21 Ağustos 2010 Cumartesi

Babamın o yazısı / Mehmet ALTAN

Babamın o yazısı / Mehmet ALTAN




Geçen gün televizyon kanallarından biri benim “eski Ramazanlarımı” sordu... Anlattım... Bir de her Ramazan anımsadığım babamın bir yazısından söz ettim.

Sözünü ettiğim yazı sadece babamın Edirne’deki ilk hatırladığı Ramazan’ı çocuk gözünden hikâye etmekle kalmaz, yazarlık açısından anlatımı hiç de kolay olmayan bir sahneyi de içerir...

***

O yazının benim anılarımdaki önemi sadece babam, babamın çocukluğu ve yazarlık açısından anlatımı zor bir paragraftan ibaret değildir...

O anlatımı zor sahnenin ağabeyimin bir yazısına da konu olup dolayısıyla bizim ailede kuşaklar arası gizli bir yazı iletişiminin simgesi olmasıdır.

Ağabeyim bunu bir yazısında şöyle anlatmıştı:

“Çocukluktan gençliğe geçmeye çalıştığım dönemlerde yazarlık hayalleriyle dolu olduğumu gören babam, ‘yanağını cama yapıştırıp, evin çaprazındaki caminin şerefesinde iftar zamanını haber veren ışıkların yanmasını, ışıklar yanar yanmaz bunu bağırarak haber verdiğinde büyüklerin aferinini almak için heyecanla bekleyen bir çocuğu anlatabilir misin’ demişti.

Yaklaşık kırk yıldan beri o çocuk aklımdadır.

Hala o sahneyi ve o çocuğu en iyi biçimde nasıl anlatacağımı bulamadım.

Ama bu görüntü benim yazarlık temrinlerimden biri oldu.”

***

O sahne ve o çocuk “en iyi biçimde” nasıl anlatılır?

Tabii ki babamın anılarına döndüm...

Son on yıllık Ramazan yazılarını bir kez daha taradım...

Kendi çocukluğundan “torununun çocuğuna” görünmez bir ağ atan ve “o sahneyi” de içeren geçen yılki Ramazan yazısında karar kıldım:

“Bendenizin ilk hatırladığım ramazanlar, 1930’larda Edirne’ye kadar uzanmakta.

O tarihlerde bendeniz, 3-4 yaşlarında falan olmalıyım.

O yaşlardaki çocuklarda zaman zaman, büyüklerle de bir işbirliğini başarma çabasının gösterileri çıkar ortaya.

Edirne’deki ramazanlarda iftar yaklaşırken bir yer sofrası hazırlanırdı.

Önce yere geniş bir örtü serilirdi.

Örtünün de ortasına tersine çevrilmiş 4 ayaklı alçak bir tabure konurdu.

Ve taburenin de üstüne; koskocaman yuvarlak, kalaylanmış bakırdan bir tepsi...

Bendenizin büyüklerle işbirliği yapma çabasının konusu, Üçşerefeli Camii’ndeki kandillerin yanmasını gözleyerek:

-Kandiller yandı, diye haber vermekti.

Kendimce yüklediğim görev o kadar da kolay değildi.

O zamanki Hükümet Konağı’nın tam karşısındaki, kapısına çift taraflı birkaç basamakla çıkılan beyaz evin ön pencereleriyle, Üçşerefeli Camii’nin minareleri aynı hizada gibiydi.

Bendenizin, minare şerefelerinden birinde kandillerin nihayet yandığını görebilmem için; minderin üstüne çıkıp, pencerenin camına yanağımı yandan iyice yapıştırarak, epey beklemem gerekiyordu.

O sırada herkesten önce yer sofrasına bağdaş kurarak oturmuş olan babaannem, dualar mırıldana mırıldana orucunu bozmaya hazırlanırdı.

Ve de iftar olduğunu haber veren topun patlayışı, yanağım yandan cama dayanmış, kandillerin yanmasını gözleyen bendenizle, inatçı bir rekabete girişirdi.

Ben tam:

-Kandiller yandı, diye bağıracağım sırada patlardı.”

***

1932 yılının Edirne’sinden 2010 yılı İstanbul’una...

O tarihlerdeki herkesten önce yer sofrasına bağdaş kurarak oturmuş dualar mırıldana mırıldana orucunu bozmaya hazırlanan babamın babaannesinden onu hiç anımsamayan bu yaşımdaki bana...

Babamın beş yaşından “torununun çocuğu” Leyla’nın beş yaşına...

Babam sayesinde öğrendiğimiz ve galiba artık bu diyarların epeyce yabancısı kalan yazarlık dünyalarının temrin çalışmaları...

***

Bazen öyle olur...

Size birisi gelir “eski Ramazan’ları” sorar...

Uzun uzun anlatırsınız...

Bir de her Ramazan anımsadığınız babanızın bir yazısından söz edersiniz...

Sözünü ettiğiniz yazı sadece babanızın Edirne’deki ilk hatırladığı Ramazan’ı çocuk gözünden hikâye etmekle kalmaz, yazarlık açısından anlatımı hiç de kolay olmayan bir sahneyi de içerir...

Ama...

O yazının sizin içinizdeki coşkulu tınısı o sınırlı bir iki cümleye sığmaz ve muhataba ulaşmaz... Aceleciliğin katlettiği bir maktul gibi ortada kalır...

Huzursuz olursunuz...

O zaman yazı imdada yetişir...

Ve o maktul yeniden canlanır...

***

Ve bizim ailede kuşaklar arası gizli bir yazı iletişiminin simgesi olan soru da baş köşedeki yerini alır:

“Yanağını cama yapıştırıp, evin çaprazındaki caminin şerefesinde iftar zamanını haber veren ışıkların yanmasını, ışıklar yanar yanmaz bunu bağırarak haber verdiğinde büyüklerin aferinini almak için heyecanla bekleyen bir çocuğu” nasıl anlatırsın?

Hiç yorum yok: