23 Şubat 2011 Çarşamba

Murat Belge - ‘Batılı hayat tarzı’

TÜRKİYE'NİN HALLERİ 28.01.2011
Murat Belge
‘Batılı hayat tarzı’
Son yazımda işlediğim konu “hayat tarzı” idi. Kavganın daha klasik anlamda siyasî konularda değil, görece “siyaset-dışı” kabul edilen “hayat tarzı” üstünde koptuğunu söylüyordum. Feministlerin gündeme getirdiği, “kişisel politiktir” yorumuna girmeden söylüyorum. Elbette, sonuçta politika herşeyi etkilediği için herşey de politiktir. Ama “derece”ler vardır; sabah kalktığımda tıraş olmamla protesto mitingine gitmem aynı biçimde politik değildir. Biz şimdi mitinge gitmenin değil, tıraş olmanın politikliği üzerinden politik oluyoruz.
Bu hayat tarzı, başından beri, Batı’dan alınmış bir hayat tarzı olduğu için aynı zamanda bir kavga konusu. Hani, “tıraş olmak” dedim. Bunu ve bazı başka şeyleri yapmak üzere gittiğiniz yerin bu ülkede “alaturka”sı ve “alafranga”sı var (bu ayrımı da, nedense, İtalyanca anlatmaya karar vermişiz). Buyurun size “hayat tarzı”.
Şimdi, epey uzun zamandır kentli ve eğitimli, dolayısıyla da egemen olan hayat tarzı, “Batılı” olandı. Bu bir Cumhuriyet fenomeni değildir. Bir Osmanlı uygulamasıdır. Bunu vurgulamak bana önemli görünüyor, çünkü şu günkü kavgada iki tarafta saf tutanlar hayat tarzını Cumhuriyet’le başlatmaya eğilimli görünüyorlar. “Cumhuriyet” dendiği anda tabii işin içine Atatürk giriyor ve gece yatarken gecelik mi giyilecek, pijama mı (bu da Urdu, yani sonuçta “Türkik” bir dilden alınma bir kelime), ona göre tartışıyoruz –Atatürk’ün kendisinin ne giydiğini bilmeden.
Cumhuriyet ve Kemalizm Batılı hayat tarzını yaygınlaştırmaya çalışmıştır ve karşıtını da sindirmeye çalışmıştır, ama Osmanlı geçmişi olmasa böyle bir program da olamazdı.
Hep kafamı kurcalayan bir örnek: Osmanlı Batıcılığı fazla ağır aksak bulundu v e daha radikal bir yöntem benimsenmesi kararı verildi. Bir yandan da Hilafet kaldırıldı ve hanedan üyeleri ülke dışına sürüldü. Aynı politikanın iki ayrı düzeydeki uygulama biçimleri diyebilirsiniz. Şimdi paradoks şurada: topluma “Batılılaşın” talimatı verilirken, aynı anda, ülkedeki en Batılı aile de ülke dışına gönderiliyor.
1924’te Türkiye Cumhuriyeti’ni terkeden son Halife Abdülmecid herhalde ülkenin en iyi on ressamı arasındaydı. Abdülhamid’in oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi ülkede en iyi piyano çalan birkaç kişiden biriydi (Müslüman-Türk nüfusu kastederek söylüyorum). Şehzadelerden ve Hanım Sultanlardan yabancı dil bilen (bazen iki dil) çoktu. Son dönem kargaşalıklarından ötürü gerçekten iyi eğitim almış şehzade azdı ama kızların eğitimi çok daha iyiydi. Yeni programın “Batılılaşmış kadın” idealini gerçekleştirmiş olanlar buradaydı.
Ve “Batılılık”, bu merkezden başlayarak, halka halka yayılıyordu topluma. O merkeze yakınlık, o yıllarda, tasfiye olmaya da yakınlıkla eşanlamlı oldu.
Rahmetli Bahri Savcı bana, otuzlarda, örneğin Çankırı’da düğünün “La Comparsita” ile açıldığını anlatmıştı. Bütün bu insanlar hangi zamanda öğrenmişti, nasıl öğrenebilirdi bunları, Osmanlı dönemindeki başlangıçlar olmasa.
Osmanlı devleti, Endülüs Emevileri’ni saymazsak, zaten Batı ile en fazla iç içe yaşamış Müslüman İmparatorluktur. On dokuzuncu yüzyılda Sanayi Devrimi’nin bütün ürünleri, “Batı-dışı dünya”da her yerden önce burada tanınırdı. Bir İtalyan operası, İtalya’dan birkaç hafta sonra burada, Naum Tiyatrosu’nda da temsil verirdi. Denebilir ki, bazı bakımlardan, 1896 veya 1907 (rastgele tarihler) İstanbul’u şimdikinden daha “Batılı” bir görünüm sunuyordu. Ama sadece “bazı” bakımlardan. Bunun dışında kalan “hayat” ise, üstünde köpek sürüleri dolaşan çamurlu sokaklar gibi, insanın içini açmayan bir “geleneksellik”ti büyük ölçüde. Nostaljinin allayıp pulladığı eksotik-estetik bir şey değildi.
Ramazan’da meyhaneler kapanınca, uskumru dolması yapar, hatırlı müdavimlerinin evine “unutma beni dolması” olarak gönderilirdi. Kimdi bu, Ramazan’da meyhaneye gelmeyen ekâbir?
Yani, “Cumhuriyet” burada evreler arasında bir evre, aşamalar arasında bir aşama. Ama bu ülkede “Cumhuriyet” dendi mi, lehte aleyhte, duygular kızışıyor. Buna gerek yok; bir toplumun şöyle üç yüz yıllık (en azından) tarihinden söz ediyoruz.

Hiç yorum yok: