23 Şubat 2011 Çarşamba

Ahmet Altan -Körlük

KUM SAATİ 12.02.2011
Ahmet Altan
Körlük
Önceki akşam El Cezire televizyonunu izliyorum.
Ekranın yarısında Mısır’ın diktatörü Mübarek konuşuyor, diğer yarısında ise Tahrir Meydanı’na toplanmış yüz binlerce insan “defol” diye bağırıyor.
Mübarek, “dış güçlerin” ülkeyi karıştırdığından söz ediyor.
Ülkesinin dört bin yanında insanların ayaklandığını, kendisini istemediklerini görmüyor.
Bütün dünya görüyor ve altı milyar insan içinde bunu görmeyen tek kişi Hüsnü Mübarek’in kendisi.
Eylüle kadar dayanmaya çalışıyor.
Çeşitli manevralar yapıyor.
Mısır’ı da aşan bir büyük değişimin yaşandığının farkında değil gibi, belki gerçekten de farkında değil.
Biraz ötesinde bağıran yüz binlerin ne dediğinin farkına varamayan birinin dünyayı fark etmemesi de kuvvetle muhtemel.
Konuşurken seyrediyorum.
Seksen iki yaşında.
Saçlarını boyamış.
Bu bana, iktidara biraz daha tutunabilmek için yaptığı manevralardan daha da acıklı geliyor.
Yirmi dört saat bile geçmeden istifa etmek zorunda kalacak ama hâlâ hamasi nutuklar atarak kıvranıyor.
İktidar, iktidar sahiplerinde büyük bir zaaf yaratıyor, onları bir şekilde körleştirip, kendi iktidarlarının kölesi durumuna getiriyor, biraz daha iktidarda kalabilmek için herşeye razı oluyorlar, seksen iki yaşında saçlarını bile boyuyorlar.
Sanırım, yirmi birinci yüzyılın en büyük özelliklerinden biri, bu iktidar kavramını yıkması olacak, ulus-devletlerin ortadan kalkmasıyla birlikte, bir “ulus” bulup başına geçme, o ulusu ezme, sömürme dönemi de bitecek.
Zaten bitiyor da.
Şimdi önemli olan “geçiş” döneminde özellikle “geri kalmış” ülkelerin yaşayacakları.
Sovyet Bloku’nun birçok ülkesi süratle kendini toplayıp Avrupa Birliği’nin parçası oldu, altyapıları, eğitimleri, kadroları, kültürleri onların bu dönemi çabuk aşmalarını sağladı.
Ortadoğu böyle hızlı bir şekilde ara dönemi aşabilecek mi, çok emin değilim.
Diktatörler devrilecek.
Orduların, kendi ülkelerini bir sömürgeyi yönetir gibi yönetmeleri de son bulacak.
Ama “gelişmiş” bir topluma dönüşmeleri, demokrasiyi içselleştirmeleri, insanın önemini kavramaları ne kadar zaman alacak?
Buradaki tek umut, artık hiçbir ülkenin “tek başına” olmaması, “küreselleşme” bütün toplumları bütünleştiriyor, bir yerdeki eksiklik bütün dünyayı etkilediğinden, o eksikliği gidermek için de herkes birbirine destek oluyor.
Biz genellikle böyle “desteklerden” söz edildiğinde hemen “devletlerin” desteğini anlarız ama bu geçmiş yüzyılların anlayışı, bu yüzyılda “toplumlar” destek oluyor birbirlerine.
Televizyonları açtığınızda hemen anlıyorsunuz bunu.
Bütün dünya televizyonları Tahrir Meydanı’ndan naklen yayın yapıyor, aydınlar, uzmanlar, bilim adamları durumu değerlendiriyor.
Ayaklanıp, diktatörü istifaya sürükleyen Mısır halkına karşı bütün dünya halklarının sempatisini ve sevgisini izliyorsunuz.
Mısır gibi yüzlerce yıl baskı altında yaşayan bir halkın bile ayaklanabilmesi, bütün dünyaya “halkın” gücünü gösteriyor, bu gücü, geri kalmış diğer ülkelerin halkları da hissediyor, herkeste zorbaları devirme arzusu büyüyor.
Belli ki bu hareketler bütün Ortadoğu’ya yayılacak.
Hâlâ on sekizinci yüzyılda yaşamak için direnen Ortadoğu diktatörlerinin, çağın gerçeklerine, bu gerçeklerin sokaklara döktüğü halklara ve dünyanın “değişim” taleplerine direnecek güçleri yok.
Orduları da durduramaz bu gelişmeyi.
Yeryüzü, tek bir “çağın” içinde buluşmak zorunda, bir kısmı yirmi birinci yüzyılı yaşarken bir kısmı on sekizinci yüzyılı yaşayamaz.
Siyasi iktidarların, orduların, tabuların önemini yitirdiği, bütün dünyanın bütünleştiği, herkesin birbirinden ânında haberdar olduğu bir çağda kimse “ben değişmeyeceğim” deme gücüne sahip değil.
Bunu, bizim ülkemizde, ordu darbe yapamıyor diye orduya kızıp “kâğıttan kaplan” diyenlerin de anlaması gerekiyor ama onlar da Mübarek’in başka bir çeşidi, gerçekleri görmemek için diretiyorlar, hâlâ “darbenin” bir ihtimal olabileceğini sanıyorlar.
Ne boyalı saçlar, ne öfkeli konuşmalar, ne hamasi nutuklar, ne orduların silahları, bu gelişmelerin önünü kesebilir.
Yirmi birinci yüzyıldayız.
Halk ayaklanmalarını naklen seyredebiliyoruz.
Kimin gücü bu gerçeği tersine çevirmeye yetebilir?

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: