21 Ağustos 2010 Cumartesi

Ahmet Altan - Marmara Özerk Bölgesi

KUM SAATİ 08.08.2010


Ahmet Altan

Marmara Özerk Bölgesi


Belki yanılıyorum ama biz siyasi tartışmalarımızı “insanların nasıl daha iyi yaşayacağı” üzerine değil de “nasıl insanların birbirine gücünü kabul ettireceği” üzerine yapıyoruz.

Mesela “özerk bölgeler insanların daha iyi yaşamasını sağlar mı sağlamaz mı” olmuyor “özerklik” tartışmasının merkezi.

Merkez, “Kürtler özerk bir yönetim kurabilir mi kuramaz mı” oluyor.

Böylece “özerk yönetimlerin yararları ya da zararları” konusu bir kenara gidiyor.

Halbuki bu önemli bir tartışma.

Merkezî bir yönetim mi, yoksa güçlü yerel yönetimler mi?

Hangisi daha iyi?

Doğrusu ben “Ankara’nın Türkiye’yi yönetebildiğini” pek sanmıyorum.

Konunun uzmanları benden çok daha iyi bilecektir ama “özerk” bölgeler “paranın” daha iyi kullanılmasını sağlar.

Belediyeler vergilerin önemli bir bölümünü toplar, “merkeze” bir bölümünü aktarır ama kalanı ile kendi bölgesindeki hizmetleri ve yatırımları karşılar.

Eğitimi, sağlığı, ulaşımı çok daha kaliteli bir hale getirebilir.

Ben bir “Marmara Özerk Bölgesi” olmasından yanayım doğrusu.

Osman Baydemir gibi özerklik meselesinin en önemli kısmı” bayrak” değil benim için.

Marmara’da bir bayrağımız olmasa da olur ama olacaksa bir bayrak önerim de var.

Erguvan rengi bir bayrak üzerine beyaz bir zambak resmi.

Biraz Ortaçağ bayraklarına benziyor ama Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının merkezine de böyle bir bayrağın daha çok yakışacağını düşünüyorum.

Üretim ve turizm gelirleri çok yüksek olan Marmara, gelirlerinin önemli bir kısmını kendi bölgesi için kullanabilirse, çok değil, beş yıl sonra Avrupa’nın en zengin bölgelerinden biri haline gelir.

Ayrıca gelirlerimizle “yetenekli” danışmanlar tutabiliriz.

Tuzla gibi, Dilovası gibi, Haliç gibi, Boğaz gibi çevre felaketlerine çözüm bulmak için Al Gore’u buraya getirtebiliriz.

Real Madrid’in antrenör Mourinho’ya verdiği kadar bir parayı Bill Clinton’a teklif edip onu yönetim danışmanı yapabiliriz.

Böyle bir kadrolaşmayla İstanbul dünya siyasetinin, biliminin, sanatının toplanma merkezine dönüşür.

Büyük proje yarışmaları açar, dünyaca ünlü mimarları da buraya çekebiliriz.

Belediyenin oluşturacağı bir üniversite kurar, yeryüzünün başarılı bilim adamlarına dersler verdirebiliriz.

Marmara bölgesinin gelirleri bunları rahatlıkla karşılar.

Seçimlerde partiler “projeleriyle” yarışır o zaman.

Benim özellikle İstanbul’un “tarihî yarımadası” için çocukluğumdan beri beslediğim bir hayal var.

Topkapı’nın, Sultanahmet’in, Ayasofya’nın, Çemberlitaş’ın, Yerebatan’ın, İbrahim Paşa Sarayı’nın, dikilitaşların, Sultan Ahmet Çeşmesi’nin, Arkeoloji Müzesi’nin bulunduğu bu bölgede büyük bir istimlâk hareketine girişip bütün çirkin binaları yıkarız.

Bu büyük anıtların bulunduğu bölgede başka hiçbir bina bırakmayız.

Her tarafı çim yaparız.

Yürüme yolları olur.

Küçük lokantalar, kafeler, kahvehaneler açarız.

Süleymaniye’nin, Fatih Camii’nin çevrelerini yeniden düzenleriz, Kapalıçarşı’yı elden geçiririz, Mısır Çarşısı’nı güzelleştiririz, Haliç’i temizleriz, bir yanda bütün efsaneleriyle Eyüp Sultan, bir yanda Patrikhane olur.

Bursa’yı, otomotiv ve tekstil sanayiinin yanı sıra modanın merkezi haline getiririz.

İzmit Körfezi’ni temizleriz.

Dünyanın en güzel koylarını yeniden yapılandırırız.

Buralar bir cennete dönüşür.

Eminim, Güneydoğu’da, Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de, Orta Anadolu’da da benim aklıma gelebileceklerden çok daha çekici projeler ortaya çıkar.

Olağanüstü zengin tarihimizle günümüzü birarada yaşatabiliriz.

Estetik düzeyimiz, yaşam kalitemiz düzelir.

Gözümüzü Ankara’daki saçma sapan çekişmelere dikmektense kendi bölgemizdeki sorunlarla, gündelik hayatımızla ilgileniriz.

Bence bölgesel özerklikler bize daha iyi bir hayat sağlar, paralar daha akıllıca harcanır.

Özerklik, “bayrak” konusundan çok daha kapsamlı bir tartışma bence.

Neden tartışmayacağız bunları?

Kürtler belediyelerinin önüne bayraklarını asmasın diye mi?

Hiç yorum yok: