PAZARTESİ KONUŞMALARI 07.06.2010
Neşe Düzel
Gökhan Çetinsaya: ‘İsrail Kürt sorununu deşebilir’
Yazıyı Paylaş:
Neşe Düzel köşe yazılarını web sitenize ekleyin
“Geminin sonuçları olacak. İsrail, PKK’nın Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu iyi biliyor. Kürt sorunu deşilebilir. Türkiye, Ermeni meselesiyle sıkıştırılabilir.”
“‘Türkiye dış politikada eksen kayması yaşıyor’ diyenler yanılıyorlar. Rusya, Suriye, İran ve Yunanistan’la ilişkileri aynı anda maksimize etmek hangi milli çıkarımıza zarar veriyor?”
“Türkiye, Arap rejimlerini bilinçli olarak eleştirmiyor. Zira Büyük Ortadoğu Projesi bitti. Demokrasi vurgusunun yerini karşılıklı bağımlılıkla zenginleşme aldı.”
* * *
NEDEN GÖKHAN ÇETİNSAYA
Türkiye daima dış dinamiklerle değişen bir ülkedir. Ancak dış koşullar dayattığında ve mevcut sistemini artık daha fazla sürdüremediğinde, Türkiye dünyaya uyum için adım atar ve değişir. Bugüne dek hep böyle oldu. Türkiye, karakollarında işkenceyi bile Avrupa Birliği kriterleri “vatandaşına işkence yapmayacaksın” dediği için bitirdi. Türkiye’nin içi önümüzdeki dönemde gene dışarıdan dönüşecek ama bu kez bir tek farkla... Türkiye’yi bir dış gücün dayatması değil, bizzat kendi “dış politikası” değiştirecek. Anlayacağınız Türkiye’nin iç politikasını, kendi dış politikası değiştirecek. İsrail’e “öldürmeyeceksin” diyen, komşularını uluslararası hukuka uymaya çağıran, Ortadoğu’da barış, diyalog, çokkültürlülük, istikrar, zenginlik, refah isteyen, bunun için de Türkiye’nin bugüne kadarki dış politikasını tümüyle değiştirip “komşularla sıfır sorun ve stratejik derinlik” politikalarını uygulayan Ak Parti hükümeti, dünyayla ve komşularıyla barışırken, bu devleti kendi vatandaşlarıyla da barıştırmak, kendi topraklarında da çok kültürlülüğü, hak ve hukuku tanımak, başlattığı açılımlarını bir an önce yapmak zorunda kalacak. Gazze’ye insani yardım götüren bir sivil gemiye İsrail’in uluslararası sularda saldırması ve aralarında Türklerin de olduğu bir grup yardım gönüllüsünü öldürmesi, bu yüzden sadece İsrail-Türkiye ilişkilerini kopma noktasına getirmedi. İsrail’i uluslararası hak ve hukuka uymaya çağıran Ak Parti hükümetinin de iç ve dış politikasını tartışmaya açtı. Biz de Ak Parti hükümetinin dış politikasının ilkelerinin tam ne olduğunu, yeni dünya düzeninde Türkiye için neyi hedeflediğini, konuyu en iyi bilen uluslararası ilişkiler profesörlerinden biri olan Gökhan Çetinsaya ile konuştuk. Yeni kurulan Şehir Üniversitesi’nin rektörü olan Prof. Gökhan Çetinsaya Türkiye’nin yeni dış politikasını çok anlaşılır ve çarpıcı bir biçimde anlattı.
* * *
NEŞE DÜZEL: İsrail’in uluslararası sularda Gazze’ye insani yardım götüren bir sivil gemiye saldırarak insanları öldürmesi Ortadoğu’da nasıl gelişmelere yol açacak?
GÖKHAN ÇETİNSAYA: Gazze üzerindeki anlamsız ve insanlık dışı ambargonun bir an önce kalkması konusunda uluslararası kamuoyundan daha büyük bir ses çıkacak ve İsrail üzerindeki baskı artacak. Bu durum, pasif kalan Arap hükümetlerini de zorlayacak. Nitekim Mısır, Refah kapısını açmak zorunda kaldı.
İsrail daha önce de suç işlemişti, bu kez işlediği suç diğerlerinden farklı sonuçlar mı doğuracak?
Henüz belli değil çünkü Obama Amerikası denge siyaseti izliyor. İsrail’e sahip çıkıyor. Ama o da bir süre sonra İsrail’i savunamayacak noktaya gelecek. Kanımca, İsrail’deki hükümet bile bir süre sonra bu sürece dayanamayacak. Aslında Obama, Bush’un açmazına saplanıyor. Bush döneminde Amerika’nın çıkarlarıyla İsrail’in çıkarları örtüştürülmüştü. Dünya kamuoyunda Amerika’ya olan olumsuz duygu ve nefret çok artmıştı. Şimdi bu nefret gene körüklenecek. Amerika, dünyada büyük bir kamuoyu baskısı yaşayacak. Obama’ya yazık oluyor. Bush’un düştüğü tuzağa düşüyor. Bütün bir Filistin halkını, sırf Hamas denen bir siyasi partiyi cezalandırmak için cezalandırmak, Müslüman ve Hıristiyan dünyanın kabul edebileceği bir şey değil.
İsrail neden bilerek bir Türk gemisine saldırdı?
Gemi olayı çok uzun zamandır devam eden bir sürecin sonucu aslında. İsrail, Türkiye’ye “Ben senin yeni dünya düzeninde ve Ortadoğu’da yeni rolünü kabul etmiyorum. Bölgesel güç olmanı kabul etmiyorum” demek için saldırdı. Şöyle anlatayım. Türkiye, Ortadoğu’da yeni bir rol oynamak istiyor. Ama İsrail bunu istemiyor. Oysa Türkiye, Ortadoğu’da oynamak istediği yeni rolün gereği olarak İsrail’le ilişkileri belli bir düzeyde götürmeye çalışıyordu. Ama artık bu ilişkinin böyle götürülemeyeceği son gemi olayıyla çok açık ortaya çıktı. İsrail, Türkiye’nin Ortadoğu’da oynamak istediği yeni role engel olacağını gösterdi.
Türkiye İsrail ilişkileri nasıl olacak bundan böyle?
İsrail’de yeni bir hükümet gelinceye ve ilişkileri düzeltmek için bazı yeni jestler yapıncaya dek ilişkiler kötüleşecek. Bunun, Türkiye’nin uluslararası platformlarda Ermeni meselesi yüzünden sıkıştırılması gibi Türkiye’ye yaşatacağı tabii bazı sonuçlar olacak. Ayrıca İsrail, PKK’nın Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu da çok iyi biliyor. Kürt meselesi deşilebilir, PKK eylemleri artabilir. Zaten Türkiye-İsrail ilişkilerini son yıllarda gerginleştiren nedenlerden biri de Türk makamlarınca duyumları alınan İsrail’in Kuzey Irak’ta yürüttüğü faaliyetler.
Ne tür faaliyetler bunlar?
İsrail 1960, 1970’lerden beri Kuzey Irak’ta bağımsız Kürt devleti kurulmasını destekliyor. Çünkü İsrail, Arapların düşmanı dostumdur felsefesine sahiptir ve Arap Birliği’ne, Arap egemenliğine karşı bütün hareketleri destekler.
İsrail, Türkiye gibi bir müttefiki kaybetmeyi neden göze aldı?
Türkiye’nin Irak’ta önemli bir güç haline geldiği, Suriye ile böylesine yakınlaştığı, İran’la diyalogunun çok iyi gittiği bir noktada, İsrail’le ilişkilerinin 1990’lardaki gibi olması zaten mümkün değildi. Türkiye ile İsrail arasında hep bir tahterevalli ilişkisi vardır. Türkiye’nin İran, Irak ve Suriye ile ilişkileri bozulduğunda, İsrail’le ilişkisi öne çıkar. Türkiye, Suriye, İran ve Irak ile yakınlaştığında ise İsrail’le ilişkiler mecburen kötüye gider. Çünkü bu iki ilişki aynı anda idare edilebilir bir ilişki değildir. Dolayısıyla İsrail, Kürt hareketlerini desteklerken. Türkiye de İran ve Irak ile yakınlaşır. Oysa 90’ların Türkiyesi’ni hatırlayın.
Farklı mıydı?
Çok farklıydı. PKK, İran, Irak ve Suriye’deki dengelerden besleniyordu ve müthiş büyümüştü. Bunun karşısında biz, Türkiye ile İsrail yakınlaşmasını yaşadık. Türkiye’nin yeni dış politika paradigması açısından, artık böyle bir İsrail-Türkiye yakınlaşması 2000’li yıllarda mümkün değil.
Türkiye kendine dünyada ve Ortadoğu’da yeni bir rota çiziyor. Türkiye’nin yeni dış politikasının hedefi ne?
Türkiye’nin istediği şey, Ortadoğu’da ağabeylik, liderlik değil. Türkiye’nin yeni dış politikasının kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki hedefi var. Kısa vadeli hedef, uzak ve yakın komşularla sıfır sorun. Uzun vadeli hedef de bölgesel bir oyuncu ve güç olmak. Sonra da giderek küresel bir güce dönüşmek. Çünkü iki kutuplu dünya bitti. Farklı bir dünya oluşuyor.
Nasıl bir dünya doğuyor?
Türkiye gibi Soğuk Savaş döneminde ikincil planda kalkmış ülkeler bu yeni dünya düzeninde “ekonomik ve yumuşak güçleriyle” öne çıkıyorlar. Soğuk Savaş döneminde öne çıkmanın yolu ise sadece askerî güçtü. Şimdi askerî güce yumuşak güç de eklendi. Yani siyasi ve kültürel değerlerinizle, insan hakları ve demokrasinizle, barışçıl söyleminizle başka ülkeleri kendi politikalarınız doğrultusunda yönlendirebiliyorsunuz, barışın zenginleştireceği konusunda onları ikna edebiliyorsunuz. Türkiye bugün Ortadoğu’da İslamcı veya seküler bütün aydınların dikkatle izlediği bir örnektir.
Türkiye bölgede kimin yerini almaya çalışıyor? Ortadoğu’da bölgesel güç kim?
Böyle bir güç yok. Kimsenin yerini almaya çalışmıyor. Türkiye yeni dış politikasıyla şunu söylüyor: Soğuk Savaş sonrasında yeni bir dünya var. Bu yeni dünyada yeni Ortadoğu, yeni Balkanlar, yeni Akdeniz, yeni Karadeniz, yeni Kafkaslar ortaya çıkıyor. Türkiye tarihinin ve ekonomisinin verdiği güçle bu yeni dünyada bir rol oynamak ve yeni dünyanın kurucu ülkesi olmak istiyor. Yani merkez ülke ve bölgesel güç olmak istiyor. Bazı çevreler ise bu yeni politikayı, “Çözemeyeceğimiz olaylara neden giriyoruz? Lübnan’daki, Filistin’deki olaylara biz neden müdahiliz? Başarı şansımız yok ki” diye eleştiriyorlar.
Başarı şansı var mı peki?
Küresel bir oyuncu olmak istiyorsanız sorunu çözme şansınız olsun olmasın, her olaya müdahil olacaksınız ve her olayda masaya oturacaksınız ki, her olayda sizin de söz hakkınız olsun. Türkiye’nin dünyadaki yeri değişti.
Yeri neydi, ne oldu?
Türkiye, Soğuk Savaş’ta Batı savunma sisteminin ileri karakoluydu. Sovyetler’le çıkacak bir savaşta ilk savunma hattıydı. Yani Türkiye toplumu canlı kalkandı. Ve bu rolün gereği olarak da topluma bir deli gömleği giydirildi. İnsanlar dinledikleri radyo kanalı yüzünden bile hapis yattı. Türkiye bu iki kutuplu dünyada Ortadoğu’da da bazı işlere müdahil oldu. Bu yüzden de, sömürgelikten yeni kurtulmuş Arap ülkeleri ve Üçüncü Dünya tarafından Batı’nın uşağı olarak damgalandı ve uzun süre Ortadoğu ile ilişkilerini düzeltemedi. 1990’ların başında ise Soğuk Savaş bitti ve durum değişmeye başladı. Sovyetler dağıldı ve 20 küsur yeni devlet ortaya çıktı. Haritayı önünüze alın...
Evet, ne göreceğiz?
Pergelin bir ayağını Türkiye’nin üzerine oturtun, sonra diğer ayağı açıp dolaştırın. Balkanlar, Doğu Avrupa, Karadeniz, Rusya, Kafkaslar, Pakistan’ı da içine alan Ortadoğu, Akdeniz, Kuzey Afrika derken... Birkaç bin kilometre karelik bir alan içinde Türkiye ekonomisiyle, kültürel yapısıyla ve biz çok eksik bulsak da demokrasisiyle bu bölgede ciddi bir güç olarak ortaya çıkıyor. “Merkez ülke” de bu demek zaten.
Türkiye’nin yeni dünya düzeninde sözü geçen bir merkez ülke olması, Türkiye’de sokaktaki insana ne sağlayacak?
İnsanların gelirleri artacak. Yeni küresel dünyanın bir gerçeği bu. Çünkü bölgesel güç olmak, ülke olarak ekonominizi ve ticaretinizi büyütüyor, insanların da refahını yükseltiyor. Türkiye’nin bu yeni dış politikasının temeli “iktisadi karşılıklı bağımlılık”. Türkiye birkaç yıldır G-20 ülkeleri arasında 16. sıraya oturdu bile. Hatta Birleşmiş Milletler’in listesinde de, Çin’den sonra Afrika’ya en büyük bağış yapan ikinci ülke oldu. Yeni Türk dış politikasının kodlarından biri de bu zaten. Eğer yeni dünya düzeninin kurucularından olmak istiyorsanız bütün dünyanın sorunlarıyla uğraşacaksınız. Türkiye şimdi bunu yapıyor işte.
Türkiye nasıl bir Ortadoğu istiyor?
Ortadoğu’da bir tarafta İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah tarzı bir yapılanma var. Diğer tarafta Mısır, Ürdün gibi Amerikan güdümündeki ülkeler var. Bunlar, Irak, Lübnan ve Filistin üzerinden de birbirleriyle hesaplaşıyorlar. İki taraf da Türkiye’yi kendisine çekmek istiyor. Türkiye ise yeni dış politikasındaki rolüne uygun olarak şunu savunuyor. “Ben, Ortadoğu’da yeni bir soğuk veya sıcak savaş istemiyorum. Ben, Ortadoğu’da barış ve güvenlik istiyorum. Zenginleşmek istiyorum. Benim dış politikada dört ilkem var” diyor.
Neler bunlar?
Bir, herkes için güvenlik. Türkiye, “İsrail’in de güvenliğe hakkı var. Ama Filistinlilerin de ve İran’ın da güvenliğe hakkı var” diyor. İki, Türkiye herkesle diyalog istiyor. “Ortadoğu’da herkes birbiriyle konuşacak ve masada herkes olacak” diyor. Üç, karşılıklı ekonomik bağımlılık ve birlikte zenginleşme. Dört, çok kültürlü bir Ortadoğu. Kudüs’ün de, Kerkük’ün de çok kültürlü yapısı korunacak.
Bir ara Hamas’ın silahlı kısmının Suriye’de sürgünde olan lideri Meşal’le görüşmüştü AK Parti hükümeti. Herkesle diyaloga Hamas da dâhil mi?
Dâhil. Çünkü amaç, onu da masaya çekmek ve pozisyonunu yumuşatmak. Ona da, “Bak. Ortadoğu’da barış hepimizin işine yarar” demek. Dolayısıyla herkesle diyalog ilkesine göre, masada Hamas da olacak. İran da olacak. Mısır da, Suriye de olacak. Kimse dışlanmayacak. Türkiye’de bu politika çok tartışılıyor ama... Türkiye’nin bu tür çabalarına uluslararası kamuoyundan destek geliyor. Çünkü onlarla masaya oturup, “kardeşim biraz yumuşayın, uluslararası sisteme biraz uyum sağlayın, uzun vadede bundan sizler kazanacaksınız” diyebilecek Türkiye’den başka bir ülke yok. Türkiye, Ortadoğu’ya demokrasi ve farklı kültürlerle birarada yaşamayı öneriyor. “Ben yeni dünya düzeninde artık yeni bir dil konuşmak istiyorum. Amerika’yla da yeni bir dille ilişki kurmak istiyorum” diyor.
Bu durumda Türkiye, yeni Ortadoğu politikasında Amerika’yla çatışıyor mu?
Hayır. 2007’de Türkiye ile Amerika bir stratejik belge imzaladılar. Oradaki on maddede, Ortadoğu’ya barış gelmesi konusunda Türkiye ile Amerika aynı düşünüyorlar ama yöntemleri farklı. Amerika, Ortadoğu’ya barış getirmek için gerekirse savaş ve şiddet yoluna başvuruyor. Türkiye ise “Henüz Irak’taki savaşı kaldıramamış bir Ortadoğu, bölgede yeni bir savaşı ve sertliği kaldıramaz. Bölgeye barış, diyalog ve diplomasiyle gelmeli” diyor. Türkiye’nin dış politika dili aslında Avrupa Birliği’yle uyuşuyor ama... Türkiye Amerika’yla da hedefte çatışmıyor. Sadece metotlarda çatışıyor.
Zaten bölgesel ve küresel bir güç olmak isteyen bir Türkiye Amerika ile çatışmayı göze alabilir mi?
Hayır. Böyle bir Türkiye Amerika ile çatışamaz. “Türkiye dış politikada eksen kayması yaşıyor” diyenler de zaten yanılsama içindeler. Çünkü Türkiye merkez ülke rolü oynayacaksa, Rusya’yla da, Avrupa’yla da, Çin’le de, Amerika’yla da maksimum iyi ilişkileri kurmak zorunda.
Arap halkları ve Filistinliler Türklere, özellikle de Erdoğan’a büyük bir hayranlık duyuyorlar. Arap yöneticileri bu konuda ne düşünüyor?
Memnun değillerdir. Çünkü Türkiye sonuçta demokrasiyi işletiyor ve serbest seçimler yapıldığı sürece de farklı bir ülke haline geliyor. Aslında Türkiye, Arap rejimlerini bilinçli olarak eleştirmiyor. Oysa Büyük Ortadoğu Projesi döneminde, Abdullah Gül’ün ve Erdoğan’ın insan hakları ve demokrasinin bölgeyi zenginleştireceği, kalkındıracağı söylemleri vardı. Son dönemde söylemlerdeki demokrasi vurgusu tamamen ortadan kalktı. Bunun yerini, “ekonomi, ticaret ve karşılıklı bağımlılıkla zenginleşme” vurgusu aldı. Halep’le Antep kardeş şehir oldu. Bu sürecin meyvelerini topluyoruz şu anda. Bölgede ihracatımız katlanarak artıyor, ticaret arttıkça siyasi, sosyal ilişkiler de gelişiyor.
Türkiye, İran konusunda Brezilya ile birlikte önemli bir güç olarak çıktı ortaya. Bu politika, Türkiye Amerika ilişkilerini nasıl etkiler?
Türkiye ile Amerika arasında barış, istikrar, enerji güvenliği gibi hedeflerde bir sorun yok. Metotlarda anlaşmazlık var. Türkiye de İran’ın bir nükleer güç olmasını asla istemiyor. Türkiye, Amerika’ya, “Ben Ortadoğu’da yeni bir savaşı kaldıramam. Ortadoğu’nun kendisi de yeni bir savaşı kaldıramaz. Sorun mutlaka barışçı yollarla çözülmeli” diyor. Türkiye ile Amerika arasında üç, dört yıldır hep bu tartışma var. Son inisiyatifte, Türkiye yanına kendisi gibi yeni yükselen güç Brezilya’yı aldı ve “biz de dünyada aktif rol alarak oynayabiliriz” dedi. İki ülke İran’ı razı edilemez bir şeye razı ettiler. Üstelik Obama’nın Türkiye’ye gönderdiği mektuptaki şartlara uygun bir şekilde bunu yaptılar. Ama şimdi kulis bilgilerinden anlıyoruz ki, Amerikalılar aslında bu işin becerilebileceğine inanmamışlar. Türkiye ve Brezilya için, “bırakalım biraz oyalansınlar” demişler.
Obama bütün bu tabloda nerede duruyor?
Obama Amerika’daki İsrail yanlısı kuruluşlara ve lobilere kendini ispat etmeye çalışıyor. Dolayısıyla taviz veren bir yaklaşım sergiliyor. Obama efsanesinin bitmesi, dünya için de, Amerika için de iyi olmaz. İsrail yanlısı lobiler, tekrar İsrail’le yakınlaşma olabilir diye Türkiye’de de CHP-MHP koalisyonunu istiyorlar.
Türkiye, İran ve Hamas’ı destekliyor, Amerika ve İsrail ile çatışıyor. Bu politikamızda “dinî” bir motif var mı? Yoksa Müslüman ülkeleri ve örgütleri desteklememiz sadece şartlardan mı kaynaklanıyor?
Eğer aynı dışişleri bakanı Yunanistan ve Rusya’yla da stratejik ittifak kurabiliyorsa, o zaman “dinî motif” tarzı eleştiriler anlamsız oluyor. Ortadoğu’da iki gruplaşma var. İran, Suriye, Hamas, Hizbullah bir tarafta. Mısır, Ürdün, İsrail, Amerika bloğu diğer tarafta. Hatta bunlar Irak’ta da iktidar mücadelesi yapıyorlar. Türkiye iki tarafla da ilişkisini sürdürüyor. Amerikalılar, 2007-2008’de, Türkiye’nin pozisyonuna çok itiraz ettiler ve Türkiye’ye “safını seç” dediler.
Türkiye ne dedi?
Türkiye, “ben saffımı seçmeyeceğim. Ben iki taraflı diyalogumu sürdürürüm. Benim amacım iki tarafı biraraya getirip hepsiyle aynı masaya oturmak” dedi. Şimdi sormak lazım. Acaba Rusya’yla, Suriye’yle, Yunanistan’la ilişkilerimizi aynı anda maksimize etmek Türkiye’nin hangi milli çıkarına zarar veriyor? Bir tek Suriye’yle ortak strateji toplantısı yapılsa eleştiriler haklı olabilir ama bu toplantılar bütün komşularımızla yapılıyor.
Dünya, Türkiye’nin yeni politikasını nasıl değerlendiriyor?
Anlamlı görüyorlar. Zaten o yüzden el uzatıyorlar. Rusya, Türkiye’de bu gücü, potansiyeli görmese, Türkiye’yle elli anlaşma imzalar mı? Putin gibi biri Türkiye’yle ortak bakanlar kurulu toplantısı yapar mı? Brezilya maceraya girer mi? Hepsi Türkiye’yi birlikte yürünecek yükselen bir güç olarak görüyor.
Türkiye, Gazze’de gösterdiği hakşinas ve adaletli yaklaşımı Sudan’la Darfur konusunda neden göstermiyor sizce?
Bizim dışişleri çevreleri ambargolara inanmıyor. Bu tür dış politika araçlarının tarafları daha da keskinleştirdiğini düşünüyorlar. El Beşir’e de, Hamas lideri Meşal’e de, İran’a da kapalı kapılar ardında çok açık mesajlar verildi. Eğer İran, Brezilya ile olan son inisiyatife evet demeseydi, Türkiye mesajını açıkça vermişti. “Benden bu kadar” diyecekti.
Türkiye’nin bu yeni politikası ne tür kazançlar ve kayıplar yaratır?
Biz başta Kürt sorunu olmak üzere kendi iç meselelerimizi çözebildiğimiz sürece dışarıda başarılı olacağız. Nirengi noktası Kürt sorunudur. Kendi Kürt sorununu halletmeden Türkiye tam anlamıyla güçlü bir ülke haline gelemez dünyada.
Yeni bir Ortadoğu ve yeni bir dünya mı oluşuyor?
Evet. Er ya da geç, Amerika politikasını değiştirmek zorunda kalacak. Çünkü yeni Ortadoğu’da birkaç şey oluyor. Mesela yeni Irak doğuyor. Eski Irak güçlü bir Arap devletiydi. Yeni Irak ise Kürt-Şii ve Sünni bir devlet. Ayrıca Ortadoğu’da üç farklı kuşak ortaya çıkacak. Bir, Şii Arap kuşağı. Pakistan’dan Yemene kadar Şii çoğunlukların ve azınlıkların olduğu Pakistan-İran-Irak ve Lübnan çizgisi bu. Bu kuşağın başını İran çekecek. İki, Sünni kuşak. Müslüman Kardeşler felsefesini benimsemiş partilerin hâkim olacağı bir kuşak bu... Üç, İran, Suriye, Kuzey Irak ve Türkiye’yi içine alan Kürt kuşağı. Türkiye işte bu üç kuşağı dengeleyen bir güç olmak istiyor. Kürt meselesini çözen bir Türkiye bu üç kuşağı birleştiren ve dengeleyen bir güç olabilir.
neseduzel@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder