21 Ağustos 2010 Cumartesi

Kürt sorunu on bin yıldır var - Markar Esayan

ARADA 29.07.2010


Markar Esayan

Kürt sorunu on bin yıldır var

İlk medeniyetler Mezopotamya havzasında ortaya çıkmışlardı ve bu olduğunda tarihler M.Ö. 7000 yıllarını gösteriyordu. Yani uygarlık anlamında tüm yapıp etmelerimizin tarihi toplamda on bin yılı bile bulmuyor. Bu süreyi dünyanın yaşına oranlarsanız, Pisa Kulesi’nin üzerine bir bozuk para koymuş kadar oluyorsunuz, o kadar.

Az zamanda çok işler başarmışız değil mi?

Mezopotamya uygarlıklarının bir adı da “hidrolik” toplumlar. Nedeni de Nil gibi çılgın, büyük akarsuların tahmin edilemez taşkınlarının bölgede tarımı büyük bir işgücüne ve koordinasyona muhtaç kılması. Bu koordinasyonu da firavunlar, krallar vesaire yapmış. Devlet yağmaya, isyana karşı düzenli ordu kurmuş, işgücü ve üretimi planlayıp uygulayan bürokrasi sınıfı acayip gelişmiş, bunun diyeti olarak bireysellik ve örgütlenme solda sıfır kalmış.

Hani “koyun gibi toplumuz”, “hep kahramanlar bekliyoruz” serzenişlerimizin kökeni hiç de boş ve temelsiz değil.

Böyle alışmışız, doğal şartlar.

Nil’i de biz taşırmadık ya!

O sırada Avrupa’da, mevsimselliği içinde yağan mütevazı ve dakik yağmurlar, küçük toprak parçalarını bir kralın organizasyonuna gerek duymayacak kadar lokal bir işgücüyle ekip biçebilmek gibi etkenler, aydınlanmanın tohumlarını ekmektedir, usul usul.

Eh, yerleşeceğin yeri iyi seçeceksin, öngörülü olacaksın, yatırım yaparken ileriyi düşüneceksin.

Neyse, sözü bu kadar geriden açmamın nedeni başka. Çok sıkıldım ve çok öfkeliyim. Öngörülebilir derecede dangalak olmamızdan ve bu nedenle insanların boş yere ölmesinden ötürü çok daraldım. On bin yıldır devam eden şu gelenek, ben istiyorum ki bir an evvel değişsin.

Yanlış malzemeler ile hayal kuruyorum. Apo’dan bir Mandela çıkarıyorum mesela. BDP’den de bir Sinn Fein. Öyle ki, vicdanla ve cesaretle harmanlanmış bir zeka ile bir insanın bile zayi olmaması için olmadık siyasi buluşlar yapsınlar, devleti, sivil itaatsizlikle şiddet uygulayamaz hale getirsinler, barış ve siyasetin itibar ve meşruiyetini parlatsınlar. Apo öyle çıkışlar yapsın ki, Mandelası, Gandi’si bakkal çırağı kalsın yanında, terörle mücadele adına Kürtlere yapılan tüm haksız uygulamalar çırılçıplak hale gelsin. Gençlerin öfkesini bırakın bir manivela olarak kullanmayı, onlara şiddetin anlamsızlığı, söz söylemenin gücü ve sivil toplum çalışmalarının önemini anlatmak için formüller aransın.

Ya da cesur bir Ak Parti mesela... Kürt açılımını evire çevire, PKK’yı üçlü mekanizma, KCK ve askerî operasyonlarla bitirme haline dönüştürmesin de, cesaretle yola devam etsin. Çünkü böyle yapmamak, statükoyu sürdürmek demek. Statüko ise, savaşın devamı demek. Savaşın bu konjonktürde devamı ise PKK’nın gittikçe daha çok can alan bir savaş makinesine dönüşmesi demek. AK Parti’nin açılımın PKK ayağını kırarken bölgede reformlara devam etmeye dayalı siyasete bu kadar güvenmesi hiç akıllıca bir formül değil. Çünkü bu, varoluş nedenini yitiren, lakin elinde silah olan binlerce kişilik bir örgütün manevi olarak da amaçsız kalması, iyiden iyiye şiddete savrulması demek.

PKK’nın dönüşmesini paradoksal olarak engellemek demek.

PKK’yı savaşma gerekçelerinden mahrum ederken, diğer yandan profesyonel askerlerden müteşekkil daha iyi savaşan bir ordu kurmakla ve uluslararası destekle örgütü yok etmek... Akla yakın gelen bu formül, öngörülen pratik kazanımlarını aşan bir felaketi peşinden getirmeyecek mi? Örgütün taban desteğini böyle evrimsel ve Ak Parti’nin kaderine bağlı bir demokratikleşme sürecine bağlı yok etme planı, daha uzun süreler kan akmasını garantiye almak olmuyor mu?

Muğla, İnegöl ve Dörtyol’da yaşananları gerçekten çok ciddi bir uyarı olarak almak lazım. PKK net biçimde “ben yoksam barış da yok” diyor ve bu siyasetin Türklerin savaş tapıcılarında da güçlü bir karşılığı bulunuyor.

Bu üç bölgede olanların Çorum, Maraş ve Madımak’ta olandan kimya olarak bir farkı yok. Sadece devlet Ergenekon’dan nispeten ayıklanmış halde. Yoksa belki bugün büyük felaketlere ağlıyor olabilirdik. İçişleri Bakanı Atalay dün bu olayların spontane geliştiğini ve bölgede iç savaş potansiyeli olmadığını ifade etti. Devlet olarak anlaşılabilir bir “soğutma” söylemi. Hükümet umarım bu olayları gerçekten bu basitlikte algılamıyordur.

Benim tavsiyem, PKK’yı daha ciddiye almak gerektiği yönünde. Açılımın kırılan bu ayağına mutlaka pansuman yapılmalı, PKK’nın içine sıkıştığı labirentte çıkış kanalı açılmalı. Diğer ayağında, yani demokratikleşme ve Kürtlere yönelik eşit vatandaşlığa terfi çalışmaları daha ciddi ve hızlanarak devam etmeli.

Ama daha da önemlisi, Fırat’ın ötesinin yanı sıra, Türkler ve Kürtlerin birlikte yaşadığı bölgelerde acilen rehabilitasyon laboratuvarları kurmak gerekiyor. Bunca yıllık karanlık, kanlı bir savaşın insanların kimyasındaki tahribatı anlamak ve rehabilite etmek gerçekten şart.

Yoksa ha spontane, ha örgütlü, bir saatli bombanın üzerine oturduğumuz gerçeği değişmeyecek.

Hiç yorum yok: