23 Şubat 2011 Çarşamba

Murat Belge - Hakemsiz, koruyucusuz demokrasi

TÜRKİYE'NİN HALLERİ 12.02.2011
Murat Belge
Hakemsiz, koruyucusuz demokrasi
Dünkü yazıda, çeşitli partilerin ideolojilerini ülkenin ordusuna bakarak ayarlama gereğini duymalarının, demokrasi açısından, ne anlama geldiğini sorguluyordum. Böyle şeylerin ölçüsü partinin kendi içinde olmalı, bir “fren” gerekiyorsa ona da parti kendisi basmalı. Bütün bu ölçüler de partinin toplumla ilişkisi içinde biçimlenmeli bence. Bir yerde demokrasi varsa, orada bir de “demokrasi bekçisi” kurum olmaz; tersine, böyle bir kurumun olduğu yerde, uzun boylu inceleyip araştırmaya gerek kalmadan, demokrasinin olmadığını, olamadığını anlarsınız. Çünkü demokrasi son kertede “ötekinin hakkını” içselleştirmek demektir. Bunu partiler kendileri yapamıyor ve bir “hakem”e ihtiyaç doğuyorsa, orada işlerin iyi yürümediği sonucunu çıkarabilirsiniz ve yanılmazsınız.
Dün bunları da aklından geçirirken aklımın bir kenarında içkiyle ilgili şu yeni düzenleme vardı ve bugün onu ele almayı tasarlıyordum. Sabah, Taraf’ta, Alper Görmüş’ün sütununda hoş bir sürprizle karşılaştım. Yeni Safak okumuyorum, onun için Hayrettin Karaman’ın bu yasayla ilgili yazısından haberim olmadı; Görmüş’ün sözünü ettiği “Evet... ama takipteyiz”den ise hiç haberim yoktu. Onların Hayrettin Karaman’a müdahalesini çok sevimli buldum. Ayrıca, iki gündür anlatmaya çalıştığım konuyla da yakından ilgili olduğunu düşündüm.
Yasanın ayrıntısını hâlâ bilmiyorum. Ama o “24 yaş” yetiyor nasıl bir şey olduğunu anlamaya. On sekiz yaşında idam edilme hakkına sahipti bu ülkenin gençliği (o hakkı toptan kaybedene kadar): daha da akla gelecek ne varsa, on sekiz yaşına gelince yapmaya başlıyoruz (kızları daha oraya varmadan evlendirmekte de sakınca yok), ama içki içemiyoruz. Bununla da bitmiyor; “Ya çevrede 24 yaşına gelmemiş biri varsa...” diye geri kalanlar da içemiyor. Bunun adı da “gençleri korumak”.
Karaman’ın alıntılar yoluyla tanıştığım yazısında hükümetin sahip olduğunu sandığım perspektiften konuşmuş, belli ki; “liberal-laik-demokrat bir sistemde içki ve sigarayı bırakmak mümkün olmuyor” demiş. Yani onun ideali bunların yasaklanması, ama şu kahrolası Batı icadı, gâvur patentli demokrasi. Onu da ortadan kaldıramadığımıza göre, ancak bu kadarını yapabiliriz.
Hükümetin de tam böyle düşündüğünü sanıyorum. Bu ise, işte o, ortada bir “hakem”in “böyle olur, şöyle olmaz” dediği, ona göre tanımlanmış “demokrasi”de olacak bir şey. Bir “kandırmaca”, “biçimine getirip yutturmaca”. Bunu savunurken, “biz kimin içkisini yasakladık?” deyip arkasını “tıksırıncaya kadar içiyorlar” diye bağlamaktan da, maksat belli oluyor.
Muhafazakâr kişinin –dünyanın neresinde olursa olsun- aklının nasıl çalıştığına ben akıl erdiremem. “Öyle düşünme, böyle düşün” diye buyuramam da.
Ama mantıklı olmak diye bir şey vardır, tutarlı olmak vardır, bir “sistem” olacaksa, “sistematik” olmalıdır falan filan. On sekiz yaşında şunlar şunlar, ama içki yasak. Yanındaki adam 22 yaşında, sen de içki içemezsin burada... Bunlar mantıklı filan değil, “sistematik” kavramına da aykırı.
“Cin olmadan adam çarpmak” bu, “hukuk nosyonu”, “yasa anlayışı” falan değil.
Ama Alper Görmüş’ün adresini verdiği o arkadaşların müdahalesi çok güzel. Benim yazacağım böyle yirmi yazıdan daha önemli ve daha etkili, onların o müdahalesi. Çünkü onlar bu eleştiriyi içerden yapıyorlar.
Eleştirinin bu şekilde “içerden” gelmesi, “hakemli demokrasi”den, hakeme gerek duymayan, kendi vicdanı ve sorumluluğuna uyduğu zaman zaten doğruyu bulan insanların omuzları üstünde yükselen “yurttaşlar demokrasisi”ne yol almaya başladığımızın işaretidir.
“Hakem” deyince hepimiz aynı şeyi anlıyoruz ve o yapıyı elbirliğiyle ortadan kaldıracağız. Ama bunu yapma gerekçesi, onun yerine bir başka (daha “iyi” olduğunu iddia ettiğimiz) hakem koymak değil. Beni koruma, bana saygılı ol. Başka bir şey istemiyoruz. Düşünceme, seçmeme, kararıma, olgunluğuma saygılı ol.

Hiç yorum yok: