13 Aralık 2010 Pazartesi

Ahmet Altan - Geriden muhalefet

KUM SAATİ 10.12.2010


Genelde bütün Türkiye’nin, özelde ise demokratların ortak bir çıkmazı var.
AKP, bugün Türkiye’nin en “demokrat” partisi.
Ama AKP yeterince demokrat değil.
Deli gömleği gibi zihinlere dolanan bir çapraz bu.
Düşünsenize, bir ülkenin en dinamik, en açık kafalı, en özgürlükçü kesimi olması gereken gençler bile “emekli generallerin” laflarına benzer laflarla muhalefet ediyorlar.
AKP’den daha tutucu ve milliyetçiler.
Dünyayla bütünleşmeye karşı çıkıyorlar.

“Açılımları” geri çekmeye uğraşıyorlar.
Çok haklı bir davanın sözcülüğünü yapan Kürt siyasetçilerle, Alevi siyasetçiler ise kendi insanlarının hak talebini, bu ülkenin bütün ezilenlerini savunacak geniş ve kucaklayıcı bir politikaya dönüştüremiyorlar.
Ezilenlerin yalnızca bir bölümünün davasını savunup, diğer ezilenlerle ilgilenmeyince, bu politikalar ırk ve mezhep şovenizmine dönüyor.
CHP ve MHP ise zaten “dünyalaşmaya” karşı, ulusalcı biz çizgi izliyorlar.
Hiçbir kesin ve kalıcı çözüme kavuşturamasa da, AB reformlarıyla, Kürt ve Alevi açılımıyla, başörtüsü mücadelesiyle, askerî vesayeti gerileten dik duruşuyla AKP, demokrasi tarlasının tek fidesi olarak kalıyor.
Bu tek “demokrat” da, gençleri vahşice döven polislerin şiddetini savunabiliyor.
Genelkurmay’a “yönetmelikler” hazırlatıp Sayıştay denetimlerini anlamsızlaştırabiliyor.

“En” demokratının bile “tam” demokrat olmadığı bir ülkede yaşıyoruz ve toplum bugün AKP’yi demokrasi yarışında zorlayacak, AKP’yi bulunduğu noktadan daha ileriye çekecek bir muhalefet yaratamıyor.
Bu, niye böyle?
Devletin korkunç baskısının artık varlığını sürdüremediği ve gittikçe zayıfladığı bir “değişim” döneminde, yıllarca baskı altında kalmış her grup kendi varlığını ve “kimliğini” kabul ettirme peşinde.
Kendi kimliğini, ancak kendini diğerlerinden ayırarak gösterebiliyor.
Demokrasi herkesi sarmalayacak bir hareketken, biz herkesin “kendini diğerlerinden” ayırdığı bir süreçten geçiyoruz.
Herkesin kendi hakkını savunması demokrasi için çok önemli bir adım.
Ama demokratlık, herkesin hakkını savunmakla, “hak” kavramına “bütün” olarak sahip çıkmakla mümkün.
Demokrasiye doğru, tam demokrat olamadan yürüyoruz.
Demokratsız demokrasi mücadelesi de patlak top gibi, her hamlede biraz havalanıp yol alsa da düştüğü yerde zıplamıyor, çöküp kalıyor.

“Oyunun” bu kadar tatsız olmasının nedeni de bu sanırım.
Bunu nasıl kıracağız, “haklarımızı” ancak ortak bir demokrasi zemininde, “diğerleriyle” birlikte kazanabileceğimizi nasıl anlayacağız?
Bunu nasıl öğreneceğiz?
Herhalde bunu bize hayat öğretecek.
Bu açıdan baktığımızda, Öcalan’ın Gülen cemaatiyle ilişki kurma çabası çok önemli bir girişim bence.
Hak kavgasında, kendine benzemeyenle işbirliği yapmaya çalışmak sık rastlanır bir şey değil bu ülkede.
Öcalan bunu siyasi nedenlerle yapsa da bence siyasi “ihtiyaç” bu noktada demokratik bir tavır yaratıyor.
Aynı şekilde, “Türk” kimliğine “demir elleriyle” sarılan devletin Öcalan’la müzakereye oturması, kendine benzemeyenle bir çözüm araması da demokrasi açsından çok yararlı sonuçlar verebilecek bir adım.
Öcalan’ın girişimi Kürtlerin dindarlarla ilişkisini kuruyor, devletin müzakeresi Türklerle Kürtlerin ilişkisini yumuşatıyor.
Hayat hepimizi demokrasiye doğru itiyor.
AKP’nin iktidarda kalabilmesi için Türkiye’yi zenginleştirmeye, zenginleştirebilmek için dünyayla ilişki kurmaya, dünyayla ilişki kurmak için demokratik değerleri benimsemeye mecbur kalması gibi.
Teorisi olmayan bir demokrasi pratiği bu yaşadığımız.
Teorisi olmadığı, zihinsel bir hazırlık temeline oturmadığı için sekmeler, sıçramalar, geriye dönüşler sıkça ortaya çıkıyor.
Ama bu “pratik”, sonunda kendi “teorisini” yaratır, hepimiz “tek başımıza özgür olamayacağımızı” anlar, bu anlayışımızı da bir düşünce olarak aklımıza yerleştiririz.
Bu hayhuydan olumlu bir sonuç çıkacak.
Zihinsel hazırlığı olmadan demokratikleşen bir toplumda yaşadığımız tuhaflıklar çok da üzmesin bizi, çocukların hayatı “hatalarla” öğrenmesi gibi biz de demokrasiyi hatalar yaparak öğreniyoruz işte.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: