13 Aralık 2010 Pazartesi

Ahmet Altan - Gizlilik

KUM SAATİ 08.12.2010

Devlet “icat edildiğinden” bu yana devletle toplum arasında hep bir çekişme vardır.
Devlet toplumu, toplum da devleti denetlemek ister.
Sanırım “gelişmişliğin” en önemli ölçülerinden biri de bu ilişkinin biçiminde ortaya çıkar, toplum devleti denetleyebiliyorsa “gelişmiş” ülkeler arasında girersiniz, devlet toplumu denetliyorsa ne kadar zengin olursanız olun “gelişmiş” sayılmazsınız.
Biz, herkesin çok iyi bildiği gibi, devletin toplumu denetlediği, denetlemekle kalmayıp “biçimlediği”, zihniyetine ve yaşama biçimine müdahale ettiği bir ülkeyiz.
AKP’nin sekiz yıllık iktidarının halk tarafından desteklenen en önemli özelliği de bu çekişmede “toplumun” tarafını tutması, devletin özellikle askerî kanadının hegemonyasını sona erdirmek için çaba göstermesidir.
Devlet, kendini denetletmez Türkiye’de.
Aksine, din sorununda, Kürt sorununda, Alevi sorununda, üniversite sorununda olduğu gibi her alanda “kendi dediklerinin” uygulanmasını, kendi ölçülerinin kabul edilmesini ister ve karşı çıkanı da çeşitli biçimlerde ezer.
Bugün yaşadığımız neredeyse bütün büyük sorunların temelinde devletin bu “benim dediğim gibi olacaksınız” inadı yatar.
AKP, bugüne kadar bu büyük sorunların hiçbirini kesin bir çözüme kavuşturamadı.
Ne başörtü sorununu, ne Kürt sorununu, ne Alevi sorununu, ne üniversite sorununu, ne fikir özgürlüğü sorununu kalıcı bir biçimde çözebildi.
Bunları çözememesine rağmen sadece çözmek istediğini gösteren “jestlerle” insanların oylarını kazandı.
AKP’nin dışında hiçbir partinin bu sorunlarının bütününe yönelik bir çözüm önerisi olmaması, tam tersine partilerin çoğunluğunun bu sorunların çözülmemesi için devletle el birliği yapması, AKP’nin iktidarını rakipsiz sürdürmesini sağladı.
Siyaset sahnesinde tek “çözüm ümidi” AKP’ydi çünkü.
Çözmese bile “çözeceği ümidini” yaratıyordu.
Öylesine çaresiz bir yapının içinde yıllarca boğulduk ki sadece “ümit” bile bu halkın neredeyse yarısının o “ümidi” yaratan partiyi desteklemesine yetiyordu.
AKP’nin toplumun “özgürleşmesi” yolundaki her girişimi, “o ümidi” besliyor ve alkış alıyordu.
Bu açıdan baktığımızda AKP sekiz yıllık iktidarının sonunda henüz bir “çözüm partisi” hüviyetine kavuşmuş değil, hâlâ varlığını bir “ümit” partisi olarak sürdürüyor.
Onun için de bu partinin o “ümidi” kıracak her davranışı özellikle taraftarları arasında ciddi bir hayal kırıklığı yaratacağı gibi partinin temel “kimliğini” de yaralayacak bir hamle oluyor.
Çocukları sokaklarda vahşice dövdürmesi, üstüne üstlük bir de bunu savunması onun için böyle büyük bir tepkiyle karşılaştı.
Gösteri yapan çocukları dövdüreceksek, “devletin” gücünü sınırsız kullanacaksak, bunu AKP’den daha iyi yapacak çok parti var, onlar gelir yapar, AKP bu ülkeyi özgürlüğe kavuşturacak, toplumun nefes almasını sağlayacak diye siyasette varlığını sürdürüyor.
Üstelik AKP, sadece çocukları dövdürmekle kalmıyor bir de Sayıştay Kanunu’na yaptığı eklerle “toplumun devleti denetlemesini” engelliyor, devletin “gizlilik” duvarları arkasında keyfince davranmasına alet oluyor.
Getirdikleri yasa “ordu harcamalarını” toplumun gözünden saklamayı amaçlıyor.
Sayıştay orduyu denetleyecek ama denetleme sonuçlarını biz hiç bilmeyeceğiz.
O zaman, o denetleme ne işe yarayacak?
Bugün yazısını manşet yaptığımız Ankara temsilcimiz Lale Kemal, Sayıştay Yasası’nın ayrıntılarını anlatmış.
Ordu, eskiden yaptığı gibi çok pahalı AWACS uçakları ya da kocaman uçak gemileri almaya kalkarsa, Sayıştay orduya “bunları niye alıyorsun” diyemeyecek.
Yunanistan, ordusunda ve silahlarında indirime giderken, bizim ordu Ege’de silahlarını ve harcamalarını azaltacak mı yoksa arttıracak mı bunu biz bilemeyeceğiz.
AKP, bu yasayla “devletin yanına geçip”, toplumun devleti denetlemesine engel oluyor.
Orduya, bizim paralarımızı gene keyfince harcayabilmesi için geniş bir alan açıyor.
Bunu niye yapıyor bilmiyorum.
Ama bu hamle, toplum devlet çekişmesinde “toplumun” tarafını tutan, en azından bunun ümidini yaratan partinin yarattığı ümitlerle çelişiyor.
Kendisini en kuvvetli olduğu yerinden sakatlayarak, Lale Kemal’in deyimiyle kendisini topuğundan, bizi de sırtımızdan vuruyor.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: