10 Haziran 2010 Perşembe

Osmanlı Hanedanı ve Cumhuriyet... Mehmet Altan

Osmanlı Hanedanı ve Cumhuriyet...




Telefonuma Orhan Osmanoğlu’ndan gelen mesaj şöyleydi: “Sultan Reşad’ın torun şehzadesi Hasan Orhan Efendi Kahire’de vefat etti. Allah rahmet etsin.”

Baktım...

Şehzade Hasan Efendi, yoksulluk içinde dünyaya veda etmiş.

Üstelik kansermiş...

Şehzade Hasan Efendi, Osmanlı padişahlarından Sultan 5. Mehmed Reşat’ın büyük oğlu Şehzade Mehmed Ziyaettin Efendi’nin torunuymuş.

Osmanlı Hanedanı Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Osmanoğlu, hanedanın bir üyesini daha kaybetmenin üzüntüsü içinde olduğunu belirterek, Osmanlı Hanedanı’nın ne durumda olduğunu özetlemiş:

“64 yaşında olan Şehzade Hasan Efendi, Kahire’de hayatını kaybetti.

Kanser hastasıydı ve son iki ayı acılar içinde geçti. Maddi imkânının olmaması nedeniyle tedavisi gerektiği gibi yapılamadı.

Devletimiz gerektiği ilgiyi göstermedi diyebilirim.

Sayın Dışişleri Bakanımız daha önce de sağlık durumu hakkında bilgi almıştı ve bugün de başsağlığı için aradı.”

Eyüpsultan’da babasının kabrinin yanına gömülmek istediğine dair vasiyeti, maddî imkânsızlıklar ve bürokratik sıkıntılar sebebiyle yerine getirilemeyince, Şehzade Hasan Efendi, Dubai’de bulunan kardeşinin talimatıyla Kahire’de defnedilmiş.

***

Cumhuriyet ile Osmanlı Hanedanı’nın ilişkilerinin ne durumda olduğunu Şam’da Vahdettin’in mezarını görünce anlamıştım.

Şimdi daha da iyi görüyorum.

Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi ise o İmparatorluğu kuran Hanedan’a da artık bunca zamandan sonra insani bir yaklaşım sergilemek gerekir herhalde.

Hastalanıp, tedavi parasını bile bulamadan, oralara buralara gömülüp gidiyorlar...

Bir anlamda, Osmanlı’nın tüm varlığına ve bıraktıklarına sahip çıkıp Hanedan’ı dışlayan bir devlet politikası gibi bir gariplikle karşı karşıyayız...

Zaten bir avuç kalmış bu aileye daha vefalı ve tutarlı davranılamaz mı acaba?

Üstelik “küresel bir güç” olduğumuza yönelik hatırlatmaları duymadığımız günün olmadığı bir zamanda...

En azından ser sefil, perperişan kaybolmaları önlenemez mi?

***

Torun Şehzade, zor bir hayat sonunda yaşama erken bir yaşta noktayı Kahire’de koymuş.

Merak edip, Padişah Dede’ye yeniden dönüp baktım:

“Otuz beşinci Osmanlı padişahı V. Reşad, 2 Kasım 1844’te İstanbul’da,

Çırağan Sarayı’nda dünyaya gelmiş... Abdülmecid’in oğlu...

31 Mart vakasından sonra Meclis-i Umumî-i Millî, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine karar verince Reşad 27 Nisan 1909’da padişah ilân edilmiş... Yeni padişah, iktidarı giderek daha sağlam bir şekilde ele geçirip sonunda tek parti diktatörlüğü kurarak muhaliflerini ezecek olan İttihat ve Terakki’nin elinde bir oyuncak olmuş.

Meşrutiyetin yarattığı geçici coşkunluk ve aldatıcı kaynaşma hâli, yerini kısa zamanda yeniden ortaya çıkan ağır iç ve dış meselelere bırakmış.

Doğu’da Kürt, Adana’da Ermeni ayaklanmaları ortaya çıkarken, Rumeli’de Arnavut ayaklanmaları baş göstermiş... Reşad’ın Üsküp, Kosova, Priştine ve Manastır gibi Arnavut nüfusunu yoğun olarak barındıran vilâyetlere yaptığı Rumeli gezisi mevcut durumu düzeltmeye ve İttihat ve Terakki idaresiyle Arnavutlar arasındaki barışı sağlamaya yetmemiş.

***

Talat-Enver-Cemal Paşalar partinin ve kabinenin bazı üyelerinin haberi olmadan ülkeyi savaşa sokarken, Reşad hiç istemediği hâlde bu oldubitti karşısında aynı gün bir beyanname neşrederek İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı savaş ilânını duyurmuş.

Sultan V. Reşad geçirdiği kısa bir rahatsızlığın ardından 3 Temmuz 1918’de Yıldız Sarayı’nda, saat on biri yirmi beş geçe, bir Ramazan günü vefat etmiş ve Eyüp’te kendi yaptırdığı türbeye defnedilmiş.”

***

Padişah Sultan Reşad’dan torun Hasan Orhan Efendi’ye...

Birincisini tarih kitaplarımızda okutup, ikincisinin sefalet içinde ölümüne aldırmıyoruz.

Devletin kurumsal vefasızlığı mı ya da Osmanlı ile ilişkilerini bir türlü netleştiremeyen Cumhuriyet’in hoyratlığı mı?

Böylesine küresel bir güç olma yolunda isek, geçmişe biraz daha sağduyulu ve insanca da davranmamız gerekmez mi?

Osmanlı’nın sulbünden geldiğini söyleyip söyleyip onca övünen zevat, fiiliyatta bu kadar vurdumduymaz mı?

***

Mamafih o aradığım duyarlılık olsa, Tuzla’da 134. işçi, madenlerde de onca işçimiz boş yere ölüp gitmezlerdi...

Gündem hep siyasal ama hiçbir zaman insani değil.

Hiç yorum yok: