07.12.2010
Van’dan geliyorum; “bilinmeyen bir dil” konuşan bilinmeyen bir halkın Wan ülkesinden... Orada üç gün boyunca “bilinmeyen dil”le, “Rojên ‘Em bi Kurdî Bixwînin’ Wan” yapıldı. “Bilinen dil”le: “Van, Kürtçe Okuyalım Günleri”.
Üç günde, yedi oturumda Kürtçe edebiyat, Kürtçe roman, Kürtçe hikâye, Kürtçe şiir okundu. Okumakla kalınmadı, tartışıldı. Anadilde eğitim olanakları ve pratikleri, çeviri ve dil sorunları, dünya edebiyatında Kürtçe metinler, günümüzde Kürtçe roman, Kürtçe hikâyede geleneksel anlatım biçimleriyle modern biçimlerin karşılaşması, biçem sorunları, sempozyumun konu başlıklarından sadece birkaçıydı. Yedi oturumda tartışılan yedi konunun sadece biri “bilinen dil”deydi: Benim ve Ayşegül Devecioğlu’nun katıldığı “Türkçe Edebiyatın Kürt Sorunu”. Bilinen dil’de konuştuğumuz için tek çeviri yapılan oturum da buydu, diğerleri bilinmeyen dil’de olduğundan izleyicilerin tümü anlıyordu. Üç gün boyunca salonu dolduran yüzlerce kişi, bilinmeyen dili dinlediler, anladılar, konuştular.
Hani insanın, iyi ki oradaydım, iyi ki bu olayın parçası oldum, dediği anlar vardır. O anlardan, saatlerden, günlerden biriydi. Bir halk; yasaklanmış, inkâr edilmiş, baskıyla, zulümle unutturulmaya çalışılmış anadili için -bu en temel insan hakkı için- en meşru silah olan dil silahıyla mücadele ediyordu. Gencecik insanlar tanıdım; “bilinmeyen dil”in alfabesi üzerine, dil sorunları üzerine kafa yoran, kendini o dilin edebiyatının gelişmesine adamış, ya da Kürtçe edebiyatın köklerine uzanan bilinmeyen halkın aydınları. Devrimlerin ilk günlerindeki ya da kuruluş dönemlerindeki umutla, tutkuyla, heyecanla dillerine sarılmış; bilinmeyen dil’i dost kadar düşmana da bilinen kılmak için yola çıkmış insanlar...
Dil insanın ülkesidir, kimliğidir, düşünce özgürlüğü ve yeteneğidir. Ağızdan çıkan seslerden ve o seslerin işarete dökülmüş şeklinden ibaret değildir dil. Düşünen insanın toplumsal evrenidir. İnsanları birbirine bağlayan, insanın insana ulaşmasını sağlayandır. Halklar ve kültürler anadillerini geliştirerek gelişirler. Bir halkın anadilini yasaklarsanız, düşünmesini, yaratmasını, gelişmesini, özgürleşmesini engellemiş olursunuz. Egemen uluslar ve devletler, tam da bu nedenle, boyunduruk altına almak, yok etmek, ikinci sınıf insanlar olarak asimile etmek istedikleri halkların dilini yasaklamaya, gelişmesini engellemeye çalışırlar.
Kimse bana, “Kürtçe yasak değil ki, bak konuşuyorlar işte, televizyon kanalları bile var” mavalını okumaya kalkışmasın. Bunu söyleyen ya Türkiye’den, dünyadan habersiz, bilinci köreltilmiş biri, ya da bilinçli bir şoven Türk milliyetçisidir. Tartışma götürmeyen gerçek, Kürtçenin dönem dönem yasalarla ya da yasaya bile gerek kalmadan zorbalıkla engellenmiş olduğudur. Bugün hâlâ, “bilinmeyen bir dil” denebiliyorsa Kürtçeye; Türkçeleriyle birlikte kullanılan Kürtçe yer adları, son olarak Diyarbakır Valiliği’nin müracaatı üzerine bir kez daha yasaklanmışsa; bu ülkede hâlâ Kürtçe konuştukları için yargılanan ve hüküm giymiş olanlar varsa, kimse çıkıp da riyakârca, Kürtçe yasaklı değil ki, demesin ve konunun cahili olan kimse de böyle diyene kanmasın. Van’daki sempozyumun yapıldığı salonun fuayesinin pencerelerinden karşıdaki dağlara bakıldığında görülen “Ne mutlu Türküm diyene” ve bölgede dağa taşa yazılmış “Tek dil, tek ülke, tek bayrak” sloganları, diller üzerinde baskı olmadığı efsanesini yeterince ve resmen yalanlıyordu zaten.
Bir dilin sadece evde, aile içinde, en fazla birkaç yüz sözcükle konuşulması o dilin serbest olduğu anlamına gelmez. Kaldı ki, hapishanelerde görüş günlerinde Kürtçeden başka dil bilmeyen analarıyla anadillerinde konuşmaları yasaklanmış tutukluların, yoksul kulübelere kadar girip analarıyla Kürtçe konuşan çocukları cezalandıran öğretmenlerin, Diyarbakır Hapishanesi’ndeki “Çok konuş, Türkçe konuş” yazılarının anısı hâlâ taze. Bir dilin özgürlüğü ve zenginleşmesi, anadilden başlayıp edebiyat ve bilim diline kadar geliştirilebilmesiyle, eğitim dili de olmasıyla mümkündür. Her eğitim kademesinde anadilde eğitim bir lütuf değil, bir haktır. Kürtler gasp edilmiş haklarını talep etmektedirler ve bu hakkın teslimi siyasal, ideolojik olmaktan önce vicdani bir görevdir.
Vicdan bir yönüyle de kendimize yapılmasını istemediğimiz, kaldıramadığımız şeyin başkasına yapılması karşısında duyduğumuz acı ve isyansa eğer, şu soruyu soralım kendimize: On milyonlarca insanın anadilini ne hakla yasaklıyoruz? Bu dilin eğitim dili olarak da gelişmesini ne hakla kısıtlıyor, engelliyoruz? Tersinden düşünelim: Birileri Türkçeyi yasaklasaydı; mesela İngilizce, Arapça, ya da Kürtçe resmi dil ilan edilip Türkçe eğitim verilmeseydi ne olurdu tepkimiz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder