8 Aralık 2010 Çarşamba

Ahmet Altan - Generaller, obua ve yaşam

KUM SAATİ 04.12.2010



Yazı saati geldi.

Yazıyı yazmam gerekiyor.

Bense internette deliler gibi Felisa Wolfe-simon dosyaları okuyorum.

Bu arada, Balyoz darbesinde adı geçen üç generali, sivil iradenin şiddetle karşı koymasına rağmen terfi ettirmeye çalışan ordu, sonunda bundan vazgeçti.

Askerî Danıştay, generallerin terfi taleplerini reddetti.

Türkiye, sivil iradenin biraz daha güçlendiği bir ülke oldu.

Hâlâ sivil iradenin “asıl irade” olması gerektiğini söylemek zorunda olduğumuz bir ülkede yaşamak zorundayız ama ne yapalım.

Bunlar düzelecek. Şimdi boşverin generalleri.

Dünya inanılmaz bir buluşla çalkalanıyor.

Bu Felisa Wolfe-simon isimli genç bilimci iki yıldan beri Mono Gölü’nün kenarında yaşayıp ekip arkadaşlarıyla birlikte araştırmalar yapıyordu.

Issız bir çölün ortasındaki, ıssız bir gölün kenarında geçen iki yıl.

Niye gitmiş Mono Gölü’nün kıyılarına?

Çünkü bu göl elli yıldan beri hiçbir taze su kaynağıyla teması olmamış, içindeki arsenik düzeyi çok yüksek bir göl.

Felisa, arsenik üzerine araştırmalar yapan bir biokimyager.

Bu gölde bakteriler var.

Bu bakterileri araştırıyor.

Biliyorsunuz, insanın yazılı tarihi beş bin yıldır.

Yazı beş bin yıl önce bulundu.

Bu beş bin yıl içinde, her kuşak kendi buluşunu ve tecrübesine bir sonrakine aktararak “yaşamla, dünyayla ve evrenle” ilgili büyük bir insanlık birikimi oluşturdu.

Felisa, insanlığın beş bin yıl sonunda ortaya çıkardıkları “yaşam” tarifini yıktı.

Bu binlerce yıllık araştırma sonucunda, dünyadaki bütün canlıların DNA’sının altı elementten olduğu gerçeğine varılmıştı.

Karbon, hidrojen, azot, oksijen, fosfor ve kükürt.

Bütün canlıların temelini bu altı element oluşturuyordu.

İnsanlar yaptıkları binlerce, milyonarca deneyden sonra buna inandılar.

Ve, sadece dünyadaki canlıların değil tüm kainattaki canlıların da bu altı elementten oluştuğuna karar verdiler.

Uzayda “hayat aramaya” gittiklerinde bu altı elementin olup olmadığına bakıyorlardı.

Bu altı elementi bulamazlarsa “burada hayat yok” diyorlardı.

Felisa, Mono Gölü’ndeki bakteriler üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda, bu bakterilerin varlıklarını sürdürebilmek için fosfor yerine “arsenik” kullandıklarını ortaya çıkardı.

Bizim “bildiğimiz” hayatta “ölümcül bir zehir” olan arsenik, Mono Gölü bakterileri için bir “hayat kaynağı” olmuştu.

Her canlıyı öldüreceğini sandığımız arsenik, bazı canlıları yaşatıyordu.

Bu buluş, bizim bildiğimiz canlı türünün dışında canlı türleri olabileceğini, bizim bildiğimiz şartların dışındaki şartlarda da canlıların yaşayabileceğini gösteriyor.

İnsanlığın “yaşam” teorisi iflas ediyor.

Ve yeni bir “canlı” teorisi çıkıyor ortaya.

Bir anlamda, bilim tarihi kırılıyor ve yeni bir bilim anlayışı başlıyor.

Bütün kitaplar şimdi yeniden yazılacak.

Bilimciler öğrendiklerini unutup yeni gerçekler öğrenecekler.

Uzayda, en zehirli ortamlarda bile canlıların yaşayabileceğini kabul ederek uzay araştırmalarını sürdürecekler.

Anlamakta epey zorlandığım ama neredeyse büyülenmiş gibi okuduğum bütün o sayfalar arasında bir başka “küçük” gerçek daha buldum.

Felisa, üniversite eğitimini sürdürürken aynı zamanda konservatuar eğitimini de sürdürüyormuş.

Obua bölümünden mezun, internette onun çaldığı obua parçaları var.

Ayrıca basgitar da çalıyor.

Obua ve basgitar çalan, hayatının iki yılını ıssız bir gölün kıyısında geçiren, beş bin yıllık bilim tarihinin bütün buluşlarını tek bir buluşla altüst eden genç bir kadın.

Bütün canlıları öldüren zehirden, kendine bir hayat yaratan yeni bir “canlı” türü.

Tarihin en önemli buluşlarından birinin, belki de en önemli buluşunun yaşandığı bir çağda yaşıyor, bütün bu değişimleri izleyebiliyor, bunlara tanıklık edebiliyoruz.

İnsanlık böylesine adımlar atarken, biz de “sivil iradenin” egemenliğine doğru bir adım daha atıyoruz.

Türkiyeli olmanın sıkıcılığını, dünyalı olmanın olağanüstü heyecanı dengeliyor hiç olmazsa.

Obua ve arsenik.

Önümüzdeki bin yılı değiştirecek kızın biyografisinde bu ikisi yan yana duruyor.



ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: