13 Aralık 2010 Pazartesi

Fikret Bila -Türkiye, Irak’a döner


09 Aralık 2010
Demokratik Toplum Hareketi’nin (DTH) gündeme getirdiği kent meclislerinin Öcalan’ın projesi olduğunu ve “dört ayaklı paradigması”nın ayaklarından biri olduğunu yansıtmıştım.
Öcalan’ın DTP ve BDP’ye yaptığı önerilerin her biri ayrı bir tartışma konusu. DTP ve BDP bir taraftan bu örgütlenmeleri yaşama geçirmek için çaba gösterirken, bir yandan da
yeni anayasa için çalışıyor. İktidarın yeni anayasa sözünden hareketle önerilerini gündeme getirdikleri gibi ayrı bir anayasa taslağı çalışması da sürdürüyorlar.

Anayasal güvence
Öcalan esas itibarıyla “ulus devlet”e karşı düşünceler açıklıyor olsa da, “Kürt milliyetçiliğine” dayalı hareket ve örgütlenmenin ulaşmak istediği hedef farklı görünmüyor. “Devlet olmayan ama devletin işlevini görecek kongre örgütlenmesi ve toplum düzeyinde komünal örgütlenme” olarak özetlenecek yaklaşımı, daha önce anarşizmi anımsatıyor. Öcalan, bunu reddetse de öz itibarıyla ütopik nitelikli bir toplumsal ve sayısal sistem öneriyor. Bu da ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz.
Öcalan’ın anayasa önerisi ise
İspanya Anayasası’nı anımsatan, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder” cümlesiyle başlıyor. Bunun bir başlangıç olduğunu vurgulamak gerekiyor.
BDP Eşbaşkanı
Selahattin Demirtaş ise anayasa çalışmaları içinde devamını şöyle ifade ediyor:
“Biz bütün inançların, kimliklerin, grupların kendini demokratik şekilde ifade edeceği bir anayasa taslağı hazırlıyoruz.”

Ulus devlet-üniter yapı
Etnik ve inanç gruplarının yer alacağı bir anayasa Türkiye’yi nereye götürür?
Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet ve üniter devlet yapısıyla bağdaşmaz. Ayrıca bu yaklaşım çok moda deyimle, “vatandaşlık esasına” da çok uygun düşmez. Vatandaşlık hukuki bağını, etnik ve inanç gruplarıyla anayasaya koyarsanız, karşınıza farklı bir Türkiye çıkar.

Siyasal örgütlenme
Anayasanın
etnik kimlik ve inanç gruplarını esas alarak hazırlanması, siyaset yapısının da buna göre şekilleneceği anlamına gelir. Demirtaş’ın, “demokratik olarak kendini ifade edebilmek” yaklaşımı da bunu işaret ediyor.
BDP lideri, bu yaklaşımıyla; etnik esaslı bir partinin başkanı olarak, diğer etnik gruplara ve inanç gruplarına da siyasallaşma, partileşme öneriyor.
Siyasi sistemin etnik ve inançlara dayalı şekilde partileşmesi, birleştirici değil, aksine ayrıştırıcı bir anlayıştır. Vatandaşlarının etnik kimliklerine ve inançlarına göre ayrı partileştiği ve örgütlendiği bir Türkiye’de ulusal ve siyasal birliğin güçleneceğini savunmak gerçeğe bilerek göz kapamak anlamına gelir.

Irak örneği
Etnik ve inanç esasına göre şekillenmiş siyasal yapısıyla Irak, yanıbaşımızdaki
en çarpıcı örnektir. Bu yapı sadece siyasette değil, Irak toplumunda da hâkim durumdadır.
Düşünün ki, bir imparatorluk mirası olan Türkiye’nin Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Sünni, Alevi; Sünni Türk, Alevi Türk, Sünni Kürt, Alevi Kürt, Sünni Çerkez ve bunun gibi kesimler itibarıyla partileştiğini veya partilerin bu gruplara dayanarak vücut bulduğunu...
Bu siyasal yapının, toplumsal yapıyı da şekillendirmeyeceğini söylemek mümkün olabilir mi? Derneklerin, meslek odalarının, sendikaların da böyle örgütlendiği bir toplumda nasıl birlik beraberlik güçlenir?
Düşünün, Irak’ta örnekleri görüldüğü gibi, serbest meslek mensuplarının tabelalarına etnik kimliklerini ve inançlarını da yazdıkları; kartvizitlerini böyle bastırdıkları bir Türkiye’de sosyal ve siyasal yaşam nasıl olur?

Hiç yorum yok: