28 Şubat 2011 Pazartesi

Mehmet ALTAN - İfade özgürlüğü-basın özgürlüğü

İfade özgürlüğü-basın özgürlüğü  ekarakas@stargazete.com

http://91.93.103.35/images/buyka.png  http://91.93.103.35/images/kucuka.png
Son aylarda, senelerde ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü kavramları ülkemizde çok yoğun tartışılıyor.
Ergenekon, Balyoz davalarında gerçekleşen tutuklamalar bu kavramların tekrar tekrar gündeme gelmesine neden oluyor.
Askeri darbeler, askeri muhtıralar, askeri vesayet tartışmaları da süreci besliyorlar.
Bu süreçte ortaya çıkan önemli bir gerçek ise Türkiye’de bu temel kavramlar, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü kavramları üzerinde ne yargı bünyesinde, ne basında, ne hukukçular arasında, ne de üniversite hocaları arasında bir mutabakatın olmadığı gerçeği.
Sadece bu gerçek bile 2011 Türkiye’si için son derece anlamlı ve üzücü.
Özellikle yazılı ve görsel basının mülkiyet yapısından kaynaklanan ifade özgürlüğü sınırlarını bu tartışmanın şimdilik dışında tutmak zorundayız zira bu alana, yine şimdilik, girersek işin içinden çıkmak zorlaşır.    
İlk yapılması gereken saptama ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının ayrı ayrı ele alınmasının çağımızda bir anlamı olmadığı; hukuk metinlerindeki mevcut ayırımların da anlamını hızla yitirdiği kanısındayım.
Yapılması gereken ikinci saptama bu tartışmaları kendi içimizde, yani ulusal denen hukuk çerçevesinde değil, evrensel hukuk, en azından Türkiye’nin altında imzası olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmeler çerçevesinde yürütme mecburiyeti.
Bu tartışmada “Türkiye’nin kendine özgü koşulları” olduğunu ve bu koşullara paralel olarak da “kendine özgü düzenlemeler gerektiği” iddiaları tümüyle anlamsız, saçma.
İfade ve basın özgürlüğü İngiltere’de, Fransa’da neyse, Türkiye’de de o olmalı.
Aksini iddia edenleri en azından ben kendi adıma ciddiye alamıyorum.
Evrensel ölçekte ifade ve basın özgürlüğü dendiğinde aklımıza ilk gelenler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 1976 tarihli Handyside kararı ve ABD Federal Mahkemesi’nin kilometre taşı niteliğindeki muhteşem kimi kararları.  
Aşağıda AİHM’in 1976 tarihli ünlü Handyside kararından bir alıntı;
“İfade özgürlüğü sadece hoşa giden düşünceler için değil, “devleti ve toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden ya da rahatsız eden” görüşler için de geçerlidir. Bu durum çoğulculuk, hoşgörü ve açıkgörüşlülük temelinde söz konusudur.”
Bu ifade Avrupa ülkelerinde ifade ve basın özgürlüğünün temelini oluşturuyor.
ANCAK, hangi durumların bu ifadenin, bu tanımın kapsamı dışında kaldığı çok önemli.
Hakaret bu tanımın dışında kalıyor.
Şiddet çağrısı, şiddet çağrısını övme, şiddet çağrısını övenleri övme de.
Kin ve nefret söylemi de, ırk ve cinsiyet ayrımcılığı da, çocuk pornografisi de.
Bu genel çerçeve dahilinde bir askeri darbeyi (şiddet), darbe çağrısını (şiddet çağrısı), bir muhtırayı (darbe-şiddet ihtarı) savunma, övme Avrupa standartlarında ifade özgürlüğünün çerçevesinin dışında kalıyorlar.
Amerika’da zencilere “negro” demek, Almanya’da nazi partisi kurmak ve nazizmi savunmak tarihsel gerekçelerle nasıl yasak ise, bizde de yine tarihsel nedenlerden darbe (şiddet) fikrini savunmak mutlaka yasak olmalı; zaten Avrupa standartlarında da yasak.
Bu genel çerçeve içinden lütfen ülkemiz Türkiye’ye, darbe (şiddet), muhtıra savunucularına, muhtıraları (şiddet ihtarı) anlamaya çalışanlara (nesini anlayacaklar, çok merak ediyorum) bir kez daha bakınız.
“Muhtıraları anlamaya çalıştık” diyenlere, karşımıza Ergenekon örgütünün zihinsel yapılanması çıkıyor mu, çıkmıyor mu diye, bir kez de böyle bakalım.
Bazı liberallerin askeri darbeleri, muhtıraları savunanları ifade özgürlüğü adına savunmalarının da mantığı hukuken hiç yok, bunu da böyle bilelim.

Hiç yorum yok: