21 Ağustos 2010 Cumartesi

Neşe Düzel - NEDEN KEMAL BURKAY: Kürdistan’ı İstanbul’da kurmayız

PAZARTESİ KONUŞMALARI 03.08.2010


Neşe Düzel

NEDEN KEMAL BURKAY: Kürdistan’ı İstanbul’da kurmayız


"Öcalan bana, ‘Biz önce askerî istihbarata bağlıydık. Sonra bizi Cemil Esat’a bağladılar’ dedi. Öcalan PKK içinde, bazen kendisine saf diyebileceğimiz kadar açık konuşan insandır"

"Öcalan’a, ‘Çok kötü oldu. Ateşkes sürecinde niye silahsız 33 eri kurşuna dizdiniz’ dedim. ‘Haberim yok. Üstlenmek zorunda kaldım’ dedi. Böylece militarist rejim soluk aldı"

"Öcalan, İmralı’da hep AKP’yi suçladı. Orduyu hiç suçlamadı. İstese de, savaşı bırakamıyor. Derin devlet fırsat vermiyor. Gene de PKK, hükümetle görüşmeye tümüyle kapalı değil"

NEDEN KEMAL BURKAY Tek bir Türk tanımı olmadığı gibi tek bir Kürt tanımı da yok. Kürtler de Türkler gibi çok çeşitli görüşlere sahip bireylerden ve kesimlerden oluşuyor. Anayasa referandumuyla birlikte bu çeşitlilik daha da ortaya çıktı. Kürt sorununun çözümüyle ilgili tek bir Kürt önerisi olmadığı gibi, Anayasa referandumu karşısında da topyekûn bir Kürt tavrı bulunmadığı açıkça görüldü. Barış ve Demokrasi Partisi referandumu ‘boykot’ ederken, HAKPAR, KADEP, yurtdışındaki Kürdistan Sosyalist Partisi ve pek çok Kürt sivil toplum kuruluşu ve aydınlar referanduma evet diyorlar. Türkler gibi Kürtler de her konuda bölünüyorlar. Üstelik Kürtler arasındaki bu bölünme yeni de değil. 1980 öncesinde Kürt siyaseti son derece canlıydı. Sosyalistlerin, demokratların partileri vardı. Ama 1980 darbesi siyasi mücadelenin önünü kesti ve Kürtlerin önüne tek seçenek olarak dağa çıkmayı ve silahlı mücadeleyi koydu. Silahlı mücadeleyi kabul etmeyen pek çok değerli Kürt aydını ve siyasetçisi ise hapse girmemek ve öldürülmemek için çareyi yurtdışına kaçmakta buldular ve siyasi mücadelelerini Avrupa ülkelerinde sürdürdüler. Demokratik Kürt siyasetinin savunucusu ve Kürt solunun en önemli lideri Kürdistan Sosyalist Partisi’nin kurucusu Kemal Burkay 1980 darbesi ve cuntacılar yüzünden otuz yıldır İsveç’te sürgünde yaşıyor. Başbakan Erdoğan’ın davetlerine rağmen dönemiyor. Kemal Burkay’la Stockholm’de görüştük ve yakın dönem Kürt siyasi tarihini, silahlı mücadeleyi reddeden Kürtlerin devlet tarafından nasıl tasfiye edildiğini, PKK’yı, Öcalan’ı, Kandil’i ve derin devleti konuştuk. Burkay, Kürt siyasetinin yakın tarihini, Kürt siyasi hareketlerinin devletle ilişkilerini çok çarpıcı anekdotlar anlatarak ortaya koydu.

Dün birinci bölümünü yayımladığımız konuşma, Kemal Burkay’ın ‘Öcalan’ı çok iyi, yakından tanıyorum’ cümlesiyle bitmişti. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

(2)



Öcalan’la birlikte politika yaptınız mı?



Birçok kez görüştük. 1993’te ‘Kürt örgütleri arasında çatışma olmamalı, sorunlar diyalogla çözülmeli’ diye bir protokol yaptık. Öcalan o sırada tek taraflı bir aylık ateşkes de ilan etmişti. Turgut Özal’ın Kürt sorununa çözüm aradığı koşullarda, Celal Talabani’nin girişimiyle o ateşkes uzatıldı. Bizim Öcalan’la protokol yaptığımız sırada bu süreç yaşandı. Ama ne var ki, Öcalan hep etki altında bir adamdı. O dönemde de Suriye’nin etkisi altındaydı. O yüzden, silahları susturmasına hayret ettim ve yalnızken Talabani’ye sordum: ‘Mam Celal, ateşkese Suriye nasıl evet dedi? Bu iş nasıl oldu’ dedim.

Talabani ne cevap verdi?

Soruyla cevap verdi. ‘Acaba oldu mu?’ dedi. Zaten bizim protokolden ve bu ateşkesten sadece Suriye değil, Türkiye’deki militarist kesim de rahatsız oldu. O dönemde Demirel başbakandı. Özal çözümden yanaydı ama Demirel değildi. O, savaş lobisinin adamıydı. (Ateşkesin uzatıldığının hemen ertesinde Turgut Özal öldü. Not: ND)

Suriye ateşkese razı olmadığını nasıl gösterdi?

Daha sonra, Öcalan’la birlikte Hafız Esat’ın parlamento üyesi olan kardeşi Cemil Esat’ı, Lazkiye’de deniz kenarındaki duvarlarla çevrili köşkünde ziyarete gittik. Resmi bir sıfatı yoktu ama çok etkindi. Öcalan bana, ‘Biz önce askeri istihbarata bağlıydık. Sonra bizi Cemil Esat’a bağladılar’ dedi. Nasıl bu kadar açık konuşuyor diye ben çok şaşırdım. Ama Öcalan PKK içinde bazen saf diyebileceğimiz kadar en açık konuşan insandır. Kıyıda demirli bir yat vardı. Öcalan bana, Cemil Esat için, ‘bir gün bir darbe falan olursa, bu yata binip kaçacak’ dedi.

Öcalan’ın Cemil Esat’la ilişkileri nasıldı?

Bizi yemeğe davet etmişti. Yemek yedik, sonra sohbet ettik. Cemil Esat bana, ‘Siz Avrupa’ya gitmekle yanlış yaptınız. Bu iş, ateş ve barutla çözülür. Barışla falan olmaz’ dedi. O sırada biz PKK’yle protokol yapmışız, PKK, Türk ordusuyla tek taraflı ateşkes ilan etmiş, ziyaretimizde, Cemil Esat’ın bize çektiği nutuk bu! Nitekim ateşkes, herkesin ortak çabasıyla bozuldu. En büyük çabayı da Türkiye’deki militarizm yaptı. Bingöl’de silahsız 33 asker öldürüldü.

Öcalan’a bu katliamı sordunuz mu?

O sırada aramızda telefonlaşma vardı. ‘Bu çok kötü oldu. Ateşkes sürecinde niye yaptınız bunu? Silahsız askerleri niye kurşuna dizdiniz?’ diye sordum. ‘Valla benim de haberim yok. Ama üstlenmek zorunda kaldım’ dedi. Bana söylediği aynen buydu.

İkna oldunuz mu?

Ben oldum. Öcalan’ın her söylediğinin doğru olmadığını biliyordum ama onun yalanlarıyla doğrularını ayıracak bir deneyimim vardı. 33 er olayından sonra ateşkes bitti ve barış süreci böylece sabote edildi. Militarist rejim soluk aldı. Bence o dönemde Özal’ı da zehirlediler. Özal, Türkmenistan ve Azerbaycan ziyareti sırasında, bir grup milletvekiline, ‘ben bu sorunu çözeceğim’ demişti. İçişleri Bakanı Hikmet Çetin de oradaydı. Özal, ‘Çocuklar siz de yardımcı olun, ben bu sorunu çözeyim’ diyor. Hikmet Çetin, ‘Sayın Cumhurbaşkanım, siz çok yoruldunuz. Biraz dinlenseniz’ deyip lafı değiştiriyor. Öcalan’ın da kanısı oydu. ‘Adamı götürdüler’ dedi.

Son dönemde PKK saldırılarının yoğunlaşmasının, Öcalan’ın muhatap alınma isteğinin bir sonucu olduğu da söyleniyor. Şiddetin tırmandırılmasında bu tür hesaplar yok mu sizce?

Olabilir ama onlar yan hesaplardır. Belirleyici hesaplar değildir. Şunu tespit edelim. PKK’nin sürdürdüğü savaş PKK’nin de çıkarına değil. O insanları öldürmekte bir çıkarları yok. Çünkü istemleri ne? En fazla demokratik özerklik diyorlar. Bunun için dağda olmaları, savaşmaları gerekmiyor. Bu istemlerini, bir legal parti yoluyla da dile getirebilirler. Bu olanak var. Bunu yapsalar, çok daha büyük güç toplarlar ve bölgede AK Parti’yi geride bırakırlar. Ama dağdaki kadroların bir bölümü derin devlet tarafından kontrol ediliyor. Yalnız şu yanlış anlaşılmasın… Ben PKK’nin bütün komutanları ve savaşan bütün insanlar ajandır demiyorum.

Ne diyorsunuz?

‘PKK’nin o kadarlık bölümü de yetiyor’ diyorum. Nitekim zaman zaman saldırıları tırmandırıyorlar. Şimdiki amaç, referandumda hayır oyunu çıkarmak ve seçimlerde AK Parti hükümetini düşürmek. Kendi politikalarından yana oylan CHP-MHP koalisyonu benzeri bir koalisyon hükümetiyle işleri sürdürmek. Bakın… Barış ve demokrasi karşıtları çok acımasızdırlar. Bunlar, Türk -Kürt çatışmasına yol açabilecek eylemleri de tezgahlarlar. Çünkü eskiden beri böyle yaptılar.

Geçmişte tam olarak ne yaptılar?

Bir sürü kanlı saldırı, PKK kılığına girmiş özel timler, kontrgerilla, Ergenekoncular tarafından yapıldı. Muhtemelen Heron olayı da böyle bir şey. Türk medyası görevini yapmadı ve kamuoyu bu olayları öğrenemedi. Biz PKK’yi deşifre ediyoruz ama Türk medyası kendi derin devletine dokunamıyor.

Biraz haksızlık etmiş olmuyor musunuz?

Türk medyası Taraf’tan ve bazı demokrat yazarlardan ibaret değil Neşe Hanım. PKK savaşı bırakmak istese bile bırakamıyor. Derin devlet, silahları bırakma fırsatını PKK’ye vermiyor. Şunu bilelim! Eğer Türk devleti demokrasi içinde çözümü kabul etseydi, PKK, bunu dünden kabul etmişti. Dökülen kanın sorumlusu son tahlilde, PKK’den ziyade derin devlettir. PKK, derin devletin işbirlikçisidir. Öcalan avukat görüşmelerinde hep AK Parti’yi suçladı. Orduyu hiç suçlamadı.

Sizce niye?

Öcalan, orduyu hep korudu, Atatürk’ten, Kemalizmden bahsetti, övdü. Bütün bunlar mesajdı. Yoksa Öcalan da biliyor, anayasa değişikliğinin Kürtlerden yana olduğunu. ‘Evet oyu verin’ demesi lazım ama, diyemiyor.

Silahlı mücadele nasıl ve ne zaman biter bu durumda?

Bu sorun PKK’yle çözülmez. Bu sorun, derin devletin ve militarist politikanın yenilgiye uğratılmasıyla biter. Ama gene de Hükümet’in, militarizmin engellemelerine ve komplolarına, statükonun aşırı direnişine rağmen, ortamı normalleştirmek için yapabileceği çok şey var. BDP ve PKK’yle görüşmekten korkmamak lazım. PKK’yle görüşmeler çok açık yapılmayabilir. PKK içinde bu tür görüşmeleri, barış sürecini sabote etmek isteyenler olsa bile, PKK dolaylı görüşmelere kapalı değil. Murat Karayılan bunu istiyordu. Burada şu nokta çok önemli. Dağdaki adam indiği zaman cezaevine girmeyeceğini bilmeli. Çözümün anahtarı, silahların susturulması ve dağdakilerin indirilmesidir. Bunun için de BDP ve PKK’yle diyalog şarttır.

Kürt sorunu sizce nasıl çözülür?

Bize göre, Türkiye’nin koşullarında federasyon daha gerçekçi. Güney Kürdistan’da olduğu gibi, Türkiye’de de Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde, parlamentosuyla, hükümetiyle, resmi diliyle ve eğitimiyle bir Kürt federe devleti oluşturulabilir.

Sizce Kürdistan neresidir?



Maraş’tan doğusudur. Sivas’ın ve Maraş’ın bir bölümüdür ve doğusudur. Bir referandumla olur bu. Özgür ortamda yapılacak bir nüfus sayımıyla, siz kendinizi ne hissediyorsunuz ve nerede kalmak istiyorsunuz diye sorulur.

Çatışmaların ve saldırıların durmaması halinde sizce Türkiye ne tür gelişmeler yaşayacak?

Bütün bu çatışmalardan bir askeri darbenin koşullarının ortaya çıkacağını sanmıyorum. Gerçi Türkiye’de darbecilerin bu konudaki umutları asla bitmez ama gene de şöyle ibr tehlike var. Eğer çatıma ortamının yayılması ve saldırıların tırmanması önlenemezse, Türkiye’de durum günden güne kötüye gider. Böyle bir süreç, toplumu Kürt-Türk çatışmasına götürebilir. Çünkü barış ve demokrasi karşıtları bütün acımasızlıklarıyla, Kürt-Türk çatışmasına yol açabilecek eylemleri tezgahlayabilirler. Kürt kesiminden de, PKK içinden bir grup bu tezgaha alet olabilir. Bakın…

Evet…

Ertuğrul Özkök’ün, birden bire, ‘biz Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız’ diye bir yazı yazması, sadece bir tehdit değildir. Bu, aynı zamanda militarist güçlerin düşünce planındaki yeni politikasının ipuçlarını veriyor. yeni bir politikanın da işaretini veriyor.

Yeni plan nedir sizce?

Eğer Kürtlerle başa çıkamazsak ve Kürt hareketini bastıramazsak… Onlara, federasyon veya özerklik türü formüllerle eşitlik temelinde hak tanıyacağımıza, onlara, belli bir bölgeyi verelim’ politikasıdır bu.

Peki sizin baştan beri talebiniz bu değil miydi? Bağımsız Kürt devleti, federasyon ya da özerklik istemiyor muydunuz? Şimdi bağımsız Kürt devletine karşı mısınız?

Hayır, niye karşı olalım? Bize göre, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı vardır. Kürt halkı bir ulustur ve kendi bağımsız devletini kurabilmesi, onun hakkıdır.

Türklerin kendi kaderlerini tayin hakkı yok mudur? Türkler ayrılmayı savunamaz mı? Ayrılmak isteyemez mi?

Türkler zaten kendi kaderlerini tayin etmişler, üstelik Kürtlerinkini de etmişler. Türkiye bağımsız bir devlet. Resmi dili Türkçe. Türkler bir devlet mi kuracaklar yeniden? Zaten devletleri var. Böyle bir yapıda, Türklerin değil, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmesi söz konusudur.

Türkler, Kürtlerden ayrılmayı düşünemez mi, bunu tartışamaz mı?

İsterlerse, kendilerinin bileceği bir iş. Kürtlerden ayrılmak isterlerse, Kürtler de buna evet diyebilirler. türklerin yapması gereken şey, Kürtlerin ayrılma hakkını tanımaktır. Dünyanın hiçbir yerinde vesayet altındaki ulusun, egemen ulusa kendi kaderini tayin hakkını tanıması söz konusu olmaz. Diyelim ki… Kürtler ayrılmak istiyoruz , ayrı bir devlet istiyoruz der, o zaman da Türkler bu sizin hakkınızdır, der. Ertuğrul Özkök, ‘Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız’ derken bunu kastetmiyor.

Neyi kastediyor?

Ertuğrul Özkök’le düşünce planında işareti verilen yeni politikayla aslında karşılıklı bir mübadele düşünülüyor. Özkök, ayrılma hakkını mübadeleyle kullanmayı düşünüyor. ‘Rumları, Ermenileri nasıl sürdüysek, gene karşılıklı mübadeleye yol açalım ve Batı’daki Kürtleri de öyle sürelim’ niyetidir bu. Mübadele, insanların acı çekmesi demektir. Bu faşistçe bir öneridir. Çünkü ister bu Kürtler Batı’ya çalışmak için gelmiş olsunlar, ya da zorla göç ettirilmiş olsunlar, Kürtler hep bu ülkenin sınırları içindeydiler. Bu ülkenin sınırları içinde yaşayan herkesin yer değiştirme hakkı var. Batı’da Kürtler olduğu gibi Kürdistan’da Türkler var. ‘İstanbul’da Kürt nüfusu nereye çıktı? diyorlar. Güzel de bu göçler keyfi olmadı.

Nasıl oldu?

Cumhuriyet dönemi boyunca bölge ihmal edildi, fabrika, okul kurulmadı, bölge yoksul bırakıldı. Bu da ekonomik göçe yol açtı. Sonra isyan ve bastırmalar adı altında halk mecburi iskana tabi tutuldu, zorla göç ettirildi. En son bu kirli savaşta dört bin köy yakıldı. Bu insanlar buraya sürüldü. Ama faşist görüş, ‘hepsini kovalım, Kürdistan’a gönderelim’ istiyor. Bir de tabii, İzmir’deki, Antalya’daki Kürtlerin mübadraleye karşı çıkacağı düşünülüyor. Kısacası, sürülmüş insanlar tekrar sürülmeyle tehdit ediliyor. Bunu yapamazlar . Buna hakları yok. Ondan sonra da ‘efendim yok iç içe geçmişiz, evlilikler yapmışız’ diyorlar. Tamam da o zaman niye evliliğin bir tarafı hak sahibi olamıyor? Biz federe devleti İstanbul’da kurmayı önermiyoruz. Biz federe devleti Kürtlerin çoğunlukta olduğu Kürdistan’da kurmayı öneriyoruz. Yapılacak şey kolay.

Nedir yapılması gereken?

Demokratik koşullara dönelim. Silahlar sussun, Bu sorunu nasıl çözeceğiz, Kürtler ve Türkler olarak konuşalım. Bu sorunu, kimseyi sürmeden, kimseyi tehdit etmeden, kimseyi öldürmeden, diyalog yoluyla çözelim

PKK sizin hakkınızda ne düşünüyor?

Hiç iyi bir şey düşünmedi. Görüştüğümüzde Öcalan bana hep çok saygılıydı ama arkamdan her şeyi söylerdi. Mam Cemal’e de saygılıydı ama, onun da arkasından konuşurdu. Benim için Almanların adamı. Onu, Almanlar besliyor diyordu. Talabani için de ‘İngilizlerin ve Fransızların ajanıdır’ demişti. Mam Cemal de espirili bir şekilde ‘iki devletin birden olmaz’ derdi.

Hayatınız hala tehlikede mi?

Ben birçok kez onların listesinde oldum. Hala listesinde miyim bilmiyorum. Önemsemiyorum da. Yaşım, 74 oldu. Hem artık konjonktür de değişti. PKK, kendi muhalefetini tek tek öldürerek susturamayacağını anladı. Gerçi Balyoz iddianamesinde ortaya çıktı. Derin devletin planlarında hala aydınları öldürme kararları var ama derin devlet bunu hayata geçiremiyor. Eğer Ergenekon davası olmasaydı pek çok aydın cinayetine daha görmüştük.

Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

Dönemiyorum. Türkiye’nin yasaları değişmedi. Benim arkadaşlarım 15 yıla mahkum oldular. Silah kullandıkları için değil, bir Kürt partisinin yöneticisi oldukları için mahkum oldular. Başbakan Erdoğan, ‘Kemal Burkay dönebilir’ diyor ama sıradan bir polis ve savcı ne diyor?

Sizce savcılar ne diyor?

1974’te döndüğümde genel af çıkmıştı. Köyüme gittim. Karakol komutanı, Kemal Burkay geldi, onu tevkif edip gönderiyim mi? diye komutanına telefon etti. Jandarma komutanının aftan haberi yoktu. Kaldı ki şimdi bir genel af da yok. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü bile cezaevine atmak için yanıp tutuşan birçok çok savcı ve yargıç var. Türkiye’de adalet, adalet olmaktan çıkmış.

neseduzel@gmail.com

Hiç yorum yok: