13 Aralık 2010 Pazartesi

Çetin Altan - Simit

 Şeytanın gör dediğic.altan@bnet.net.tr

09 Aralık 2010
150 yıl önceki Amerika’yı, sinematografik bir dille en iyi anlatan belgeseller bir bakıma “Western” filmleri.
* * *
“Vahşi Batı”da küçük bir kasaba; asayişten sorumlu bir “şerif” ile yardımcısı ve kasabanın karakolunda da yakalanan suçluların içine konulduğu, demir parmaklıklı küçük bir cezaevi.
* * *
Sonra efendim, kasaba gazetesinin çıktığı bir matbaa ile kapısının önünde sıra sıra boş tabutların dikine durduğu bir “cenaze levazımatçısı” ve genç kadınların servis yapıp, karşılığını ödeyenlerle de bir kat yukarda yattıkları bir “kovboy meyhanesi”...
* * *
Bir yanda posta arabaları, bir yanda kasabaya henüz gelen demiryolu, bir yanda hayvancılıkla geçinen küçük çiftlik sahipleri ve bir yanda da silahlı soygunlar düzenleyen atlı kovboylar...
* * *
Bendenizin dikkatini çeken, “western”ler de dahil, Hollywood filmlerinin hiçbirinde; camekanlı arabası içinde, yahut açık bir tezgâh üstünde susamlı simitler satan bir simitçinin bulunmaması...
* * *
Simit...
Bir zamanlar Babıali gazeteciliğinin de simgesi olan “çayla simit”; sadece bize özgü, ucuzca bir doyum kahvaltılığı mı?
* * *
Simidin tarihçesi ve özellikle de İstanbul’un değişik semtlerinde geçirdiği evreler üstüne, bir belgesel yapılsa; ola ki siyasal parti sayısının neden 67’ye kadar yükseldiği de, “akla-kara” gibi daha iyi çıkardı ortaya...
* * *
Örneğin siyasetçiler arasında bir anket yapılsa:
1- Çocukken karnınızı simitle doyurmak zorunda hiç kaldınız mı?
2- Gittiğiniz okullarda, babası simitçilik yapan hiç kız öğrenci var mıydı ve onlar sonradan kimlerle evlendiler?
3- Bir sokak simitçisinin aylık kazancını hiç merak ettiniz mi?
4- İstanbul pastanelerinde lüks simitlerin satılmasıyla; sıcak kaşarlı simit ve çay servislerinin yapıldığı lüks lokaller ne zaman çoğalmaya başladı İstanbul’da?
5- İstanbul trafiğinde akması durmuş arabalara; ellerindeki uzun sopalara takılmış simitleriyle yaklaşanlardan birine, hangi partiye oy verdiğini hiç sordunuz mu?
* * *
Western filmleriyle, bizdeki bir simit belgeselinin karşılaştırılması mümkün olsa...
Şu sıradaki 16 milyon öğrencinin geleceği de, bir ölçüde daha belirginleşmez miydi?
* * *
ABD’de 150 yıl önceki “Vahşi Batı”yı anlatan western filmlerindeki kadın hayatlarıyla; bizim bugünkü kasabalarda, babası simitçi olan kız öğrencilerin hayatı...
* * *
Politik bir yorumla konuyu bandajlamak kolay:
-Onların kültürü öyle, bizimki de böyle...
* * *
“Wikileaks” sitesinden yapılan açıklamalarda; Türkiye’de de ABD’ye ait atom bombalarının bulunduğu bildiriliyor.
* * *
Onların kültüründe atom bombaları, dünyanın değişik bölgelerine yerleştirilebiliyor; bizim kültürümüzde de babaları simitçi olanların kızları, çocuklarını “Mehmetçik” olmaktan kolay kolay kurtaramıyor.
* * *
Ajans haberlerinden öğrendiğimize göre, simidin de fiyatı birden artıp 1 TL’ye çıkmış.
* * *
Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’ın İngiltere’de polise teslim olarak, mahkemece tutuklanması da önemli ama; simidin 1 TL’ye çıkması da önemli...
Her ne kadar siyasetçiler, “Wikileaks tartışmaları” yanında; “simit fiyatı tartışmaları” yapmasalar da...
* * *
Bendeniz küçükken, “dizanteri” geçirdiğim ve büyüklerin de yemeklerini gizlice yemelerine neden olan, 6 aylık çok sıkı bir perhizden geçtiğim için; susamları dokunur diye hiç simit almamışlardı bana, hiç simit yiyememiştim.
* * *
Edirne’de babam, belediye parkına nargile içmeye giderken, beni de yanında götürür ve parkın karşısındaki şekerciden “halka” almam için, elime sarı bir “yüz para” verirdi.
* * *
O zamanlar madeni 10 para da vardı, 20 para da... Madeni 40 para 1 kuruş sayılırdı.
Gazeteler 5 kuruştu.
Babam, 1 hafta gecikmeyle gelen Son Posta gazetesini okurdu.
* * *
Yüz paraya aldığım 10 halkayı çok severdim.
İnanır mısınız, hâlâ daha halka alıp yediğim çok oluyor.
* * *
Eski Babıali’nin simgesi olan “çay-simit” dönemi de; henüz daha Türkiye’de NATO üsleriyle, ABD’ye ait özel üslerin bulunmadığı dönemdi...
Taşra köylerinden İstanbul’a sızmış köylülerin ya çarıkla ya yalın ayak dolaştıkları dönemdi...
O zamanlar “bizim kültürümüz” öyleydi. Bağdat caddesine henüz tramvay dahi gelmemişti.
* * *
İlk kez ne zaman simit yediğimi hatırlamıyorum.
Şimdilerde ise, Beylerbeyi İskelesi’nde; dostlardan özel rica ettiğim sıcak kaşarlı taze simidi canım bazen çok çekiyor.
* * *
Şu sırada Londra’da cezaevinde bulunan Julian Assange’ın canı, sıcak kaşarlı taze simit yemeyi çekmiyordur; onların simit kültürü yok, bizim var.
Öyle ki onlar “Cankurtaran simidi”ne bile “simit” demiyorlar.
* * *
Kültür kuruluşlarının damına bir “simit bayrağı” dikmek; demokratik gelişime uygun bir karikatür olurdu ama; sakıncası da yok sayılmazdı.
Ola ki bayraktaki “simit”, “sıfır” olarak da algılanabilirdi.


Hiç yorum yok: