29 Ağustos 2010 Pazar

Hasan Cemal -Bir devlet politikası olarak ‘faili meçhul cinayetler’ ve askerde reform!

TATİL SONRASI SİYASET NOTLARI - 2

Bir devlet politikası olarak ‘faili meçhul cinayetler’ ve askerde reform!

18 Ağustos 2010
Tatil sırasında aldığım notların en başında bir komutanın, emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın çarpıcı sözleri var.
Konu, faili meçhul cinayetler.
2 Ağustos’ta, Habertürk’deki bir programda, 1993’le 1997 yılları arasında büyük çoğunluğu Güneydoğu’da işlenen ‘faili meçhul cinayetler’in devlet politikası olduğuna işaret ediyor.
Halen bu çerçevede yargılanan emekli bir albayı kastederek şunları söylüyor:
“O dönem yüzbaşı, üsteğmen olan kişiler emir üzerine bu cinayetleri işledi. Şimdi diyorlar ki, sen Cizre’deyken muhtarı öldürdün. Muhtarla birleşip falancayı öldürdün. Sene kaç, 1993-1994... O dönemin cumhurbaşkanları, başbakanları, genelkurmay başkanları, OHAL valilileri nasıl uyuyorlar? Çıkın açıklayın, devlet politikası mıydı? Bu politikalar bölgede devlete kin kusan bir nesil oluşturmuştur.”
Devlet politikası olarak cinayet!
Evet öyle.
Üstelik binlerce cinayet. Sayısı, 17 bin 500’e kadar çıkıyor.
Kürt insanı, Kürt aydını bu büyük acıyı yaşadılar.
Eğer bu ülkede barış ve huzur istiyorsak, demokrasi ve hukuk diyorsak, adaletten söz ediyorsak, Türkiye’de ‘darbeci zihniyet’le gerçekten hesaplaşmaktan yanaysak, o zaman bu korkunç dönemi aydınlatmak, hesabını sormak ve katilleri cezalandırmak zorundayız.
1990’ların cumhurbaşkanları, başbakanları, genelkurmay başkanları, Güneydoğu’da görev yapan komutanlar, JİTEM’i yönetenler, emniyet müdürleri, özel kuvvet komutanları, acaba hangisi reddedebilir, faili meçhul cinayetlerin devlet politikası olduğu gerçeğini?..
Hiçbiri.
O dönemi devlette, devletin ve siyasetin doruklarında yaşayan hiç kimse bu gerçeği reddedemez.
Devlet, Kürtlere karşı işlenen ‘faili meçhul cinayetler’le hukuk dışına çıkmış, ‘yeraltı dünyası’yla da işbirliği yaparak bu ülkede insan haklarını hiçe saymıştır.
Bu hukuk dışılık,  devlet-siyaset-medya üçgeninde suskunlukla karşılanmıştır. “Devletin ağzı süt kokmaz!” zihniyeti yol açmıştır bu suçun işlenmesinde...
Üstü sonradan örtülen, şimdilerde Ergenekon Davası’yla kıyısından köşesinden yeniden açılan Susurluk Dosyası da “Devletin ağzı süt kokmaz!” zihniyetinin bir ürünüdür.
Bu zihniyeti en iyi asker bilir bu ülkede.
Asker yeşil ışık yakmadan, böyle bir zihniyet uygulanamazdı Güneydoğu’da. Asker geçit vermeden, ‘kirli savaş’ın bir parçası olan ‘faili meçhul cinayetler’ bu ülkede hiçbir güç tarafından işlenemezdi.
Emekli Koramiral Atilla Kıyat gibi ‘delikanlı’ başka komutanların da günün birinde çıkıp, askerlik mesleğine bulaşan kirlerin ve Türkiye’nin alnına sürülen kapkara lekelerin temizlenmesine katkıda bulunacaklarına inanıyorum.
Bunun adı ‘askerde reform’dur.
Askerden ‘cuntacılar’ın, ‘darbeciler’in temizlenmesidir.
Sarıkız gibi, Ayışığı gibi, Balyoz gibi, Ergenekon gibi darbe tertiplerinin hesabının sonuna kadar sorulmasıdır askerde reform...
İktidar partilerinin yıpratılmasını öngören Kafes gibi, Ak Parti’yle Gülen’i bitirme planları gibi, İrtica Org. gibi kökleri Genelkurmay karargahına giden siyaset ve dezenformasyon odaklarını yaratan zihniyet dünyasından kurtulmaktır askerde reform...
Siyasal parti gibi davranmaktan, kendini devlet içinde devlet gibi görmekten bir an önce sıyrılmaktır. Bunun için de hem kurumsal hem zihniyetsel değişimleri yapmaktır askerde reform...
Şahin Alpay’ın bu yakınlardaki bir yazısının başlığı şöyleydi:
“Orduda reform ihtiyacı kapıya dayandı.”
Yazı şöyle bitiyordu:
“Baskın düzenleneceğine dair istihbarat 9 gün önceden Genelkurmay ve tüm ilgili birimlere bildirildiği halde 21 Ekim 2007 günü Dağlıca karakolunda 13 asker şehit oldu... (Taraf, 24 Haziran 2008)
Baskın düzenleneceğine dair istihbarat bir ay öncesinden Genelkurmay ve tüm ilgili birimlere ulaştığı halde 3 Ekim 2008’de Aktütün karakolunda 17 asker şehit oldu... (Taraf, 14 Ekim 2008)
Van Başsavcılığı 27 Mayıs 2009’da Çukurca’da 7 askerin şehit olmalarına yol açan mayınların, Genelkurmay’ın iddiasının aksine, PKK değil TSK tarafından döşendiği sonucuna vardı ve suç duyurusunda bulundu. (Gazeteler, 8 Nisan 2010)
1 Mayıs 2010 günü Sarıyayla karakoluna yapılan saldırıda 4 er şehit oldu. 12 saat boyunca takviye birlik gönderilemedi. (Zaman, 2 Mayıs 2010)
MİT’in 10 Ekim 2007’de tesbit ettiği bir telefon görüşmesinde havacı subay ‘Kendi adamlarımız’ dediği PKK’lılara çok zayiat verdirdiği gerekçesiyle insansız hava aracı Heron’un düşürülmesini ya da rotasının değiştirilmesini istedi... (Bugün, 15 Temmuz 2010)
Baskın 3 gün önceden istihbar edildiği halde 19 Haziran’da Gediktepe karakoluna yapılan baskında 11 asker şehit oldu... (Taraf, 30 Temmuz 2010)
Hantepe karakoluna 19 Temmuz 2010’da düzenlenen PKK baskınını Heron’lar 20 dakika öncesinden itibaren anı anına görüntülediği halde karşılık verilemedi; 7 asker şehit oldu... (Taraf, 2 Ağustos 2010)”
Bu örnekleri veren Şahin Alpay yazısını şöyle noktalamıştı:
“Bu savunma zaaflarının neden meydana geldiğine dair Genelkurmay’dan bugüne kadar herhangi bir açıklama yapılmadı. Apaçık ortaya çıkan gerçek şu ki, orduda reform ihtiyacı kapıya çoktan geldi dayandı.”(5 Ağustos 2010 tarihli Zaman)
Uzun lafın kısası:
Asker, kendi kendini yıpratıyor!
Bu süreci tersine çevirmek ve Batı demokrasilerindeki gibi asker olmak istiyorsa, bir an önce kendi içinde reform sürecini siyasetle işbirliği içinde başlatmalıdır asker...
Yoksa bu gidişle, “Asker yıpratılıyor!” söyleminin hiçbir inandırıcılığı kalmayacaktır.
Son söz:
Askerde reform demek, askerin kendi kışlasına çekilmesi demektir, sadece kendi asli göreviyle uğraşması demektir.
Tatil sonrası siyaset notlarının üçüncüsü yarın.

Hiç yorum yok: