ekarakas@stargazete.com
1 Aralık Çarşamba 2010 tarihi Cumhuriyet, devlet ve basın için önemli ve karanlık bir tarihtir.
1 Aralık 2010 tarihinde Temmuz 1980’de, 12 Eylül darbesinden yaklaşık iki ay önce öldürülen sendikacı, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in cinayet davası zaman aşımına uğramış ve düşmüştür.
Bu zaman aşımı meselesi sadece yargı için değil, devletin tümü için bir yüz karasıdır.
Göz göre göre gelen bir son Çarşamba günü Bakırköy adliyesinde deklare edilmiştir.
12 Eylül öncesi işlenen tüm karanlık cinayetlerin ortada kalması gibi bu cinayet davası da zaman aşımına uğramıştır.
Bugün, Türkiye Devleti’nin Cumhurbaşkanı olmayı gerçekten istemez idim.
Cumhurbaşkanı ülke içinde devleti temsil eden yegane kişidir, makamdır.
Ve bugün ortada her aklı başında, vicdan sahibi insanın utanması gereken bir devlet skandalı yaşanmaktadır.
Bir önceki davada adliyeye bile gelmeyen/getirilemeyen bir sanık iki gün önce zaman aşımından yakın tarihin en önemli cinayet davalarından birinden, tabiri mazur görün, herkesin, devletin gözü önünde yırtmıştır.
Anayasanın ilgili maddesi Cumhurbaşkanı’na devlet organlarının ahenkli çalışmasını gözetme görevi vermektedir.
Yaşanan devlet skandalı öyle yargı bağımsızlığı, usul kuralları gibi ifadelerle savuşturulabilecek bir konu değildir.
2007 senesinde başkanlık ya da yarı başkanık rejimiyle yönetilmeyen bizim ülkemizde Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesine eleştiri getirenlere bendeniz“Cumhurbaşkanlığı çok önemlidir, çok önemli anlarda bu makamın alması gereken çok radikal tavırlar olabilir, halk oyuyla seçilmesi de evrensel hukuk devleti çerçevesinde yapılacak bu müdahalelere meşruiyet kazandırır” diye yazdığımı hatırlıyorum.
1 Aralık, Türkiye Devletinin iflas ettiği, sınıfta kaldığı, büyük bir devlet skandalının içine düştüğü gündür.
Sayın Cumhurbaşkanı bugün devlet organlarının ahenkli (!) çalışmasını gözetmeyecektir de, ne zaman gözetecektir?
Somut olarak Sayın Cumhurbaşkanı’nın ne yapabileceğini ben de bilemiyorum ama ortada büyük bir devlet skandalı vardır ve Cumhurbaşkanı bir şeyler yapmak, en azından tepkisini ortaya koymak zorundadır.
Nihai analizde bizler bu devletin vatandaşlarıyız, Sayın Cumhurbaşkanı ise devleti temsil eden kişidir.
16 Mart 1978 katliamı davası da aynı şekilde, karanlık eller tarafından, herkesin gözleri önünde, Çankaya’nın da gözü önünde zaman aşımına UĞRATILMIŞTIR; bu davanın da en başından beri sorumluları, bu sorumluların nasıl korunduğu herkes tarafından görülmekte, bilinmektedir.
Üstelik bu bilgiler gizli bilgiler değil, internet bilgileridir.
Zaman aşımına uğrayan 16 Mart katliamı davasının en büyük sorumlusunun olay sonrası kariyeri bile başlı başına bir devlet skandalıdır.
Sayın Cumhurbaşkanım, sadece örnek olarak verdiğim bu iki olay, 16 Mart katliamı ve Kemal Türkler cinayeti davalarının akıbeti toplumda adalet duygusunun, devlete güvenin sonu demektir.
Adalet duygusunun bu kadar kaybolduğu bir kuruma devlet demek artık mümkün müdür?
Sayın Cumhurbaşkanım, alçakça bir devlet cinayetine kurban giden rahmetli Kemal Türkler’in kızının NTV’de Banu Güven’le yaptığı söyleşiyi lütfen izleyin, 27 Nisan muhtırası sürecinde büyük ve haklı kavgalarla geldiğiniz makam bu söyleşiye şahit olmak için midir?
Basın da 2 Aralık günü sınıfta kalmıştır.
İnternet üzerinden taradığım köşe yazılarının hiçbirisinde bu devlet skandalına değinilmemiştir.
Anlaşılan Wikileaks ülkemizde adaletin kalkmayan cenazesinden daha önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder