı, Gazze ambargosunu kırmaktı.

3. Bu konvoyun Türk ayağı da Ankara’nın gözetiminde organize edildi. Ankara istese bunu durdurabilirdi ancak yapmadı. Aksine direnişçilerin işini kolaylaştırdı. Ankara bu tutumuyla, eski yaklaşımını bırakıyor. İsrail ile mümkün olduğunca uyumlu görülen politikalar yerine, daha sert eleştiri yüklü, hatta aktif bir politika yürütmeye karar verdi.

Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin dizayn ettikleri bu politikanın somutlaşıp uygulamaya sokulması ise, Netanyahu hükümetinin Gazze’ye yönelik katı tutum ve en son askeri müdahale sayesinde kolaylaştı. Aslında kimse İsrail’in böylesine bir kan dökeceğini sanmıyordu.

Netanyahu hükümeti bu hataları yapmasa, Türkiye’nin tutum değiştirmesi çok daha zor olacak ve çok daha uzun zaman alacaktı. Ne yazık ki can kaybı pahasına, önemli ve farklı bir sürece girildi.”

***

Birand’ın bu tespitlerinin maliyet hesabını ise dünkü yazısında Metin Münir yapıyordu:

“İsrail o bölgede işgalci güçtür. Bu statüsünün ona verdiği sorumluluklar olduğu gibi yetkiler de var. İsrail bu yetkisini kullanarak sivil toplum kuruluşlarına yardımlarını indirmek üzere Gazze dışında bir rota gösterdi. Ama kuruluşların amacı sadece yardım götürmek değil, İsrail ve Mısır’ın Filistinlilere üç yıldır uyguladığı ablukayı delmekti. Onun için İsrail’i dinlemediler ve doğrudan Gazze’ye doğru yollarına devam ettiler. Bu onların hatalarıydı.

İsrail de iki hata yaptı. Konvoyu uluslararası sularda durdurdu ve orantısız güç kullandı.

Hükümetin hatası ise şudur: Sivil toplum kuruluşlarını ne bu tehlikeli maceradan vazgeçirdi ne de koruma verdi. Tersine teşvik etti ve hamiliğini yaptı.

Sonuç: İsrailliler Türk gemisine çıktılar, dokuz kişi öldü, 30’a yakın kişi yaralandı. Hükümet bunun hesabını İsrail’den soruyor ve İsrail’in yaptığı barbarlığı hiçbir şey haklı ve mazur gösteremez. Ama hükümetin de cevap vermesi gereken sorular var. Bu muhasarayı delmenin beklenen getirisi ne idi, Türkiye’nin çıkarları açısından? Bu gemiler ablukayı bozup Gazze’ye varsaydı ne kazanacaktık? Evet, bu olay İsrail’in ne kadar gaddar ve budala bir hükümet tarafından yönetildiğini dünyaya bir daha gösterdi ve büyük bir infial yarattı. Ama bu amacı elde etmek dokuz sivil ölüye değer miydi?”

***

“Ama bu amacı elde etmek dokuz sivil ölüye değer miydi” sorusunu okuyunca...

Andrea Malraux’nun sözü aklıma geldi:

“Bir hayat hiçbir şeydir, ama hiçbir şey bir hayat değildir”...

Siyaset, “insan hayatına” karşı çok acımasız...

Hep soruyorum, İsrail bir vahşet uyguladı ama bunu da olanaklı kılanlar var mı?

İsrail’in insanlarımıza kıymasına neden, niçin ve nasıl imkân verdik? Bu da en azından vicdani olarak kolayca geçiştirilemeyecek büyük bir sorumsuzluk değil mi?

***

Ve korktuğum bir şey daha var...

İran...

Hamas parantezinde, rejimlerin anti-demokratik zafiyetlerine en ufak bir eleştiri getirmeden, üstelik de Darfur’u da tamamen görmezlikten gelerek, dünyaya gittikçe artan “İslami” mesajlar verebilir, içerde de önü alınamaz bir başka skandalın alevlerini tutuşturabilir... Dilerim, Anadolu Katolik Kilisesi Episkoposu Luigi Padovese’nin Hatay’ın İskenderun ilçesindeki evinde bıçaklanarak öldürülmesi böyle bir endişenin ilk kıvılcımı değildir...

Din eksenli...

Irk eksenli... Mezhep eksenli siyaset kimseye hayır getirmiyor... Yaşayarak gördüğümüz üzere, sadece kan ve gözyaşı getiriyor...

***

Üstelik:

“Toprak vatanım, nev-i beşer milletim” diyen Tevfik Fikret de, bu toprakların henüz insancıllığına yeterince ulaşamadığımız bir büyük şairi...

Evet, dün insanlarımızı toprağa verdik...

Keşke yaşıyor olsalardı...

Hepsine rahmet diliyorum...

Hiç yorum yok: