28 Şubat 2011 Pazartesi

Demokrasilerimizde siyasi sorumluluğun kaygı verici düşüşü / XXV.Rencontres de Pétrarque

Demokrasilerimizde siyasi sorumluluğun kaygı verici düşüşü / XXV.Rencontres de Pétrarque

24.07.2010 13:57:00
http://www.ikincigrup.com/images/spacer.gif

Radio France Culture ve Montpellier Üniversitesinin tasarladığı 'yaz sıcağında yurttaş düşünce' 21.yüzyıl, Yeni Dünya üzerine tartışmaları konu alan 'XXV.Rencontres de Petrarque konferansları' devam ediyor; bu yılın sorunsalı ''Kime güvenebiliriz ?'' etrafında odaklanıyor; ( Dominique Schnapper in 'kime güvenebiliriz' başlıklı açılış konferansı düşüncelerini İkinci Grup sayfalarında okuyabilirsiniz ); bu sefer de, önemli bir siyasal bilimci olan Bastien François' nın 'siyasi sorumluluk ve güven üzerine' düşündüklerini manşete taşıyoruz. ( AC/ÇŞ-İkinciGrup )


Temsili demokrasileri temelinden sarsan güvensizliğin analizini yapanlar, genellikle temsil edenlerle edilenler arasındaki mesafenin büyüdüğü ve vatandaşın giderek oy sandıklarından uzaklaştığı üzerinde dururlar. Olgu dendiği kadar yeni olmamakla beraber, XX. yüzyılın başından bu yana derin değişikliklere uğrayarak bir hayli karmaşıklaştı: siyasi faaliyetlerin profesyonelleşmesi, sosyal çatlaklıkların karmaşıklaşması, kamusal mekanların parçalanması, bireyleri birbirlerine yaklaştıran bağların çoğalması vs vs ...
Tüm gözlemciler bu olguyu kaygı verici bulmaktadır. Bunun yanında, demokrasiye güveni sorgulama yollarını kaygılarının başlıcası olarak kabul edenler daha nadirdir ; bi nevi , temsili demokrasinin zayıflıklarını kapatmayı ve yerini almayı öngören katılımcı yaklaşımlar bulunabilir.Halbuki bu ''demokrasinin yeni yolu'' fikrinin teorisyenleri ( Loïc Blondiaux ), yurttaş katılımcılığının , esasında bir göz boyasından başka birşey olmadığını, sadece eski temsili sosyal ilişkileri tekrardan ürettiğini göstermeye çalışmaktadırlar.
Katılım tamamen bir kenara itilmese de, temsil meselesi siyasi meselelerin en başta geleni; fakat, güven'le olan ilişkileri bağlamında nasıl sorgulanmalıdır?
Aşağı yukarı iki yüzyıl evvel Avrupa'da, parlamenter rejim biçiminde beliren temsili demokrasinin işleyişini belirleyen basit bir soru bulunmaktadır: idare edilenlerin veya temsilcilerinin güvenini kaybeden idare edenler iktidarı terk ederler. Kendilerine verilen iktidar boyunca , bu güvene lâyık olduklarının, ve bilhassa devamlı bu güveni nasıl kullandıklarının hesabını vermelidirler. Güven'in bu şekilde sorgulanma mekanizmasına sorumluluk denir. İngilizcede tercümesi çok zor olan ''accountability'' diye bir terim vardır ; bu , idare edenlerin iktidarı aldıklarında kabul ettikleri bir güven borcudur . Burda önemli olan , siyasi sorumluluğun güven ilişkisini ölçebilmesidir; bu sorumluluk her türlü hata ve suçdan bağımsızdır. Fakat bu prensibin kurumsal tercümesi hiçbir zama kolay olmamıştır. Anayasa hukuku, siyasi sorumluluğu , idare edenlerden beklenen tavır ve davranışları olumlu bir biçimde belirlemektense , olumsuz yönden değerlendirmeyi yeğlemekte , ve cezalandırma vasıtasıyla meseleye daha kolay bakabilmektedir.
Siyasi sorumluluğun yegane ifadesi olarak parlamenter güven ise , parlamentonun 'fikir demokrasisi'' ndeki merkezi yerini, ve çoğunluk disiplini adına bağımsızlığını yitirmesiyle sorunsal olmaya başladı.
Fransa'da, 5.Cumhurıyet , çarpık bir pratiği öne çıkardı : devlet iktidarı ile idare edenlerin siyasi sorumluluğunun birbirine karışması. Güven , her beş yılda verilir, fakat geri alınamaz . Bu ise başka bir demokratik gerilemeyi beraberine getirmektedir: siyasi sorumluluk ile ceza sorumluluğunu , belirsiz bir şekilde, aynı şeymiş gibi farzetmek ; hukukçu Olivier Beaud'nun dediği gibi, siyasi sorumluluğun 'suçlandırılması'' nın güven meselesiyle hiçbir alakasının olmamasıdır bu ; bugün, siyasi sorumluluk ile güven arasında hiçbir bağın kalmadığını söyleyebildiğimiz gibi . Zihin karmaşasına başka bir örnek vermek gerekirse, Nicolas Sarkozy' nin, başkan seçilir seçilmez Anayasa değişikliğine gitmesidir; amacı , genel oyla seçilen cumhurbaşkanının ''sorumlulaştırılması'' idi; bunun garip neticelerinden ilki ise , cumhurbaşkanı olarak, arzuladığı gibi ve risksiz bir şekilde parlamentoya gelip konuşabilmesi oldu...
Güven meselesini sorgulamanın, ''accountability'' anlamında siyasi sorumluluğu sorgulamak oldugunu düşünüyorsak, önümüzde büyük bir şantiyenin açıldığını görürüz: iktidarın, halk iradesine uygun bir biçimde icra edildiğini denetleyen ve güvence altına alan mekanizmalar şantiyesidir bu.
Bastien François,
Paris I Üniversitesi Siyasal Bilimler bölümü başkanı;
6.Cumhuriyet Konvansiyonunun kurucularından.
Bu yazı 19 ile 23 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen Rencontres de Pétrarque konferansı kapsamında yazılmıştır.
22 Temmuz 2010 tarihli Le Monde'dan çeviren
Arsen Ceyhan / İkinci Grup

'Diğerine doğru bakma vazifemiz'

08.06.2010 00:43:00
http://www.ikincigrup.com/images/spacer.gif

Fransız biyolog ve immunulog Philippe Kourilsky, Le Monde gazetesinin 23-4-2010 tarihli sayısında yayınlanan söyleşisinde, Batı'nın refah toplumlarındaki dayanışma ve yardımlaşma ağlarını, bireysel sorumlulukların kaybolma sürecini sorguluyor. Etrafımıza 'ihtimam', diğerine bakmak, ötekini düşünmek gibi tavırların günümüzde marjinal insan davranışları haline gelmesini tartışan Kourilsky de, fransız Sosyalist Parti 1.Sekreteri Martine Aubry'nin refah toplumlarında bireyler arasındaki ilişkilerin hangi yöne doğru evrilmesi ve 'Yeni Dünya' hakkındaki tartışmasına katılıyor.



Batı dünyası, Rönesans, Aydınlanma ve Fransız Devriminin  açtığı kültürel, politik, hukuki ve ideolojik çığıra bilim ve teknolojinin, sanayi devrimi ile gündelik yaşama getirdiği kolaylıkları da ekleyince, devletlerin refah toplumu arzusu başlıca hedeflerden biri olmaktan vakit kaybetmedi. Bu hedef ise insanlar arasındaki dayanışma ve yardımlaşma ağlarını tabii bir şekilde azalttı; Batı, bu evrimin diğer bir adının da ilerleme ve modernleşme olduğunu vurgularken, tüm insanlığın er geç varması gereken bir hedef  olduğunu da  müdafaa etmekten geri durmadı; Batı dışındaki toplumlar ise bu evrimi  batılılaşma serüveni ile yaşadılar. Batı da veya Doğu da olsun, insanlar pratik yaşamlarındaki zorluk ve bilhassa hijyen eksikliğinin sebep olduğu hastalıklardan, devletin yeni tarz örgütlenmesi ve merkeziyetçi sosyal adalet sayesinde kurtuldukça, etrafına ihtimam, diğerine bakmak ve düşünmek gibi tavırlar, marjinal insan davranışları haline geldi. Sosyal Devlet bu tür dayanışmaları üstlenmiş, en kalabalık insan toplulukları için düşünmüş ve örgütlemiş idi. Toplum içerisindeki bireye, komşusu için yapacağı birşey düşünülemez hale geldi; insanlar bireysel sorumluluklarından istifa ettiler; İşte tanıtmasını yaptığımız biyolog ve immunolog Philippe Kourilsky'nin çalışması bu sorunsala parmak basmaktadır; parmağını bastığı yer ise çok acıverici bir yer. AB' ne aday olan bir toplum olarak, Batı da sorgulanmaya başlayan refah toplumu ve bireysel sorumluluklarin eriyip kaybolması sürecinin neresindeyiz? Avrupa klübüne girmek, elbette herkesin arzu ettiği bir hedef; fakat bu hedef, bu tür soruları sormamıza mani olmamalı. ( AC/ İkinci Grup )



Le Monde: Bir kitaba ''Diğerini Düşünme Zamanı'' ( Le Temps de l'Altruisme / Odile Jacob Yayınları ) adını vermek, bugünün toplumunda bir paradoks ve saf bir dilek olduğu kadar bir ütopya gibi de gözüküyor. Halbuki, bu betimlemeleri reddediyor ve ''aklın bize empoze ettiği bir gereklilik ve benliğimizin mantıki bir özelliği'' olduğunu ileri sürüyorsunuz.
Philippe Kourilsky: Evet, tüm haklarımıza rağmen, birçok vazifelerimizin de olduğu postülasını yapıyorum; çoğu zaman bunu unutuyoruz. Diğerlerini düşünmenin, haklarımızın mantıki bir sonucu olduğunu göstermeye çalışıyorum. Diğerlerini düşünme, garip bir şekilde, bugün önemsenmiyor. Bu kavram üzerinde kafa yoran aydın ve filozofların çok az olduğunu görüyoruz.
Le Monde: Neden bu terimi kullandınız ? Sizin, başkalarını düşünme tanımlamanız nedir ?
Philippe Kourilsky: Başkalarını düşünme teriminin anlaşılmazlığa sebep olabileceğini kabul ediyorum. Bir düzine tanımlama var. Ben bir tek tanımlama veriyorum ve metnimin sonuna kadar sadık kalıyorum; fakat bazıları başka türlü tanımlamalara başvurabiliyorlar; aynen biyologların, evrim boyunca başkalarını düşünme davranışlarının nasıl geliştiğini anlamaya çalıştıkları gibi. Yeni bir terim yaratmakta tereddüt ettim. Belki bir gün buna karar verebilirim, ama ukala yerine geçmekten de korkmuyor değilim. Benim tanımlamam, tamamıyle Nobel Ekonomi ödüllü Amartya Sen' in özgürlükler tanımlamasına dayanmaktadır. Özgürlükler, büyük bir prensip olan özgürlükle aynı şeyi ifade etmemektedir; bireysel özgürlükler, bireyin, gerçek hayatta sahip olduğu seçeneklerden ibarettir. Kitabımda ele aldığım örnek şu: ekmek almakta özgürüz , fakat ekmegi alacak paramız yoksa özgür değilizdir. Toplumda % 10 işsizimiz var ise, bu, faal nüfusun % 10' unun özgürlüğünün olmadığı anlamına da gelir. Bireysel özgürlükleri çoğaltmak, temel haklarımızdan biri olsa da, buna karşılık olarak bir vazifemiz var, o da diğerlerini düşünmektir.

Le Monde: Genellikle bireysel özgürlüklerin diğerlerinin özgürlükleri ile sınırlı olduğu düşünülür. Siz ise ''diğerlerinin özgürlükleri ile beraber yapılandıkları'' nı söylüyorsunuz.
Philippe Kourilsky: Bu karşılıklı bağımlılık kavramı, geliştirdiğim fikirlerin mantıki eklemlerinden biridir. Bu kavram, içinde bulunduğumuz küreselleşme döneminde giderek belirginleşmektedir. Bu ise, en azından entellektüel bağlamda, özgürlüklerimizi yapılandırmaya yaradıklarından, diğerlerini düşünmenin başlıca vazifelerinden birinin diğerlerine doğru bakmak olduğuna kabul etmemizi gerektirmektedir.
Le Monde: Herşeyden evvel biyolog ve immunologsunuz; çalışma alanınıza girmeyen bir kavram üzerinde neden çalıştınız ?
Philippe Kourilsky: Araştırma faaliyetlerimi her zaman, hem teorik, hem de tatbiki farzetmişimdir. Benim için, Louis Pasteur için olduğu gibi, bir bilgi faydalı olduğu oranda daha da güzel bir görünüme sahip olur. Bröveler aldım, sanayi sektöründe çalıştım. Fakat aynı zamanda, giderek gelişmekte olan ülkelerde olup bitenlerle ilgilendim. Birçok yeni aşı araştırmalarında çalışan bir immunolog olarak, etkin ve ucuz aşıların bulunduğunu bilmeme rağmen, her yıl 800 000 çocuğun kızamık ve sonuçlarından dolayı öldüğünü hayretler içerisinde öğrendim. Neye yarar bilim, eğer doğru dürüst kullanmasını bilmiyorsak ? Bu sorgulama benim için bir dönüm noktası ve sefalete bağlı sorunlara bulaşmama sebep oldu. Herşeyi daha zorlaştıran finansal krizin gelmesinden evvel, hijyen, bulaşıcı hastalık, yoksulluk sorunlarına bağlı olarak iklim ısınmasının yükselişi bütününün kolay hallolamıyacağına inaniyordum. Bu eserime 2005 yılından itibaren çalışmaya başladım.
Le Monde: Teorik düşünceleriniz son derece tutarlı ve yapılı, fakat kitabınızda, bu düşüncelerin tatbikinin sorunsuz olmadığını kabul ediyorsunuz. Ekonominin, ahlak ve diğerini düşünme ile pek uyum göstermediğini kaydediyorsunuz.
Philippe Kourilsky: Tatbikatın basit birşey olmadığı bilinen birşey. Diğer yandan iktisatçı da değilim, fakat Homo Economicus' un ''tamamen akılcı, tamamen bilgili ve kendi menfaatını gözleyen insan'' tanımlamasını bir skandal olarak görüyorum. İktisat biliminin büyük bir bölümünün bu kavramdan uzaklaşmış olduğunu biliyorum, fakat bu kavram, hala milyonlarca iktisat ögrencisine öğretilmeye devam ediyor. Bu durum hiçbir gerçeğe uymuyor; bilhassa diğerini düşünme kavramıyla bağdaşmıyor. Bu çelişkiden kurtulmamız gerek.
Le Monde: Diğerini düşünmenin nasıl tatbik edileceğine, Aids örneğini veriyorsunuz.
Philippe Kourilsky: Fakir ülke halkı hastalarına yardım seferberliğinin kavuştuğu radde büyük bir sürpriz oldu; bu seferberliğin iyi işlediğini gördük. Bu denli etkin olabileceğini tahmin etmiyorduk. Küresel imkanların çoğalması fenomeni gözlemlendi. Neticede, bunu olumlu varsayıyoruz. Umarız devam eder; bu ise pek emin değil. Her halükarda bunu yeterli bulmak mümkün değil.
Le Monde: Mekanizma, iklim meselesi söz konusu olduğunda aynı biçimde işlemiyor.
Philippe Kourilsky: İklim meselesinin çözümü için en doğru ve iyi mekanizmaların bulunması gerekecek. Ekonomik olarak sağlam ve sosyal olarak da kabul edilebilir olmalılar. Benim için sosyal olarak kabul edilebilirin eşitlikle ayrılmaz bir yapısı vardır. İki türlü mekanizmaya tâbi olduğumuzu söyleyebiliriz: milli bağlamda, demokratik kaideler ve oylama; uluslararası bağlamda konsansüs kaideleri. Küreselleşme meselesinde, milletler üstü bir mercii olmadığından konsansüs arayışından başka çare yok; netice elde edebilmek için, güç ilişkilerine düşmeden, eşitlik ruhuyla tartışmak gereklidir. Diğerini düşünme kavramı o zaman bir anlam kazanacaktır. Eğer, zengin ülkelerde gözlemlendiği gibi, önemli çapta özgürlüklere sahip bulunuyorsak, diğerini düşünme vazifemiz daha da büyük olmalıdır diyoruz. Bu bağlamda, Bush dönemi ABD' si tamamen yanlış bir tutum içerisinde idi.
Le Monde: Sizce, diğerini düşünme ile cömertliği birbirinden ayırt etmek gerekmez mi ?
Philippe Kourilsky: Tekrar kızamığı ele alalım. 10 yıl evvel, gelişmekte olan ülkelerde yılda 800 000 çocuk kaybı vardı. Bugün bu rakam 200 000. Bunun nedeni ne ? Bill Gates Vakfi ve Gavi örneğinde olduğu gibi, dünya özel ve kamu sektörlerinin birbirine yaklaşması, gelişmekte olan veya fakir ülkelerde aşılama kampanyalarını artırdı. Dünya Sağlık Örgütüne göre, 10 yıldan az bir süre içerisinde milyonlarca insan hayatı kurtarıldı. Buna cömertlik diyebiliriz; Bill Gates yaptığı seçimde tamamen özgürdü. Peki, bu iyiliksever insan, kızamığa değil de sanata ilgi duysa idi ne olurdu ? Kızamık eskisi gibi aynı sayıda çocuğun ölümüne sebep olur muydu ? Bir sistemin istikrarını, sadece cömertlikle sağlayamayız. Cömertlik, özgürlükler dünyamıza ait; bu çok iyi birşey. Fakat diğerini düşünme, vazifeler dünyasına aittir; bu başka bir kategoridir. Bunlar birbirlerini tamamlarlar, fakat birbirlerinin yerini alamazlar. Sadece cömertlik yetersizdir. Yeryüzünde 1 milyardan fazla insan, açlık ve ölümcül veya aptallaştırıcı bulaşıcı hastalıktan acı çekmektedir. Başka imkanlar bulmalıyız. Örneğin, salgın hastalıklarla mücadele için, uçak biletlerine uygulanan Chirac tax'ı , diğerini düşünmenin kollektif bir biçimidir. Bireysel seviyede aşılanarak, hastalığa karşı korunurken, aynı zamanda hastalığın yayılmasına da mani oluruz. İstesek de istemesek de, bu noktada, diğerini düşünme vazifesinden bahsedebiliriz. Günümüz toplumu, insanları cömertlik ve bağışa teşvik etmeyi sevmektedir. Birçok dinin gerekliliklerinde bağış mecburiyeti bulunmaktadır; bu ise cömertliğin diğerini düşünmeyle karıştırılmasına sebep olmaktadır. Bu böyle devam etmemektedir. Örneğin, Fransa'da, laik devlet içerisinde kollektif sorumluluğun gelişmesiyle, bireysel sorumluluğun azaldığı gözlemlendi mi ? Diğerini düşünme, yeni nesiller miras olmamaya başladı; artık tekrardan güncelleştirmek vazifemiz olmalıdır. Diğerini 'düşünme zamanı' ndan anladığımız bu.
Josyane Savigneau 'nun Le Monde için ( 23-4-2010 ) gerçekleştirdiği söyleşi

çeviren Arsen Ceyhan / İkinci G

Hiç yorum yok: