PAZARTESİ KONUŞMALARI 31.05.2010
Neşe Düzel
Sezgin Tanrıkulu: ‘Kürtler Batı’da evlerini satıyor’
“Kürtler, Batı’da küçük şehirlerdeki ve Ege-Akdeniz kıyılarındaki mülklerini, ‘Bir şey olursa elimizde kalır satamayız’ diye iki yıldır yavaşça elden çıkarıyorlar.”
“Bölgede her yıl 200 bin asker görev yapıyor. Bu rakamı 25 yılla çarpın. Demek ki, Türkiye’nin erkek nüfusunun beş-altı milyonu, bölgede askerlik yapmış, Kürtlerle çatışmış.”
“Yarın son gün. Öcalan, 31 mayıstan sonra kenara çekileceğini söylemişti. Bu, şiddetin artabileceği yolunda bir uyarıydı. Şiddet artacak ve dağla sınırlı olmayacak.”
* * *
NEDEN SEZGİN TANRIKULU
Henüz Kürt açılımıyla ilgili tartışmaların mürekkebi kurumamıştı ki, Türkiye gene silahlı çatışmaların içine hapsoldu. Kürt sorununun çözülememesi yüzünden ölen Türk ve Kürt gençlerinin sayısı tekrar katlanarak artmaya başladı. Sadece dağlar değil, üniversiteler dâhil, ülkenin her yeri patlamaya başladı. Türk-Kürt çelişkisi büyüdü. Üstelik Öcalan’ın, silahlı çatışmalarla ilgili olarak son avukat görüşmelerinde verdiği süre de yarın doluyor. “31 mayıstan sonra ben yokum. Olacakların muhatabı ben değilim” diyen ve Kandil’e, “Ne yapacağınıza artık kendiniz karar verin” diye seslenen Öcalan, şiddetin tırmanacağının işaretini bir süre önce vermişti. Öcalan daha önce de böyle tarihler verdi. Bu seferki farklı mı? Şiddet artacak mı? Daha birkaç ay öncesine kadar Kandil’den, Mahmur’dan barış gruplarını kabul eden, Kürt açılımının ve demokratikleşmenin yollarını arayan Türkiye ne oldu da başladığı yere geri döndü? Bundan sonra neler yaşanacak? Şiddet nereye kadar tırmanacak? Olaylar eskisi gibi bölgeyle ve dağlarla sınırlı kalır mı? Kürtler ne istiyor, Kürt gençliği ne düşünüyor? AKP şiddetin artmasını önlemek için en yapmalı? Askerî operasyonların durması, şiddetin artmasını engeller mi? CHP şiddetin tırmanmasını önleyebilir mi? Bütün bunları, önde gelen Kürt aydınlarından eski Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu ile konuştuk ve çok çarpıcı cevaplar, değerlendirmeler aldık.
* * *
Sizce CHP’nin Kürt sorunundaki politikası yeni genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte değişecek mi?
Değişme olasılığı var ve değişmeli de... CHP, Kürtlerle buluşmadan kendi kimliğine dönemez, Türkiye partisi olamaz... CHP, Türkiye partisi olmak istiyorsa dönüşmek zorunda. CHP bu zorunluluğu gördü diye düşünüyorum ben. Çünkü bugün nasıl Barış ve Demokrasi Partisi için bölge partisi deniyorsa, CHP de başka bölgenin partisine dönüşmüş durumda.
Kürtler Kemal Kılıçdaroğlu’dan ümitli mi?
Ümitli olmak istiyorlar. Çünkü AKP 2002 yılından beri iktidarda. Gerçi sekiz yıldır önemli işler yapıldı, bazı eşikler aşıldı ama Kürt sorununun en büyük parçası olan silahlı çatışma konusu çözülemedi. Silahlı çatışmaları sona erdirecek bir çözüm paketi bu hükümet tarafından hiç uygulanamadı. Oysa hükümet, Kürt sorununun siyasi çözümünü hedefleyebilir ve sorunu muhataplarıyla, mesela BDP’yle görüşebilirdi.
Öcalan’la görüşülemez miydi?
Görüşülebilirdi. Öcalan’la doğrudan olmasa bile dolaylı olarak görüşülebilirdi. Zaten Öcalan, devletin kadrolarının kendisiyle görüştüklerini söyledi. Ama AKP hükümeti siyasi çözüme cesaret edemedi. 25 Temmuz 2009’da “Kürt açılımı” adıyla bir açılım başlattı, sonra bu açılımın adını değiştirdi “demokratik açılım”, dedi, “toplumsal barış...” dedi, aradan on ay geçti, ortada hâlâ hiçbir şey yok. Hâlâ kimse Kürt sorununun çözümü için ne yapılacağını bilmiyor. AKP hükümeti sekiz yıldır Kürt sorununun çözümü için bir yol alamayınca, Türkiye olarak gene geldik aynı noktaya sıkıştık tabii.
Hangi noktaya sıkıştık?
Bu sefer de 31 mayısta ne olacak diye bir sıkışma içine girdik.
Yarın 31 mayıs. Abdullah Öcalan, İmralı’da avukat görüşmesinde, 31 mayısa kadar süre verdi. “31 mayıstan sonra ben karışmıyorum. Olacakların muhatabı ben değilim” dedi. 31 mayıstan sonra ne olacak?
Kürtlerde, “Bizim meselemiz büyük olaylar olmadan gündeme gelmiyor” diye bir duygu ve algı var. Yakın geçmişe bakın. Biz ülke olarak Kürt meselesini hep büyük bir olaydan, bir çatışmadan sonra konuştuk. Mesela 1999-2004 arasında beş yıllık bir fiili ateşkes dönemi yaşandı, Türkiye’de kimse Kürt meselesini konuşmadı. Sorunun silahlı boyutuyla ilgili bir adım atılmadı. Örgütün sonsuza kadar orada duracak hali yok. Üstelik son altı yıldır da ülkede çok aktif bir silahlı çatışma olmadı.
Son dönemde yaşanan Dağlıca, Reşadiye gibi baskınlar, pusular büyük olaylar değil mi?
1990’lı yıllarla karşılaştırdığınızda, çok kapsamlı ve yaygın çatışmaların olmadığı bir dönem bu. Evet son yıllarda baskınlar, çatışmalar oldu, sınırötesi harekâtlar yapıldı ve şimdi de her gün tepemizden uçup hava operasyonları yapıyorlar ama... Türkiye’nin aynı anda her yanında, bütün bölgelerinde bir çatışma yaşanmıyor yıllardır. Sadece lokal olaylar oluyor. Reşadiye lokal bir olaydır. Bu saldırıyı örgüt üstlendi ama... Örgütün içinde kim, hangi kararla yaptı bu saldırıyı, henüz belli değil. Bu olay karanlıktır.
Tam olarak söylemek istediğiniz nedir?
Şunu söylemeye çalışıyorum ben. Biz Kürt meselesini Türkiye’nin sakin dönemlerinde asla konuşmuyoruz. Zaten bir süredir Türkiye’nin önceliği değişti. Anayasa değişikliği Türkiye’nin gündeminin başına oturdu.
Demokratikleşme ve yargı reformu Kürtlerin lehine değil mi?
Anayasa değişikliği, Türkiye’nin demokratikleşmesi bakımından tabii ki önemli. Anayasa paketi eksik de olsa, HSYK ve Anayasa Mahkemesi’yle ilgili çok önemli düzenlemeler içeriyor. 12 Eylül hukukunda önemli bir gedik açıyor. Ama bu anayasa değişikliği Kürtlerin de desteği alınarak yapılabilirdi. Mesela vatandaşlık tanımı değiştirilebilir ve bu da referanduma sunulabilirdi.
Kürtler referandumda ne yapacaklar? Boykot mu edecekler yoksa ret oyu mu verecekler?
Eğer seçim barajında, KCK operasyonunda tutuklananların durumunda ve taş atan çocuklarla ilgili yasal düzenlemede iyileştirici bir adım atılmazsa, BDP sandığa gitmeyecek. Ülkede şiddet derinleşir, silahlı çatışma artar ve yaygınlaşırsa, BDP’nin boykotuna katılım çok yüksek olabilir. Eğer şiddet, silahlı çatışmalar artmazsa...
O zaman ne olur?
O zaman açık veya gizli bir çözüm süreci başladı diye düşünülür ve referanduma boykot tutmayabilir. Bu durumda insanlar sandığa giderler. Çünkü Kürtlerin önemli bir bölümü, bu anayasa değişiklik paketinin, kendi kimlik sorununu çözmese de Türkiye’de demokrasiyi güçlendireceğini ve bunun Kürtlerin lehine olduğunu biliyor. Nitekim BDP’ye oy veren Kürtlerin önemli bir kesimi, BDP’nin Meclis’teki tutumunu ve ret oyunu doğru bulmadı.
Öcalan, 31 mayıstan sonra kenara çekileceğini söyledi. Bu, şiddetin artabileceği yolunda bir uyarıydı. Şiddet artacak mı?
Artacak. Öcalan, “31 mayıstan sonra ben çekiliyorum. Kimse beni muhatap almasın. Bundan sonra ben bu işlerden sorumlu değilim. Örgüt Kandil’de duruyor. Kendi kararlarını kendileri alırlar” dedi. Şiddet tekrar başlayacak demektir bu. Örgütün diğer kadroları da şöyle düşünüyor zaten. “Biz bu kadar bekledik. Hiçbir karşılığı olmadı bu beklemenin. Aksine, siyasi kadrolarımızın önemli bölümü cezaevine konuldu. Askerî harekâtlar, hava operasyonları sürüyor. Kara operasyonu için de büyük yığınak yapılıyor. Artık bugüne dek sürdürdüğümüz tutumu bırakacağız” diyorlar. Çok tehlikeli bu! Silahlı çatışma tekrar başlarsa, bu kez sadece dağlarla sınırlı kalmaz. Bütün metropollere ve şehirlere de yayılır bu çatışmalar.
Niye?
Çünkü bu toplumun üzerinde 25 yıllık büyük bir yük var. İnsanlar artık kopma noktasına geldiler. Özellikle gençler koptular. Şimdi Diyarbakır’da sokağa kendiniz çıkın ve sorun. İnsanlar, “artık ne olursa, nasıl olacaksa olsun. Bu iş çözülsün” diyorlar. İnsanlarda, “bu durum ilelebet mi sürecek?” diye büyük bir bıkkınlık hali var. “Eğer bu durum büyük bir çatışmayla ya da savaşla bitecekse, öyle bitsin” diyorlar. İnsanlardaki bu ruh hali çok ürkütücü.
Kürtlerin silahlı çatışma, savaş istemediği söyleniyordu. Kürtler ne zaman değişti?
Sokaktaki insan çatışma istemiyor ama eğer silahlı çatışmalar lokal olmaktan çıkarsa, örgüte duyulan sempati ve yakınlık, sokak şiddetine dönüşür. Yani uçaklar gidip bir yerleri vurup dönmezler. İnsanlar güvenlik güçlerine karşı şehirlerde de çatışırlar. Ülkenin Batı bölgelerinde de patlamalar olur. Türk-Kürt çatışmasının potansiyeli, nüveleri zaten mevcut. Kürt kökenli öğrencilerin başına gelenleri daha yeni Muğla’da gördük. Şerzan Kurt yeni defnedildi. Şerzan’ın ölümünün yarattığı öfkeyi Batman’da ve üniversitelerde görseniz... Bu öfkenin, Tokat’ta, Manisa’da, Antalya’da, Bursa’da, Çanakkale’de şiddet olaylarına dönüşmemesinin bir garantisi var mı? Hükümet cesaretli davransın ve Kürt sorununu, muhataplarıyla, BDP’yle görüşsün.
Ana muhalefet partisinin de Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunma sorumluluğu yok mu?
Kuşkusuz var. Aslında bu tür sorunlar, sol partilerin inisiyatifiyle çözülen sorunlardır. Taş atan çocukların sorununu hâlâ çözemeyen bu hükümet Kürt meselesini nasıl çözecek? Hükümetin hâlâ çözüm için bir somut programı yok. İnsanlar Kürt sorununun AKP tarafından çözüleceği konusunda inançlarını yitirdiler. İşte bir seçim dönemi daha geldi. Hükümetin seçimlere bir yıl kala Kürt meselesini kapsamlı bir biçimde ele alması olanaklı ve gerçekçi değil. Çünkü Kürt meselesi el yakan bir meseledir. Siyasetçilere oy kaybettiren bir meseledir. Ama şu var... Türkiye zihinsel olarak çoktan bölündü. Şimdi coğrafya olarak da bölünmek üzere. Yeniden başlayacak olan 1990’lardaki gibi yaygın bir çatışma ortamı bu kez Türkiye’yi coğrafya olarak da böler.
Peki, CHP, şiddetin artmasını önleyebilir mi?
CHP’nin hazırlayacağı gerçekçi bir program Kürt sorununun çözümüyle ilgili yeni bir inanç yaratabilir. Hükümete yol gösterebilir. Onu cesaretlendirebilir. Aksi takdirde yeni bir şiddet dalgası, bir iç çatışmaya dönüşür, Kürt-Türk çatışmasını körükler. Bunun işaretleri de var zaten. Son üç dört yıldır, çok basit olaylar büyüdü ve Kürt-Türk çatışmasına dönüştü. Kürtler ve Türkler artık aynı duyguda değiller. Aynı şeye sevinmiyorlar, aynı şeye üzülmüyorlar. Zihinlerde derin bir ayrışma ve kutuplaşma var. 25 yıllık çatışma Kürt, Türk herkeste büyük bir travma yarattı. Düşünün, yeni bir silahlı çatışma böyle bir zihinsel ayrışma ortamında 25 yılın yükü ve travması üzerinde yaşanacak. Neler yaşanabileceğini bir düşünün...
AKP şiddetin artmasını önlemek için en yapmalı?
Hükümettir ve birinci derecede sorumluluk AKP’dedir. Şu anda yapması gereken ilk şey, Silahlı Kuvvetler’e “operasyon yapmayacaksınız” demektir. Şu anda bölgede, geçmiş baharlarda yaşananların çok ötesinde bir askerî yığınak yapılıyor. Çok daha fazla sayıda asker, çok daha stratejik yerlerde konumlanıyor. Sadece sınırötesi değil, ülke içinde de çok büyük operasyonlar yapılacak. Bunun hazırlıkları yapılıyor. Böyle bir operasyonun büyük bir çatışma yaşanmadan yapılması imkânsız. Böyle büyük bir çatışma, ülkenin her tarafına, Batı bölgelerine, şehirlere ve metropollere de yansır.
Niye eskisi gibi olaylar lokal kalmaz?
Artık lokal olaylar bir yerle sınırlı kalmaz ve genişler. Çünkü Türkiye’nin batısında çok aktif milliyetçi ve hatta faşist, ırkçı denilebilecek örgütlenmeler var. Bu gruplar rahatlıkla harekete geçirilebilir. Bu güçler harekete geçerlerse, Kürtler bulundukları yerlerde kalmazlar. Ya büyük metropollere çekilirler ya da bölgeye geri dönerler. Zaten dönüşler başladı.
Türkler tarafından kendilerine saldırılacağından korktukları için mi geri dönüyor Kürtler?
Aynen öyle. Bu riski gören Kürtler, belki İstanbul, İzmir gibi metropollerde değil ama ülkede küçük yerleşim yerlerindeki ve Ege ve Akdeniz kıyılarındaki mülklerini, “Bir şey olursa elimizde kalır satamayız” diye iki yıldır yavaş yavaş elden çıkarmaya çalışıyorlar. Kürtlerde, Batı’da mülk edinmeme durumu var. Bu, bir ayrışma duygusudur. Çünkü çatışma sadece dağlarda olmadı. Çatışma, insanların ruhunda da oldu. İnsanlar artık bazı yerleri kendisine ait hissetmiyor. Kürtler, Batı’da kendilerini güvende hissetmiyor.
Türkler kendilerini bölgede güvende hissediyorlar mı?
Hissetmiyorlardır. 25 yılın yükü, öyle bir yük ki! İkinci, üçüncü kuşak askerler gelmeye başladı bölgeye. Batı’dan 25 yıl önce bölgeye 20 yaşında asker olarak gelen genç, bugün 45 yaşında. Şimdi onun oğlu bölgeye asker olarak geliyor. Onların çatıştıkları yerlerde şimdi çocukları çatışıyor, aynı endişeleri yaşıyor. Düşünün...
Evet...
Bölgede her yıl 200 bin asker görev yapıyor. Bu rakamı 25 yılla çarpın. Demek ki, yaklaşık beş-altı milyon insan gelip burada askerlik yapmış. Türkiye’nin erkek nüfusunun beş-altı milyonu, Kürtlerle çatışma ortamı içinde bulunmuş. Şimdi bu insanlar Türkiye’nin batısındalar ve çocukları aynı yerlerde askerlik yapıyor. Bu insanların ruh hali sakin olamaz. Bölgede askerlik yapan insanlar, Batı’ya milliyetçi olarak geri dönüyorlar ve çok kolay harekete geçiriliyorlar. Başlarına gelen her kötülüğün, yoksulluğun ve işsizliğin müsebbibi olarak Kürtleri görüyorlar.
Kürt gençlerinin de çok sertleştiği söyleniyor. Bu çocuklar önceki kuşaklardan daha mı çatışmacı ve sert?
Travmayla yetişmiş üç kuşaktan sonuncusu bu. Bir kez sokağa çıktıktan sonra kimse bunları artık sokaktan alamaz. Yeni bir kuşak bu! Demokrasiye ve Kürt sorununun demokrasinin araçlarıyla çözüleceğine inanmıyorlar. Sorunun çatışmayla, vuruşmayla çözüleceğini düşünüyorlar. Hükümet, Kürt sorunuyla ilgili inisiyatifi Silahlı Kuvvetler’e bırakmamalı.
Askerî operasyonların durması, şiddetin artmasını engeller mi?
Engeller tabii. Yanımızdaki İkinci Taktik Hava Kuvvetleri’nden her akşam uçaklar kalkıp bir yerleri bombalıyorlar. Sadece sınırötesi değil, kendi topraklarımız da bombalanıyor. Şırnak’a da bomba atılıyor. Çözüm yolu bu olsaydı, bu sorun 25 yılda bugüne kadar bin kez çözülmüş olurdu. Hükümet irade sahibi olmalı ve operasyonları durdurmalı. Operasyonların durdurulması, Kürt sorununun siyasal yoldan çözümü için bir başlangıç olur. Belki, örgütün kendi kararıyla Türkiye’nin sınırlarının dışına çıkmasının yolu açılır.
Öcalan, bensiz çözüm olursa, beni cezaevinde unuturlar tedirginliği içinde gibi görünüyor. Öcalan, kendisi muhatap alınmadan PKK’yı sınırdışına çıkartır mı?
Şu bilinmeli ki, silahlı çatışma sürdüğü sürece Türkiye’de af konuşulamaz. Öcalan’ın siyasi iradesi, örgütü Türkiye dışına çıkarabilir ve daha sonra da örgütü silahsız hale getirebilir.
Barışın olabilmesi için ne gerekiyor?
Barışın olabilmesi için önce çatışma ortamını sona erdirecek adım atılmalı ve operasyonlar durdurulmalı. Sonraki mesele, yeni bir anayasa yapılarak Kürtlerin kendilerini ifade edebileceği bazı düzenlemeleri yapmaktır. Vatandaşlık tanımı ve anadilde eğitim gibi düzenlemeleri getirmektir. Bütün bunlar için siyasal muhataplarla görüşülmelidir.
Öcalan’ın verdiği süre yarın bitiyor. Öcalan daha önce de böyle tarihler verdi. Bu seferki farklı mı?
Örgütün kadrolarında, Öcalan’dan bağımsız olarak bir çatışma baskısı var. “Ne zamana kadar bekleyeceğiz. Ne zamana kadar bizi vurmaları devam edecek” diyen bir kesim var.
Askerî operasyonların bitmesi isteniyor diyorsunuz ama Dağlıca, Reşadiye gibi baskınlar oluyor. Bunlar nasıl açıklanıyor?
Örgütü bir bütün olarak düşünmeyin. Örgüt içinde mutlaka silahlı çatışma isteyen ve bu çatışmanın yaygınlaşmasını arzulayan bir kesim var. Bunlar bağımsız mı, bağımlı mı hareket ediyor bilemiyoruz ama bugüne dek örgüt içinde hiçbir şey gizli kalmamış. Eğer derin yapılarla bir ilişkisi varsa, bir vesileyle bu da bir süre sonra açığa çıkar. Örgütün kendisi de söylüyor.
Ne diyor?
Silahlı çatışma süreci başlarsa, örgütün kontrol edemeyeceği yapıların ortaya çıkma ihtimalini yüksek görüyor. Mesela Reşadiye baskınını yapan ekipler Türkiye’nin değişik illerinde olabilir. Bu tür provokatif eylemler Türkiye’yi başka bir yere taşıyabilir. PKK’nin bu halinden memnun olan, devletin içinde de bir kesim var. Zaten KCK operasyonları, bir yanda örgütün içindeki çatışma yanlısı hattı güçlendiriyor. Diğer yanda da devletin içindeki şiddet ve çatışma taraftarlarının elini kuvvetlendiriyor. İstanbul’da, Ankara’da bombaların patladığını düşünün...
Ne yaşanır?
Bunu kimse tolere edemez. Toplum Mavi Çarşı olayının yaşandığı dönemdeki ruh halinde değil. Toplum bugün çatışmaya çok daha yakın. Çünkü çok gerildi ve tahammülsüzleşti. Bu da sürpriz değil. Kürt meselesinin çözümü öyle çok ertelendi ki... Artık bu sorun ertelenemeyecek bir noktaya geldi.
neseduzel@gmail.com
YARIN: Diyarbakır Cezaevi’nde bir koğuş nasıl katledildi? Adalet bakanları ne yaptı? Fotoğrafları gören yargı ne dedi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder