Çağdaş bağnazlık
BÖYLE bir rezillik bir başka ülkede de var mı bilemiyoruz.
Yargıç yahut savcı sıfatlı hukukçular hukukun ırzına geçiyor, kimseden ses çıkmıyor. İnsanlar “gizli dinleme” korkusuyla telefonlardan korkuyor. Bir bürokrat aklına esince sizin internetle bağınızı kesiyor, ceza almıyor.
Sonra buna demokrasi deniyor.
Son örnek, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın, iki yıl önce Ankara Birinci Sulh Ceza Mahkemesi’nin verdiği bir kararı tamamıyla keyfi yani kanunsuz, hukuksuz bir şekilde bozarak uygulamasıyla karşımıza çıktı.
Hikayeyi özetleyelim:
Biliyorsunuz Türkiye, internet aracılığıyla bilgiye ulaşmaya yasak koyan Çin Halk Cumhuriyeti, İran, Kuzey Kore, Suudi Arabistan gibi utanılacak ülkeler listesinde bulunuyor.
Nitekim mahkeme karar verince Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) denen kurum, o hizmeti veren internet sitesine erişmenizi engelliyor. Onu da, söz konusu hizmeti veren sitenin bağlı olduğu “hizmet sağlayıcı”nın teknik adresini yani IP (Internet Protokol) numarasını “yasaklılar listesine” alarak yapıyor.
Lakin TİB’yi yönetenlerin, akıllarına gelen IP numarasını yasaklılar listesine koymak gibi bir yetkileri yok. Buna rağmen yaparlarsa suç işlemiş olurlar.
İşte son günlerde insanların, Google’dan hizmet alan sitelere erişememesinin veya çok güç erişmesinin gerisinde tam da bu gerçek yatıyor. Çünkü TİB yöneticileri tuttular Ankara Birinci Sulh Ceza Mahkemesi’nin 5 Mayıs 2008 tarihli bir kararını bahane ederek Google’a ait tam 23 adet yeni IP numarasını (yani o teknik adres üzerinden bilgi sunan sitelere erişimi) “yasaklılar listesine” eklediler. Buna da -utanmadan- “IP numaralarını güncelleme” adını verdiler. Oysa bahane ettikleri mahkeme kararında sadece üç adet IP numarası vardı. Onlar da 208.65.153.238-208.65.153.251 ve 208.65.153.253’ten ibaret idi.
Mahkeme kararı gereğince “Atatürk’e hakaret” içeren yayınları da kullanan YouTube isimli siteye erişim engellenmiş oluyordu.
Gerçi bu da eleştiri konusu idi ama hiç değilse ortada bir mahkeme kararı vardı.
İşin tuhafı, TİB yöneticilerinin bu hukuk dışı uygulamasını Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım hiç ilgisiz bir gerekçe ile savundu:
Efendim Google, Türkiye’de para kazanıyor ama vergi vermiyormuş. Nitekim 30 milyon TL vergi cezası ödemesi lazımmış. Zaten “hizmeti yavaşlatma” da Google’ın kendi marifetiymiş.
Sanki o 23 adet IP numarasını yasaklar listesine Google yöneticileri koydurdu!
Sorduk... Bilenler bu kesintinin yüz binlerce internet kullanıcısını mağdur ettiğini söylediler.
Tabii bu, sadece keyfiliği hukuk sananların marifeti olmakla kalan bir olay değil.
Bu, çağımızın en büyük bilgi ve iletişim hazinesi olan internetten bu ülkenin insanlarının yararlanmasını engelleyebileceğini sanan bağnaz bir anlayışın bizi yönettiğinin göstergesi.
Türkiye’yi “çağdaş uygarlık düzeyine” bu kafa mı ulaştıracak?
8 Haziran 2010
Fatih ÇEKİRGE
fcekirge@hurriyet.com.tr
Nerede bu Arap krallar, şeyhler?
GAZZE ’deki “insanlık suçu”na karşı Türkiye’den bir gemi kalkmıştır...
9 Türk vatandaşı İsrailli komandolar tarafından katledilmiştir...
Ama dikkat edin, bir tek Arap ülkesinin sesi çıkmamaktadır...
Hani neredeler?
Örneğin “namaz kılmadı” diye bir Türk’ü kırbaç cezasına çarptıran, bir başkasını idama gönderen “heybetli!!” Suudi Arabistan Kralı nerede?
Nerede, egoları petrol geliriyle şişirilmiş emirler, şeyhler?...
Gazze’de açlığa mahkûm edilen Müslüman Araplar için ne yapıyorlar?
Altın kaplamalı saraylarından yönettikleri korku krallığında suspus oturuyorlar... Yeni bir özel uçak sipariş etmekten, 60 metrelik yatını 70 metrelikle değiştirmekten başka ne yapıyorlar...
İKİNCİ YAZI:
Gazze’ye bir gemi daha göndermek isterlerse...
YAZININ sonunda soracağım soruyu başından soruyorum:
- Bir yardım kuruluşu daha Gazze’ye bir yardım gemisi kaldırmak isterse, hükümet ne yapacak?
İzin verse bir türlü...
Vermese, başka türlü...
Kimisi “korktular” diyecek...
Bir diğeri, “O zaman ilk gemiye neden izin verdin. Bu tehlikeyi öngöremedin mi?” diye soracak...
Daha da ağır bir soru:
“Mavi Marmara baskını Gazze’deki zulmü unutturdu mu? Hani oraya yardım götürmek kutsaldı. O kutsallıkta ne değişti?”
Tam bir açmaz...
Sorunun detayları Dışişleri Bakanlığı’yla doğrudan ilgili...
YETERİNCE ODAKLANMADILAR
İsrail komandolarının “Mavi Marmara katliamı”ndan 1 gün önce, çok tecrübeli iki diplomatla konuşuyorum.
- İsrail, o gemileri Gazze’ye geçirmem diyor... Gemidekiler ısrarlı. Ne olur sonunda?
Birinci diplomat:
- Bir şey olmaz... İsrail donanması geminin önünü keser. Gemi geçemez... Orada birkaç hafta bekler. Sonra olay gevşer. Ya İsrail’in gösterdiği limana yardım malzemelerini bırakırlar. Ya da geri dönerler.
İkinci diplomat:
- Ben de önemli bir şey olacağını sanmıyorum. Sonuçta bu sivil bir gemi. Donanma önünü keser ve biter... Geri döner...
- Peki İsrail’den size hiçbir uyarı gelmedi mi? Bu gemiyi göndermeyin diye.
- Biz ne yapabiliriz ki... Oraya gitme diyemeyiz ki...
Evet, katliam öncesi Dışişleri Bakanlığı’ndaki beklenti buydu... Dahası bakanlık böyle bir ihtimali kesinlikle hesaplamamıştı...
Ve işte bu konuşmanın ertesi günü olay patladı...
Belli ki kimse İsrail komandolarının gemiye indirme yapacağını beklemiyordu.
Ve gemidekilerin de onlara demir çubuklarla direneceğini...
Bu noktada özellikle Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin bu olaya yeterince odaklandığını zannetmiyorum...
Eğer öyle olsaydı, siyasi otoriteyi “kötü senaryolar” için uyarırdı...
Soru şudur:
- Bu süreç içinde örneğin İsrail Büyükelçimiz Ankara’ya durumun risklerini içeren bir “mesaj” verdi mi?
Ya da;
Dışişleri Bakanlığı, diplomasinin en temel kuralı olan, “risk değerlendirmesi”ni yaptı mı?
Örneğin bir yardım gemisine neden yüzlerce kişinin bindiği sorusunun cevabını araştırdı mı?
Gemiye kimlerin bindiğini sorgulattı mı?
Bütün bu soruları şunun için soruyorum:
- Ya şimdi bir insani yardım derneği daha bir gemiye binip Gazze sularına dayansa...
Dışişleri bakanlığı buna izin verir mi?
Eğer verirse daha büyük bir kriz var demektir. Ama vermezse, o zaman şu soru ortaya çıkar:
- İlk gemiye neden izin verdiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder