11 Haziran 2010 Cuma

İsrail’in hakkı... Ahmet Altan

KUM SAATİ 05.06.2010


Ahmet Altan

İsrail’in hakkı...


İsrail’in aşırı sağcıları çıldırmış gibi gözüküyorlar.

Yaptıkları gösterilerde Erdoğan’a açıkça küfür etmekle kalmıyor, bir de bizim Ergenekoncular gibi başbakanın “ordu tarafından devrilmesini” istiyorlar.

Öfkelerinde, zavallı bir çaresizlik var.

İsrailli askerlerin, insani açıdan bir facia, askerî açıdan bir fiyasko olan baskınlarından sonra İsrail hükümetinin bütün dünyada kınanması, Türkiye’nin vatandaşlarını 24 saat içinde İsrail’den çıkartması, İsrail’in o “esirleri” vermek zorunda kalması onları delirtiyor.

Dünyanın en etkili ülkelerinden biri olan İsrail yaptığı ahlaksızca saldırıdan sonra neden Türkiye karşısında direnemedi, neden Türkiye’nin “muhtırası” karşısında gerileyip insanlarımızı serbest bırakmak zorunda kaldı?

Çünkü Türkiye “haklı” bir noktada duruyordu.

İsrail haksızdı.

Türkiye de haklılığını diplomatik alanda çok iyi kullandı.

Gerek İran meselesinde, gerekse İsrail çatışmasında Türkiye “haklılığın” ve “hukukun” ne kadar önemli olduğunu, bir ülkeye nasıl büyük bir güç kazandırdığını gördü.

Bu iki olaydaki haklılığı ve bu haklılığını çok iyi kullanabilmesi Türkiye’ye dünya sahnesinde önemli bir ağırlık kazandırdı.

Bu “ağırlığı” sürdürebilmek için hem içerde, hem dışarıda “haklılık” ölçüsüne her zaman riayet etmesi, sadece bir konuda değil her konuda “haklı” olması gerekiyor.

Şimdi, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka da, sivil bir gemiye uluslararası sularda saldırması da tam bir rezillik.

Bir İsrailli siyasetçinin dediği gibi “İsrail kabinesindeki yedi budalanın” kanlı akılsızlığı.

Bu iki olayda da İsrail’e karşı çıkmak insan olan herkesin hem hakkı hem görevi.

Ama...

“Yedi budalanın” kanlı zorbalığına karşı çıkarken, onların şımarık saldırganlığını durdururken, İsrail’in zulmüne uğrayanların hakkını korurken, İsrail’in hakkını savunmaktan da geri kalmamalı.

Murat Belge de dün yazdı, İsrail’in Ortadoğu’daki kurbanları, İsrail’le savaşırken bu ülkenin “var olma” hakkını inkâr ediyor.

Bu ülkenin altmış küsur yıl önce o topraklara gelip yerleşme biçimine karşı çıkabilirsiniz ama aradan bunca yıl geçti, o ülke kuruldu, milyonlarca insan o topraklara yerleşti, binlerce yıl önce sahip oldukları topraklara yeniden kök saldı.

“Ben senin kökünü kurutacağım, seni bu topraklardan sileceğim” dersen bu savaş bitmez, bitmediği gibi kendini sürekli tehlikede hisseden İsrail’de korku büyür ve o korkuyla insanlar “budalaların şiddetine” sığınmak zorunda kalırlar.

İsrail sadece o “yedi budaladan” ve onlara oy verenlerden ibaret bir yer değil, orada bu “budalaca” siyaseti çok ciddi biçimde eleştiren, barış isteyen, Gazze’ye uygulanan ablukaya karşı çıkan insanlar var.

O insanlar, çok zor şartlar altında fikirlerini söylüyorlar.

“Kendilerini yok etmek isteyen” düşmanlarla kuşatıldığına, varlığını savunabilmek için sürekli şiddete başvurmak gerektiğine inanan İsrailliler, barışı, dostluğu, anlaşmayı savunan diğer İsraillilere kızıyorlar, onları suçluyorlar.

İsraillilerin “budalaların” yönetiminden kurtulabilmesi, aklıbaşında insanlar tarafından yönetilebilmesi biraz da o ülke halkının kendini güvende hissetmesine bağlı.

Televizyonlarda “kelle kesen” Müslüman görüntüleri, İsrail’i “yok etmekten” söz eden İran’ın açıklamaları, Hamas’ın “hiç bitmeyecekmiş” gibi görünen düşmanlığı, yarattığı dehşet duygusuyla İsrail’i akıldan uzaklaştırıyor.

Ortadoğu’da, İran’ın, Hamas’ın, Gazze’nin, Filistinlilerin haklarını savunan Türkiye, yaşanan son faciaya rağmen İsrail’in haklarını da savunmalı, İsrail’in “budala” yönetimini eleştirirken İsrail halkının “varolma” hakkını da sahiplenmeli.

Eğer “insani” değerlere, insan hayatına sahip çıkıyorsak, İsrailli insanların var olma ve yaşama hakkına da sahip çıkmalıyız.

“İnsan” dediğimizde, o “insanı” Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, Budist diye sınıflara ayırmamalı, hepsinin hakkının aynı şekilde savunucusu olmalıyız.

Bu, “adil olmanın” gereğidir.

“Adil” olmak bir mecburiyet olduğu gibi Türkiye’nin de çıkarınadır.

Hiç unutmayın ki bugün çok başarılı görünen Türkiye dış politikasının en büyük zaafı, bizim sadece “Müslümanların hakkına sahip çıkan” bir ülke gibi görünmemizdir.

“Türkiye, insanı mı savunuyor yoksa sadece Müslümanları mı savunuyor” sorusu, şu anda Türkiye’yi destekleyen birçok insanın aklını kurcalıyor.

“İnsanları ve haklarını” koruyarak dünya sahnesinde kendimizi göstermek istiyorsak, İsraillilerin hakkını korumak da bize düşer.

İsrail’in “budala” yönetimiyle sonuna kadar dövüşelim, İsrail halkının haklarına da sonuna kadar sahip çıkalım.

Bu hakkaniyetli duruş Türkiye’yi çok daha güçlendirecek, dünyadaki ağırlığını çok daha arttıracak, ahlaka ve vicdana da çok uygun düşecektir.

Üstelik, “dışarıda” adil olmayı öğrenirsek, “içerde” de adil olmayı öğrenir ve kendi vatandaşlarımızın haklarını da kendi devletimize karşı koruruz.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: