29 Ağustos 2010 Pazar

Can Dündar - Başbuğ’un aynası

Başbuğ’un aynası

29 Ağustos 2010
Sayın Başbuğ!  Kendi açınızdan haklısınız. Size Harp Okulu’nda emre itaati öğretiyorlar.
Bize gazetecilik okulunda eleştiriyi öğrettiler.
“Duyduğun her şeye inanma, sorgula!”
Gazeteciliğin (ve aslında bilimsel düşüncenin de) ilk kuralı budur. Sizi her konuda eleştirel olmaya götürür.
Sanırım askerle gazeteci arasında karşılıklı şikâyetlere yol açan sınır anlaşmazlığının ilk nedeni bu...
* * *
İkincisi şu:
Asker, hayata “dost ve düşman kuvvetler” diye bakıyor. Oysa bize okulda tarafsız kalmayı öğretiyorlar:
“Gazetecinin dostu da olmaz düşmanı da... Gazeteci, sadece gerçekle dost olmalıdır. Elindeki haber gerçekse, kamu çıkarı için gereğinde dostunu da vurmalıdır.”
O yüzden “Medya yanımızda mı, karşımızda mı” sorusu, size ne kadar anlamlı geliyorsa, bize o kadar anlamsız geliyor.
Medya, herhangi bir kurumun ne tamamen yanında olabilir, ne de topyekün karşısında...
O, bir ayna gibi, gördüğünü yansıtır.
“Ayna ayna! Söyle bana! Benden iyisi var mı” diye kendisine dönen mağrur yüzlere işin aslını söylemekle mükelleftir.
* * *
“Başarılı operasyonlarımız medyada yer bulmuyor” diye yakınıyorsunuz.
Başbakan da aynı şeyden dertli...
“Öyle soru mu olur?”, “Böyle manşet mi atılır?”, “Neden icraatımız haber olmuyor” diye fırçalıyor medyayı...
Oysa medyanın işi sürekli kara tablolar çizmek değilse de, şakşakçılık da değildir.
Medya, toplum adına denetim yapan bir kurumdur.
Yine okulda bizler, gördüğümüz yanlışlıkları sergilemek üzere yetiştirildik.
Sergilerken “Kimin yanlışı bu”, “Yazarsak yara alır mı” diye hesaplamayız.
İşler iyi gittiğinde ise bunun normal olduğunu düşünürüz.
Mesela gemisini fırtınada başarıyla karaya çıkaran kaptan pek haberden sayılmaz... “Onun işi bu” diye düşünülür.
Ama “gemisini terk eden kaptan” her zaman haberdir.
Ve bu, dünyanın her yerinde böyledir.
Biraz da o yüzden medya hep, “gemisini yürüten kaptan”ların hedefindedir.
* * *
TSK kendisine yönelik asimetrik psikolojik savaşta zorlandı. Çünkü bize bağlı bir medya yok” diyorsunuz.
Yıllar yılı bütün basın askere bağlıydı.
“Yazılmayacak” dendi mi yazılmazdı.
Kimi korkudan, kimi de saygıdan, orduya zarar verecek konuları kurcalamazdı. Kurcalayanın da başı dertten kurtulmazdı.
Şimdi bir anda -bildiğimiz nedenlerle- “Atış serbest” noktasına gelindi. TSK, hazırlıksız yakalandı; bunun şaşkınlığını yaşıyor.
* * *
Şimdi olumlu gelişmeler var:
Bilgilendirme toplantıları, akreditasyonun gevşetilerek açılım sağlanması, sözcülük kurumu vs...
Fazlası lazım:
“Kesif topçu ateşi” altında yara aldıysanız susup oturmak da işe yaramaz, hakaret etmek de...
Yapılması gereken, yığınaktaki hataları görüp onarmaktır.
Vahim iddiaların üzerine ciddiyetle gitmektir.
“Soruşturuyoruz” cevabının basını haftalarca oyalamaya yetmeyeceğini anlamaktır.
Daha çok açılımdır, şeffaflıktır.
Dolmabahçe zirvesi türü sırdaşlıklardan kaçınmaktır.
Medya ile karşılıklı güven tesisine çalışmaktır.
* * *
Son olarak çuvaldızı kendimize batırayım:
“İyi söylüyorsun da, o halde bu ‘yandaş medya’ ne oluyor? Nasıl oluyor da bazı konularda senin ayna çatlıyor? Tarafsızlık ilkesi yerlerde sürünüyor” diye sorarsanız, “Etme bulma dünyası” der, boyun eğerim.
Ve patenti size ait bir tanım veririm:
“Onlar sadece birer kâğıt parçası...”

Hiç yorum yok: