28 Şubat 2011 Pazartesi

AİHM'den çarpıcı Türkiye raporu

AİHM'den çarpıcı Türkiye raporu
10:40 | 17 Mart 2010
AİHM’in verdiği toplam 12 bin 198 hak ihlali kararının 2 bin 295’i Türkiye’ye ait. Rapora göre, Türkiye "Adil yargılanma hakkı"nın ihlali konusunda ilk sırada yer aldı.

Türkiye,
 Anayasa değişikliği kapsamında yapılacak yargı reformuna odaklanırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin faaliyet raporu, yargı reformuna olan ihtiyacı gözler önüne serdi. Rapora göre 2010 Ocak ayı itibari ile mahkemenin önünde bulunan 119 bin 300 dosyanın 13 bin 100 adedini Türkiye aleyhine yapılan başvurular oluşturuyor. Buna göre mahkemenin baktığı her 9 davadan biri Türkiye ile ilgili. AİHM’in verdiği toplam 12 bin 198 ihlal kararının ise 2 bin 295’i Türkiye’ye ait. Bu kararların büyük kısmını da "adil yargılanma hakkı" ihlali oluşturuyor.

AİHM’in verilerine göre mahkemenin önünde karar aşamasında şu ana kadar toplam 119 bin 300 dosya bekliyor. Bu dosyaların 33 bin 550’si ile
 Rusya birinci sırada. Türkiye ise 13 bin 100 dosya ile ikinci sırada bulunuyor. Ukrayna’dan yapılan başvuru sayısı ise 10 bin olurken, Romanya 9 bin 800 dosya ile dördüncü sırada bulunuyor.

Başvuruların yüzde 26,37’si ülkelerdeki "yargılamanın uzunluğu" nedeniyle birinci sırada. Vatandaşların ülkelerinde "adil yargılanma haklarının" gasp edildiği iddiası ile yaptığı başvurular ise yüzde 21,10.

-TÜRKİYE İHLALDE BİRİNCİ SIRADA-
AİHM’in, ülkelere göre ihlal istatistiklerine göre AİHM’e yapılan 12 bin 198 ihlal başvurusunun 2 bin 295’i Türkiye’den yapılan başvurular oluşturuyor. İkinci sırada ise 2 bin 23 dosya ile İtalya geliyor. Dünyanın en küçük ülkelerinden olan Monako’dan ise sadece 1 ihlal başvurusu dikkat çekiyor.

Türkiye’den yapılan ihlal başvurularında ise "adil yargılanma hakkı" ihlali 657 dosya ile birinci sırada. "Mülkiyet hakkı" ihlali ile yapılan başvurular ise 544 dosya ile ikinci sırada yer alırken, 436 dosya "özgürlük ve güvenlik hakkı" oluşturuyor. "Yargılamanın uzunluğu" ihlalinden ise toplam 350 başvuru yapıldı.

Türkiye’den yapılan ihlal başvurularının 204 tanesi dostane çözümle sonuçlanırken, ihlal olmadığı sonucuna varılan karar sayısı ise 46. En az bir ihlal kararının bulunduğu karar sayısı da 2 bin 17 olurken, 28 tane de "diğer" kararlar yer alıyor.
Milliyet
Rıza Türmen rturmen@milliyet.com.trrturmen@milliyet.com.tr
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru
20:59 | 13 Ocak 2011
Son anayasa değişikliği ile Türkiye, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkını kabul etti. Anayasa’nın 148. maddesine eklenen bu konuyla ilgili paragrafta şöyle deniyor: “Herkes, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir...”
Bundan da anlaşılacağı gibi, AYM’ye başvurabilmek için ihlal edildiği iddia edilen hakkın hem Anayasa’da, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alması gerekiyor.
AYM’lere başvuru hakkı, bireyin hak ve özgürlükleri bakımından ek bir güvence sağlayan ve birçok devlet tarafından kabul edilen bir yol. Öte yandan yeni bir iç yargı yolunun kurulmasıyla, Türkiye’den
AİHM’ye yapılan başvuruların sayısında da önemli bir azalma olabilir.

Yeterli ve etkili yargı yolu
Ancak bunun için, AİHM’nin, AYM’yi etkili ve yeterli bir iç yargı yolu olarak kabul etmesi gerekir. AİHM, AYM’nin etkili ve yeterli bir yargı yolu olmadığına karar verirse, o zaman AYM’ye gitmeden doğrudan AİHM’ye başvurma olanağı var. İç yargı yolunun etkili ve yeterli olduğunu göstermek ilgili devlete düşüyor. Örneğin, AYM makul bir sürede karar vermediği için etkisiz olabilir.
Apostol/
Gürcistan (2006) kararında, AİHM, Gürcistan AYM’ye bireysel başvuru hakkının, devletin bu yolun etkili olduğunu kanıtlayan somut bir örnek gösterememesi, ayrıca hak ihlali saptandıktan sonra Anayasa’da bunu düzeltecek önlemlerin bulunmaması nedenleriyle etkili ve yeterli bir iç hukuk yolu olmadığına karar verdi.
Türk Anayasa’sındaki bireysel başvuru hakkının etkili bir iç hukuk yolu sayılması için, AYM’nin makul bir süre içinde karar vermesi, AİHM kararlarındaki ilkeleri göz önünde bulundurması önem taşıyor.
Hükümet,
TBMM’ye AYM Kuruluş ve Yargılama Usulleri hakkında bir yasa tasarısı gönderdi. Tasarıda, bireysel başvuru hakkı da düzenleniyor.
Tasarı soyut norm denetimine izin vermiyor. Başka bir deyişle, bir yasa bazı hak ve özgürlükleri ihlal ediyorsa, bu yasa size uygulanmadan AYM’ye başvuramazsınız. Ancak, yasa uygulandığında sizin hak ve özgürlüğünüzü ihlal edeceği kesinse, AYM’ye gitmeden AİHM’ye başvurmak olanağı var.
Tasarının en fazla tartışmaya yol açabilecek yönü, AYM bir hak ve özgürlüğün ihlaline karar verdiğinde, bu ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için atılacak adımlar.
Anayasa Mahkemesi yargı kararını iptal edebilir mi?
AYM, hak ve özgürlüğün, bir yargı kararı sonucu ihlal edildiğine karar vermişse, tasarı, AYM’ye bu yargı kararını iptal etme yetkisini veriyor. AYM’ye verilen bu yetki, bireysel başvuruyu düzenleyen Anayasa’nın 148. maddesi ile bağdaşmıyor. 148. maddeye göre, AYM’nin yetkisi insan hakları ihlalleriyle sınırlı. AYM’nin,
Yargıtay ya da Danıştay tarafından onanıp kesinleşen bir kararı, bir üst mahkeme gibi, usul ya da esas yönünden inceleyip iptal etmek gibi bir yetkisi yok. AYM sadece yargı kararının insan hakları ihlaline yol açıp açmadığını saptayabilir. Anayasa’nın vermediği bir yetkinin yasayla verilmesi hukuka aykırı.  AYM’nin ihlali saptadıktan sonra, yeniden yargılanmak üzere kararı yetkili mahkemeye geri göndermesi gerekir.
Tasarı, bir ihlal durumunda, AYM’nin tazminata hükmedebileceğini de öngörüyor. Bu madde de, AYM’nin yetkilerine ve konumuna aykırı. Örneğin, mülkiyet hakkının ihlal edilmesi durumunda, AYM’nin tazminata karar verebilmesi için birinci derece mahkemesi gibi çalışmasına, bilirkişi atayarak taşınmazın değerini saptamasına, dosyanın ayrıntılarına girmesine gerek var. Oysa, AYM’nin ne işlevi ne de yapısı buna uygun değil.
Nasıl ki, Alman Anayasa Mahkemesi’nin de bireysel başvurularla ilgili olarak tazminata karar verme ya da mahkeme kararını iptal etme yetkisi bulunmamakta. Bir hakkın ihlal edildiğini saptadıktan sonra, kararı yetkili mahkemeye gönderiyor.
Bu maddeler, tasarının amacı konusunda kuşkulara yol açıyor. TBMM komisyonlarında görüşülmesi sırasında, bireysel başvuru hakkını zayıflatan bu hususların düzeltileceğini umut ederiz.

Fikret Bila Yönfbila@milliyet.com.tr
Çiçek: Cuma küfredip pazartesi parayı aldılar
09 Şubat 2011
KKTC’de Türkiye aleyhine düzenlenen mitinge Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek de çok sert tepki gösterdi. Çiçek, mitingi “utanç verici” olarak niteledi.
Başbakan Yardımcısı Çiçek’in değerlendirmeleri
Ankara’nın, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Başbakan İrsen Küçük, Serdar Denktaş gibi önde gelen isimlere kırgın olduğunu gösteriyor.
Çiçek, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “besleme” değerlendirmesini KKTC halkı için değil, bu mitingin önde gelenleri için söylediğini özellikle vurguladı.
Çiçek,
Kıbrıs Türklerine kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın sözleriyle seslendi. Çiçek, Denktaş’ın ATO’da yaptığı konuşmayı hatırlatarak, “Biz Kıbrıs Türklerine, kan istediklerinde kan verdiğimiz, can istediklerinde can verdiğimiz kardeşlerimiz olarak bakıyoruz” dedi.
Çiçek, mitingde Türkiye’yi ve Türk askerini işgalci ve savaş suçlusu gösteren, Türkiye’nin parasını istemeyiz diyenleri, “Cuma günü küfrettiler, pazartesi günü parayı aldılar” diyerek eleştirdi.
Çiçek’in değerlendirmeleri özetle şöyle:

“Utanç verici”
“Miting son derece utanç verici, saygısızca bir mitingdi. İşin önünde olanlar
Rum tarafıyla irtibatlıdır. Mitingden önce de Rum tarafıyla görüştükleri anlaşılıyor. Bunu da inkâr etmediler.
İşin üzücü yanı o mitingde KKTC ve Türkiye bayrağı yoktu, ama Rum bayrağı vardı. Buna kimse tepki koymadı. İkincisi bu mitingi devlet televizyonu BRT naklen yayınladı.”

“Türk askerine hakaret ettiler”
“Üçüncüsü
Türkiye Cumhuriyeti’ne Türk askerine işgalci ve savaş suçlusu diye hakaret edildi. Meydanda insanlar istediği gibi konuşuyor ama KKTC’nin ne eski, ne de yeni yöneticileri buna tepki gösteriyor. Sadece İrsen Küçük, o da son derece zayıf bir açıklama yaptı.
Cumhurbaşkanı 28 Ocak’ta yapılan mitinge 2 Şubat’ta tepki yayımladı. AKEL 27’sinde de, 28’inde de açıklama yaptı. Bu gecikme karşısında Başbakanımız Tayip Erdoğan da haklı olarak yaptı.
O’nun da hedefi, besleme değerlendirmesi, doğrudan doğruya mitingde Türkiye’ye hakaret edenlerdi, yoksa 260 bin KKTC vatandaşı değildi. Açıklamayı KKTC yöneticileri zamanında yapsalardı, Başbakan Erdoğan buna da gerek duymayacaktı.”

“Kan da, can da verdik”
“Türkiye-KKTC ilişkileri emperyal ya da çıkara dayanan ilişkiler değildir. Denktaş’ın ATO’da söylediği gibi; kan istediklerinde kan verdiğimiz, can istediklerinde can verdiğimiz kardeşlerimiz gözüyle bakıyoruz.
Bu mitingde bizim kayıtlarımıza göre 13 bin kişilik bir kitle vardı. Mitingde söylenenlere eski ve yeni KKTC yöneticilerinden ses çıkmaması bizi üzmüştür.
Bu grubun içinde siyasi partiler de var. Elimizde ciddi belgeler, raporlar var. Bu işin önünde olanlar Rum kesimiyle ilintili. Birçok parti pankartı vardı.

CTP ile Serdar Denktaş’ın partisi vardı”
“Serdar Denktaş’ın partisi işin içinde, Talat’ın partisi CTP işin içinde, pankartları gözüküyordu zaten. Onlar bunu tasvip etmediklerini şimdi söylüyorlar. Ama
Basra harap olduktan, iş işten geçtikten sonra. Eski Cumhurbaşkanı Talat, kınadığına dair bir cümle söylemedi. Yenisi de 6 gün sonra açıklama yaptı.

“KKTC’yi biz güçlendirdik”
“1974’ten beri KKTC’nin varlığı, bağımsızlığı ve Kıbrıs Türkünün mutluluğu için en büyük gayret bizim hükümetlerimiz döneminde gösterildi. Eskiden sadece Türkiye’de temsilciliği vardı, şimdi 18 ülkede var. Bizden önce Kıbrıs
Avrupa Konseyi’nde konuşulduğu zaman KKTC parlamenterleri Konsey’in ancak kafeteryasına kadar girebiliyorlardı. Şimdi ise artık Genel Kurul’a katılıp, konuşma yapabiliyorlar, orada ofisleri bile var. Eskiden KKTC Cumhurbaşkanı sadece Türkiye’ye gelir ve BM’ye gidebilirdi. Bu hükümet döneminde ABD başta olmak üzere pek çok ülkeye davet edildi. Pakistan’da cumhurbaşkanı olarak karşılandı. İslam Konferansı Örgütü’ne gözlemci üye oldu.

“Cuma küfür pazartesi para”
“2011 bütçesi, 2 milyar 545 milyon lira. Daha başlangıçta 600 milyon açığı var. Bize karşı gösteri yapmalarının temelinde de bu var. Açığın bir kısmı bizden aldıkları yardımla kapatılıyor, ama 250 milyon lirası nasıl kapanacak? Borçlanma imkânları da kalmamış. Ciddi yapısal reformlara ihtiyaçları var. Ya gelir artırma ya da harcama azaltma yönünde birtakım tedbirler almaları şart. Kıbrıs’ta bir öncesine kadar
kamu personeli 14 maaş alıyordu. Şimdi 13 maaş alıyorlar. İşte zaten 28 Ocak’ta bize küfredenler 31 Ocak’ta Türkiye’den giden 145 milyon liradan 13. maaşlarını aldılar. Cuma günü sövdüler, pazartesi parayı aldılar. KKTC vatandaşlarının Türkiye’nin katkılarından haberleri yok. Orada hantal iyi işlemeyen bir yapı. Türkiye kimsenin cebine zorla para koyayım demiyor. Bize küfredenler 13. maaşı kaldırmayı düşünmüyorlar. Bakalım bir kuruşluk fedakarlık yapacaklar mı?”












Hiç yorum yok: