29 Ağustos 2010 Pazar

E. Fuat Keyman -Demokratikleşme ve birlikte yaşamak

Article ID : 3395
Audience : Herkes
Version 1.01
Yayınlanma Tarihi: 03/02/2009 12:16:19
Okunma : 400
E.Fuat Keyman


Demokratikleşme ve birlikte yaşamak

Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Musa Anter, H rant Dirik ve bir sürü kabul edilemez siyasi cinayet; Malatya katliamında sayıları inanıl¬maz rakamlara ulaşmış yok etmeler. Rakel Dinkve onun gibi eşlerin, annelerin, babaların, çocukların gözyaşları ve acılan; ülkemizde yaşayan dinsel, etnik, cinsel kimlik farklılıkları yüzünden yaşamları ve varlıkları temelinde korku ve endişe duyan vatandaşlarımız. Aile içi şiddetten, tecavüze ve öldürmeye kadar farklı boyutlarda saldırıya uğrayan kadınlarımız. Tüm bu yok etmeler, acılar farklılıklar, korkular, endişeler, dışlanmalar, Ötekileştirmeler vb. eylemleri ve süreçleri içeren sorunlar açık olarak gösteriyor ki, bugün Türkiye'de, "sürdürülebilir ekonomik kalkınma" ile birlikte "birlikte yaşamak", gerçek, kurucu ve kalıcı çözüm bekleyen bir sorun alanını oluşturuyor.

Dört model

Birlikte yaşamak kültürünü güçlendirmeyen, yaygınlaştırmayan ve derinleştirmeyen bir Türkiye'nin, ne ekonomisinde sürdürülebilir büyüme ve insani kalkınma temelinde güçlenmesi, ne siyasi alanda istikrar ve iyi yönetim sağlaması ne de aktif ve yapıcı dış politika temelinde kazandığı "yumuşak güç dış politika kimliğini” sürdürmesi mümkün olacak. Sürdürülebilir ekonomik kalkınma, birlikte yaşamak, katılımcı demokratik siyasi yönetim ve aktif dış politika, "iyi, adaletli ve demokratik Türkiye" vizyonu ve hülyasının gerçekleşmesinin birbirleriyle ilişkili ve bağlantılı boyutları, öğeleri. Bu boyutlar arasındaki ilişkiyi ve bağlantıyı kuracak ve sürdürülebilir kılacak yöntemin de, demokratikleşme, diğer bir deyişle, demokrasiyi tüm aktörlerin içselleştirmesi ve demokrasinin devlet-toplum/birey ilişkilerinde yerleşikleşmesi olduğunu vurgulamalıyız. Demokratikleşme, siyasi partilerin toplum¬sal sorunlara çözüm bulacak politikalar te¬melinde siyaset yapmasını, toplumsal sorunların şiddet ya da dışlama değil, demokratik müzakere yoluyla tartışılmasını içeren demokratik siyasal kültürün yaygınlaşmasını, bu kültürü yaşama geçirecek sivil toplumun güçlenmesini, örgütlü yaşamın desteklenmesini, vatandaşların "aktif vatandaşlar" olarak karar alma süreçlerine katılımını, ve devletin ve siyasetin topluma, ve toplum içinde farklı kimliklerin birbirlerine, Türkiye'nin eşitlikleri ve farklılıkları anayasal güvence altına alınmış vatandaşları olarak yaklaşmalarını gerekli kılıyor.

Bununla birlikte, her boyut gibi, "birlikte yaşama" alanı da, özgün bir alan ve kendisine dönük sorunların çözümü için vizyon ve politika üretimini gerekli kılıyor. Her toplum gibi çoğulcu ve çokkültürlü bir kültürel yapıya sahip olan Türkiye'de, "farklılıkların birarada yaşamasının nasıl mümkün olacağı ve bu bağlamda, devlet politikasının ne olması gerektiği" sorusu, en temel toplum yönetimi sorularından birisi. Bu soruya yanıt bulmak için, dünya pratiklerine ve bu pratiklerin içerdiği modellere bakmamızın yararlı olacağını düşünüyorum. Karşılaştırmalı yöntem içinde yapılan çalışmalar bu sorulara dört model içinde yanıt verildiğini gösteriyor: (i) asimilasyon; (ii) ayrılaştırma (sergere etmet , gettolaştırmak); OM) bütünleşmeye hoşgörü (entegrasyon ve tolerans); ve (iv) birlikte yaşamak.

Asimilasyon, güçlü ve çoğunluk kimliği¬ni ana kimlik yapıp diğer farklı kimlikleri bu kimliğin içinde eritmek yoluyla farklılıklar arasında birlik sağlamaya çalışıyor. Ayrılaştırma (ya da gettolaştırma) güçlü ve çoğunluk kimliğini ana kimlik yapıp diğer farklı kimlikleri küçük alanlara doğru dışlamayı ve bu alanlar içinde yaşamaya zorlamayı içeren bir birlik modeli sunuyor. Bütünleşme ve hoşgörü, güçlü ve çoğunluk kimliğinin ana kimlik konumunun korunması ve kabulü şartı içinde, bu kimlikle diğer kimliklerin hoşgörü yoluyla bütünleşmesini içeren bir farklılıklar arası birlik modelini sunuyor. Bu üç modele karşın, birlikte yaşamak, çoğulcu ve çokkültürlü toplumlarda farklılıklar arası birliktelik modelini, bir toplumda tek bir kimliğin egemenlik ve çoğunluk anlayışı olmadan, farklı kimliklerin, haklar-özgürlükler-sorumluluk ekseninde gelişen, hem kendi farklılıklarını korudukları hem de birbirleriyle demokratik katılım ve toplumsal sorunları işbirliği ve müzakere yoluyla çözme temelinde ilişkiye girdikleri bir birlikte yaşama yöntem ve anlayışını içeriyor.

Türkiye ve birlikte yaşamak

Türkiye'de kuruluştan özellikle 1990'lar ortalarına kadar uzanan bir dönemde, farklılıklar arası birlik modeli, "içinde belli bir oranda bütünleşme-hoşgörü içermekle birlikte, özünde asimilasyon politikalarının güdüldüğü" bir modeli izledi. Asimilasyon modeli, imparatorluğun çözülüşünden sonra kurulan ulus-devlet ve deviet-merkezli modernleşme içinde, belli oranda başarılı oldu ve uzun süre uygulandı. Bu başarı ve uygulama, (a) tüm hakları değil, sadece siyasi haklar temelinde eşitliği öngören bir vatandaşlık anlayışını, (b) belli ölçüde sosyal ve sınıfsal harekete izin veren hoşgörüyü, (c) Prof. Vamık Volkan'ın terminolojisi içinde, "bir Türk dünyaya bedeldir" vb "abartılı narsist" bir psikolojiyi içeren ulusal kimlik anlayışını ve (d) sınıf ya da birey yerine hizmet ve mesleğe dayalı organik toplum anlayışını öngörüyordu. Bu hareket tarzı, bir yere kadar başarılı oldu ve 1990'lara kadar Türkiye modernleşmesi içinde "egemen model" konumunu sürdürdü. Ama, Türki¬ye'nin 1980'lerde başlayan "küreselleşme süreci"; 2000'lerden bugüne süregelen Türkiye'nin "AB’lileşme ya da Avrupalılaşma süreci"; yine o dönemlerden bugüne, modernleşmenin başta İslami kimliğin yeniden-yükselişi ve Kürt sorunu olmak üzere kimlik/tanınma siyaset ve taleplerine açıhm süreci; Anadolu'nun ekonomik dinamizm, kentleşme ve orta sınıflaşma teme linde yaşadığı toplumsal dönüşüm süreci; ve terörden şiddete, yoksulluktan yoksunluğa, dışlanmadan ötekileştirmeye uzanan toplumsal yaşamın içine girdiği güvensiz yapı sonucunda, bugün artık asimilasyon modelinin çalışması mümkün değildir.

Asimilasyon modelinin bugün artık işlevselliğini ve geçerliliğini yitirmesinin, hem devlet seçkinleri ve siyasi partiler hem de toplumsal aktörler tarafından kabulü, Türkiye'nin önüne, diğer üç modeli getiriyor. Bu modellerden, ayrılaştırma ya da gettolaştırma, gerek gücü giderek artan tepkici miliyetçi ve ırkçı kimlik söylemlerinin varlığı, gerek bugün yaşadığımız siyasi ve toplumsal kutuplaşmaların derinleşmesi, gerekse de siyasi partilerin bu konularda işlevsizleşmesi, hatta bu söylemleri kendi siyasi amaçları ve nemaları için kullanmaları sonucunda, önümüzde ciddi bir risk, tehlike ve olasılık. Bu modelin tercihinin Türkiye'ye insani, ahlaki, siyasi ve ekonomik maliyetinin çok yüksek olacağı da gözardı edilemez bir gerçek olarak, hepimizin önünde duruyor. Bu gerçeğin de, son kertede, devlet seçkinleri, hükümet ve muhalefet partileri tarafından görüldüğünü düşünüyorum.

Bu nedenle de, son dönemde TRT Şeş vb belli açılımlar, özelikle Kürt sorunu, Alevi sorunu ve azınlıklar sorunu gibi alanlarda "bütünleşme ve hoşgörü modeline" doğru bir eğilimin devlet politikası olarak ortaya çıkmaya başladığını gösteriyor. Bu olumlu ve gerçekçi bir gelişme. Ama bu gelişmelerin, ne "ayrılaştırma modeli" için tepkici milliyetçi çağrıların ve girişimlerin ne de toplumsal korkuların, endişelerin ve güvensizliklerin ortadan kalkması için yeterli olduğunu da, yaşadığımız acılar ve korkular haklı bir şekilde dile getirildiğinde fark ediyoruz.

Bütünleşme ve hoşgörü modelinin asimilasyon ve ayrılaştırma modellerine göre olumlu ama toplumsal rıza temelinde sürdürülebilir bir farklılıklar arası birlik kurmadaki yetersiz yapısı, bizi "birlikte yaşamak" modelinin önemine götürüyor. Birlikte yaşamak modeli, duygusal güçlülük ve siyasi ve ahlaki güçlü irade isteyen ve sabırlı olmayı, öğrenme, işbirliği ve demokratik müzakere isteğini ve cesaretli olmayı gerekli kılan bir model. Aynı zamanda, birlikte yaşamak, insan haklarına saygı ve demokratik normlar temelinde hareket eden hukukun üstünlüğü ilkesine, yani birlikte yaşama hukukuna da tüm kesimlerin saygılı olmasını isteyen bir model. Dolayısıyla zor yaşama geçecek, ama gerekli bir model. İyi, adaletli ve demokratik Türkiye vizyonunun, güvenli birtoplumsal yaşamın gerçekleşmesinin önkoşulu. Ve ancak, daha önce vurguladığım gibi, demokratikleşmeyle, demokrasinin yerleşikleşmesiyle olasılık kazanacak bir model. Acı ve korkuya karşı güven için, bu model üzerine tartışalım ve çalışalım.

Hiç yorum yok: